Uçurum loşluğu var. Upuzun yolda giderken yoldan vazgeçmenin özgürlüğü var. Kendini uçuruma bırakma huzuru yani. Bir de yine yolda yürürken uçurumdan kurtulmanın arzusu var. Yanı başında dağ var. Yolu ve uçurumu boş verip dağa yürümenin özgürlüğü var. Nedense bana yol hep öyle gelmiştir. Gidersin, sürekli gidersin, bir tarafın uçurum diğer tarafın dağ.
Uçurumda yuvarlanma, dağda patika aşma güveni bir olasılık oluyor her an ve her adım böylesi bir umutla atılıyor. Hatırlamak ve unutmak kadar birbirine yakın, uzun bir cümleyi bir paranteze sıkıştıracak denli önemli bir anlam. Diğer adıyla bir kapan. Neyse ki adım atan kendin olunca uçurum da dağ da kurtuluştur. İnsanı kendine vardırır. İnsanı kendine taşıtır. Ve yakıştırır…
Vazgeçmenin güzelliğini ve inadın ihtişamını uç noktalara vardırıp kıstas belirleyen çarpık anlam bizi bir yere götürmüyor. Götürmeyecek de. Güç o kadar yanlış anlaşılmış ki insanlar ve diğer canlılar arasında mantıksız ama ezberlenmiş alışkanlıklar bizi gerçek yoldan, varmak istediğimiz yerden sürgüne yollamış. Uzaklık yanlış başladığımız yerdeydi, varmaya bu yüzden hep geç kalırız.
Bazı yanlış başlangıçlar belki de tarihin farklı dönemeçlerinde bulunur fakat bile isteye yanlışlara takviye bulmak, yeniden üretmek safdillilik değildir. Bazı durumların adı konulmazsa yanlış çağrılır. Unutmayla es geçmeye çalışılan sansürün bir diğer adı öteki olarak gördüğüne yapılanı mubah saymaktır. Yani ırkçılıktır. Yani eşitlik cetvelini eline alıp kendi görüşüne göre muhaliflik taslamaktır. Taslamaktır çünkü bazı durumların adı itiraz etmek, haklı bir ahkâm kesmek veya başkaldırmak olmuyor. Düpedüz ayrımcılık oluyor. Faşistin makyajı bir yerden sonra patır patır dökülüyor, maskesi artık onu saklayamıyor.
Geçtiğimiz günlerde ilk önce Meclis’te, daha sonra bazı medya organlarında çıkan bir haberi Yeni Yaşam gazetesi de haberleştirdi. Bundan sonra akla ziyan bir tutuklama furyası başladı. Bu furyada savcının çağırdığı gazetenin Genel Yayın Yönetmeni Ferhat Çelik ifade vermeye gitti ve tutuklandı. Gazetenin Yazıişleri Müdürü Aydın Keser’in evine polisler gidip gözaltına aldı ve tutuklandı. Kafka’nın Dava kitabına benzer hukuk skandalları neredeyse her gün karşımıza çıktığından bu adım adım gerçekleşen absürt tutuklama olayının detayları çokça işlendi. Sonrası ise Özgür Basın geleneğine bakışı gözler önüne serdi. Bu son tutuklama ırkçı bakışı, sansürcü kafayı ayyuka çıkardı. Aslında bilenlere yeniden hafıza tazelettirdi.
AKP’ye muhalefet ederek kendilerini muhalif olarak konumlandırmaya çalışan ve bunu kanıksatmayı da biraz başaran FOX TV’den Fatih Portakal, sunduğu haber bülteninde aynı olayda tutuklanan Ferhat Çelik ve Aydın Keser’in adını anmamakla beraber ana muhalefet partisi liderinin kendilerini andığı konuşmayı da kesti. Bu sansürcü refleks barikatını aşmak için bedel ödemekten korkmayan ve bunu 30 yıllık geçmişiyle kanıtlayan gelenek, anında bu ötekileştirmeyi duyurdu. Bunun adını çoğu insan sansür koysa da aslında fikir neyse dilde de kendini dışa vurdu. Fatih Portakal, gün boyu gelen eleştirileri telafi etmek isterken bir haber sitesine verdiği demeçte zihniyetini şöyle açıkladı: “Onları unuttum.” Onlar dediği bir başkası, onlardan kasıt kendisinden saymadığı bir anlı şanlı Özgür Basın geleneği aslında.
Son tahlilde tarih önünde ve hafızada ezik bir şovmen, bir popülist, diğer tarafta haklı olmanın müthiş özgüveni içinde dört duvar arasında alnı açık voltaya mahkum edilenler kaldı. Amaç ve mekan arasındaki zamansızlığı düşündüğümüzde dağ da uçurum da kendi adımınla başlıyorsa özgürsün. Özgür Basın tanımı hiç de öyle boş beleş konulmadı zaten. Uzun ve erimli bir yolun kendi adına kavuşmasıdır ve geleceğe dair umudunu yol edendir.
Eşit bilinmenin, eşit kabul görmenin hatta eşit ölmenin cetveli yok. Yasa koyucuların cehaleti topluma mal ediliyor, evet. Ama bazen cahiller yasa koyucuların aklına yasaklar getirir. O yasak onu da sınırlar bir gün. Taviz veren cahilin her anı birebir tutsaklıktır da duvara toslamamıştır henüz.
Basın kartı, basın özgürlüğü Türkiye’de Özgür Basın için faili meçhuller, tutuklamalar ve sürgünler tarihidir. Onurlu bir tarih yazımı lütuf değildir, kanlı canlı bedel ödeme sayfalarıdır. Diyebiliriz ki bu gelenek tüzüklerle, yasaklarla, baskılarla çarpışa çarpışa kendi inadını her zaman yeni gelen kuşağa aktardı. Tüzüklerle çarpışmak yasalar gereği suç üretse de haklı olana suç vız gelir tırıs gider. Apê Musa’nın hakiki gülüşü ve yaşam boyu haklı inadı bulaşıcıdır, bulaşmaya da devam ediyor. Şükür ki gerçekler saklanmıyor. Şükür ki gerçeğe ayna tutan korkusuzlar var. İçeride olsalar da aynaları elinde, gerçeğin kanlı canlı kanıtı olarak duruyorlar. Özgür Basın çünkü cesaret bulaştırır. Ferhat ve Aydın da bu cesarete bulaştı. Elbette tekrar yollarımız buluşacak. Bulaşa bulaşa buluşacağız.