Önceki gün, 1916 Paskalya Ayaklanması’nın yüzüncü yılı onuruna yapılan ‘Rebellion’ isimli küçük bir İrlanda dizisi izledim. Ona pek izlemek de denmez aslında; beş bölümdü zaten, çöktüm başına bir solukta bitirdim. Özellikle son bölüm! İrlanda özgürlük hareketinin sosyalist lideri James Connolly’a yenilgiden sonra yapılanları birçok yerde okumuştum aslında ama bir film bile olsa ekranda gördüklerim çok sarsıcıydı. Ayaklanmanın yenilgisinden sonra aldığı yaralarla kangren olan ayaklarından ötürü korkunç acı çeken yarı baygın Connolly, sedyeyle getiriliyor infaz avlusuna. Yerdeki birine ateş etmek İngiliz centilmenlerinin raconuna ters, ayağa da kalkamıyor adam; sonunda bir sandalyeye oturtup düşmesin diye sıkıca bağlıyorlar ve öyle kurşuna diziyorlar. Tek binaya sıkışmış bir avuç adamı beş gün boyunca teslim alamayan, acizliğinden kırk yerden yeni birlikler getiren sömürgecilik, altıncı günün sabahında kibir tepelerinde zirveyi zorluyor!
Öyledir, öyle görünür her şey o yüksek tepelerden
.
Ama tarih sürer bir yandan, okyanusların dip akıntıları gibi. O gün “kurşuna dizilecek kadar önemli bulunmayan” genç tutuklulardan birinin adı Michael Collins’tir. Collins, yeterince şey öğrenmiştir o günlerden ve hapisten çıkar çıkmaz ‘yeni bir yol’ aramaya başlamıştır bile.
Sonraları, çok sonraları, 1960’larda, başka bir genç adam, bir kasap çırağı, henüz 20 yaşındayken Derry bölgesinde IRA’nın ikinci komutanıdır. 1973’te bir araba cephaneyle birlikte yakalanmış, 80’lerde ise ülkenin başbakanı Thatcher’e suikastla suçlanmıştır. Düşünün, o kadar yani! Ve sonra, çok sonra bir fotoğraf karesi: Aynı adam, Martin McGuinnes, 2012’nin haziran ayında İngiltere Kraliçesi II. Elizabeth ile el sıkışmaktadır!
Aynı törende bulunan bir başkasının çocukluğu ise hapisteki amcalarına yemek ve giysi taşımakla geçmiştir; sonraları kendisinin sık sık ziyaret edeceği hapishanelerin yolunu ta o zamandan ezberlemiş demek. Çok bilinen biri kendisi: Gerry Adams!
Ama o zamanlar, Connolly’nin cansız gövdesini mermilerle paramparça olmuş bir sandalyeden çözüp aşağı indirirken, hiç düşünmemişlerdi bunu, hiç! Küçük ve büyük dağlar ve ovalar ve dünyanın yarısı onlarındı çünkü.
Öyledir işte. Öyle görünür her şey kibir şatolarından. Şimdi, şu anda var olanın sonsuza dek var olacağı, şimdi şu andaki gücün, kudretin hiç bitmeyeceği sanılır.
Sanılır ki, bugün yalnızca bugündür ve yarın bugünün basit bir tekrarından ibarettir.
Değildir ama. Bir gün yine o kapıya gidildiğinde, o masaya oturulduğunda, “Eh, o gün öyle gerekiyordu, şimdi böyle” dersiniz ve bunu büyük bir politik kıvraklık sanırsınız ama arada olup bitenler de çok derin izler bırakır.
Gidersiniz bir gün yine o kapıya; gidersiniz değil, gitmeye mecbur olursunuz. Hayat kendini dayatır, bütün yollar tıkanır, köprüden önce son çıkış vardır, kırarsınız direksiyonu. Bugün ‘en sonuncuya kadar’ dersiniz kürsülerden ama bilirsiniz ki ‘sonuncu’ diye bir şey yoktur; hep bir sonrası vardır, hep kenarda büyüyen sessiz sedasız bir başka çocuk vardır; sonra bir başkası, sonra yine bir başkası… Gidersiniz yine, yine gidersiniz ama göğsünün orta yerinde Leyla sancısıyla büyümüş çocuklara artık daha zor anlatırsınız olup bitenleri. Siz şimdi unuttunuz belki ama tarih unutmaz, rahmetli Şerafettin Elçi, ölmeden bir yıl önce “Gelin bunu zaman varken bizimle çözün” diye uyarmış ve “Fırtına çocukları geliyor” demişti.
Siz bugünü bugün sanıyorsunuz; değil.
Siz Leyla’yı sadece Leyla sanıyorsunuz; değil.
Siz bunları gelip geçici şeyler sanıyorsunuz; değil.
Neredeyse yüz yıl sonra Connolly’nin torunlarıyla el sıkışanlar da öyle sanmışlardı; yanıldılar.
Onlar da ‘sonuncuya kadar’ demişlerdi; ‘sonuncu’lar hiç bitmedi ama. Gerry Adams’ın amcası Dominik Adams, 24 Nisan 1916’da ayaklanma başladığında henüz bir aylık bebekti; 1940’larda ise IRA’nın kurmaylarından biriydi. Hayat böyle akıyor.
“Beşerin böyle delaletleri var / putunu kendi yapar kendi tapar” diyor ya Tevfik Fikret; el hak doğrudur. Herkes kendini ölümsüz sanır ve herkes kendine kendi suretinden bir put yapar. Ama tarih, öyle değildir. Ve hayat, onu ne kadar zorlarsanız, sizi o kadar cezalandırır.
Ve en önemlisi, kışın sonu baharsa da, bütün bunlar gelip geçerse de, gözyaşı dünyanın en ağır yüküdür. Biz alışkınız ama. Çok alışkınız.