Abdullah Aysu
Dünya nüfusunun yarısı buğday, diğer yarısı pirinç ve mısır ile beslenmektedir. Bu nedenle buğday, pirinç ve mısır dünyada öncelikli stratejik ürün olarak kabul edilir. Stratejik ürünlere yönelik politikalar dünyanın hemen her ülkesinde özenle ele alınır, politikaları belirlenir ve gereği yapılır. Bilindiği üzere, Türkiye halkı ekmek ile beslenir. Ekmeğin hammaddesi (anası) buğdaydır. Buğday, Türkiye halkı için stratejik üründür. Bu yüzden buğday konusundaki politikalar hükümet(ler) için turnusol görevi görür.
Boş vermişlik
Dünyaya Anadolu’dan yayılan buğdayı Türkiye şimdi kapı kapı dolaşıp başka ülkelerden satın almaya çalışıyor. Çünkü buğdayda 30 yıldan bu yana verimlilik artmıyor; bu sürede nüfusumuz iki kat arttı, buğday üretimimiz yerinde saydı; 20 milyon tonda “takılı” kaldı. Bunda tarımda uygulanan yanlış politikaların yanısıra küresel iklim krizi, ıslah çalışmalarının önemsenmemesi vb. boş vermişlikler var. Boş vermişliğe, tarımda uygulanan yanlış politikalardaki ısrar da eklenince buğdayda kalite düştü, verim artmadı. Üretim düşüklüğünü aşmak, kaliteyi arttırmak için çareler üretmek yerine ithal yoluna başvurma çözümsüzlüğü hükümetin başat politikası olageldi. Böylelikle buğday sorunu tümsek iken büyüdü, dağ oldu.
Destekler
Üretimi arttırmada en etkili araç tarımsal desteklerdir. Türkiye’de parasal destek olarak tarıma ayrılan para yok denecek düzeyde. Eğitim ve sosyal destek ise hak getire. Kısacası, hükümetin tarımsal destekleme politikaları üretime yön vermekten çok uzak. Ayrılan desteklerin bir yıl gecikmeli verilmesi ve eksik ödenmesi çiftçiyi bankalara muhtaç kılıcı. Buğday çiftçisinin üretim sürecinde kullandığı üretim girdileri sübvanse edilmezken, fırıncıların ve un fabrikalarının kullandığı buğday sübvanse ediliyor. Bu, günü kurtarma politikaları tarımda sorunu büyütüyor. Yine çiftçinin üretim girdilerine ÖTV ve KDV uygulanıyorken, marketlerdeki gıda satışlarında KDV’nin kaldırılması tarımda bir başka yanlışlık ve yanlışlık. İşte bu yanlı ve yanlış tarım politikaları, halkı oyalama, şirketleri alenen kayırmadır. Şirket yanlısı politik tercih Türkiye’nin stratejik ürünü olan buğdayın üretimini geliştirmek için gayret sarf etmek yerine ihracatçı şirketlerden satın alınması-ithal edilmesi ülke tarım politikası haline getirildi. Üretim yerine ithalat politikası tarımın göçüğünü- obruğunu oluşturuyor. Bir başka önemli yan ise kaliteyi artırmak için kamunun çalışma yapmaması hali ki; Hem kamuyu ıslah konusunda yeterince çalıştırmama hem çiftçiye, “ürünün kalitesiz” diyerek ürün fiyatını baskılama hem ithalat yapmak için üretilen buğdayın kalitesizliğini gerekçe gösterme bambaşka bir “kurnazlık” örneği olarak orta yerde duruyor. İşte bu şirket yanlı, ithalat tercihli politikalar çiftçiyi üretimden vazgeçirdi. Son 30 yılda buğday ekim alanları yüzde 30 civarında daraldı; 9,6 milyon hektardan 6,7 milyon hektara geriledi. Başka bir deyişle, yanlış tarım politikalarındaki ısrarın doğurduğu ithalat bağımlılığı ve ithalat şirketlerinin politik ve ekonomik belirleyiciliği çiftçileri 2,9 milyon hektar alanda buğday ekimi yapmaktan vazgeçirdi. Oysa ihracatçı ülkeler çiftçilerine verdiği destekle kendi ülke ihtiyaçlarından fazlasını kolaylıkla üretebilmekte.
Aldatmacanın böylesi
“Paramız var, ithal ederiz”, “dışarıdan alınan ürünlerin fiyatı düşük” denilerek yapılan ithalatın tüketiciye de bir yararı olmadı; fiyatları düşürmedi. Tersine ithal ürün fiyatları daha yüksek. Bunun nedeni elbette ki dünyadaki yaşanan birbirini besleyen krizler. Krizlerin genel ana nedeni bilinebildiği gibi neoliberal politikalar, yani sistem kaynaklı küresel oligarklar. Gıda özelindeki krizin sebebi ise serbest piyasa politikaları. Bir yandan süren savaş -ki bu sıcak savaşın temel sebeplerinden biri gıda-, yaşanan pandeminin gıdada temkini elden bırakmamanın gerektiğini öğretti, tabii ki anlayana. Anlayan ülkeler ürün stokuna yöneldi. Bu durum ürün fiyatlarının artışını iyiden iyiye tetikledi. Savaş başlamadan buğday ithal fiyatı ton başına 344 dolar iken, şimdilerde 455 dolar oldu, yani 110 dolar arttı. 30 Haziran’da 263 dolar iken, bugün 455 dolara yükseldi. Ton başına artış yaklaşık 200 dolara ulaştı. Bu artış döviz kurunu dizginleyemeyen bizim gibi ülkelerin tarım ve tarımcı için oldukça riskli. Başka bir bakış ile ithal fiyatlar TL bazında yüzde 200 arttı bu zaman aralığında. Dünya genelindeki ürün fiyat artışı bize, bir yanıyla şirketlerin durumdan vazife çıkarıp fırsatçılık yapması, diğer taraftan “gıda güvencesi paniği” olduğunu işaret etmektedir. Nitekim önemli buğday üreticisi ülkelerden biri olan Hindistan’ın buğday ihracatını yasaklaması durumun önemini anladığını, halkın ihtiyacını öncelediğini apaçık ortaya koymaktadır. Hindistan’da aşırı sıcaklar nedeniyle buğday rekoltesinin 111 milyon tondan 105 milyon tona çekilmesi bu yasakta bir başka etkili neden elbette. Aynı zamanda Hindistan’ın bu yasak kararı; küresel iklim krizini tetikleyici durumlardan kaçınmayı öğütleyici nitelikte. Yine anlayana! Evet, savaşın da etkisi ile dünyada buğday üretiminin azalacağı uzmanlar ve kurumlar tarafından belirtilmektedir. Ziraat Mühendisleri Oda Başkanı Baki Remzi Suiçmez; “Amerika Tarım Bakanlığı (USDA) dünya tahıl piyasalarına ilişkin yayımladığı raporda bu yıl üretimde düşüş beklendiğini açıkladı. Rapora göre, dünya buğday üretimi bu sezonda 775 ton olarak tahmin ediliyor. Geçen sezona göre 4 milyon ton daha düşük bir üretim olacak. Üretim düşüşünün ağırlıklı olarak Ukrayna kaynaklı olması bekleniyor” diyor.
Maliyetler
Çiftçilerin buğday üretiminin bir başka sorunlu alanı girdi fiyatlarının sürekli artması ve kontrolden çıkması. Bunun önemli nedenlerinin başında çiftçilerin üretim sürecinde kullandığı tohum, gübre, mazot ve ilaç hammaddesinde dışa bağımlı olmamız gelmektedir. Fiyatları tek başına küresel şirketlerin belirliyor olması ise başlı başına bir sorun. Kamunun bu üretim girdilerini yerelde (ülkede) üretme politikası yok, aynı zamanda girdi piyasasını düzenleyecek kurumlardan da yoksun. Geçmişte var olan girdi üreten ve piyasayı düzenleyen kamu kurumları özelleştirildi çünkü. Ayrıca üretim girdilerinin hammaddesi dışarıdan ithal ediliyor, dolayısıyla dövize bağlı. Burada dövizin, yani ekonominin iyi yönetilmesi de önem kazanıyor. Döviz öksürünce çiftçi zaturreye yakalanıyor. Bir başka faktör de tarımsal girdi olarak kullanılan su ve elektrik fiyatlarının yüksekliği. Aslında tarımsal üretimde su kullanımı verimliliği artırır. Su kullanımını artırmak için de yatırım gerekli. Bu konuda kamu tarafından kayda değer yatırım yapılmıyor. Üretim sürecinde su kullanılmayınca da verim düşüyor. Mevcut suyun fiyatı ise yüksek. Suyu kullanabilmek için elektrik kullanılması gerekli. Elektrik fiyatı da çok pahalı. Çiftçiler su ve elektriği kullandığında bu kez yükselen maliyetten dolayı zarar ediyor.
Kapaklar ve afiş
– 1980’nin Time dergisi kapağı: “Bir Silah Olarak Hububat”
– 2022 Ekonomist kapağı:
“Yaklaşan Gıda Felaketi”
Ve onlara karşı bir afiş:
– “Gıda kıtlığını tahmin etmiyorlar. Onu planlıyorlar” içerikli.
Time dergisi kapaklarında ve afişte yazılanları gördükten sonra ben niye bunca yazı yazdım, neden yazıyorum, diye hayıflanmadım desem yalan olur. Evet. Ekim alanları daralıyor. İklim krizi derinleşiyor, bu da, tarımda verimliliği azaltıyor. Girdi fiyatlarının yükselmesi engellenemiyor. Yanlış hesap Bağdat’tan dönüyor, yanlış ve yanlı Türkiye tarım politikaları ne yazık ki değişmiyor, değiştirilmiyor. Sonuç: Buğdayın anavatanı Türkiye, dünyanın ikinci büyük buğday ithalatçısı konumuna geliyor!
Ne yapmalı?
– Buğday fiyatı, maliyet+%25 kazanç+insanca yaşam payı eklenmeli.
– Açıklanan bu fiyatın gerçekleşmesi için açıklanan fiyat üzerinde TMO ürün alımı yapmalı, piyasayı düzenlemeli.
– İklim krizini besleyen politikalar terk edilmeli, ayrıca kuraklığa dayanıklı olacak ve yüksek verim elde etmeye yönelik buğday ıslahına ivedilikle geçilmeli.
– Üretim girdisi ve alım piyasasını düzenleyecek kamu kurumları kurulmalı,
– Sulama yatırımları yapılmalı.
– Boş araziler ekilmeli.
Bunun için
a) Destek zamanında ve yeterli miktarda verilmeli
b) Çiftçi borçları silinmeli.
c) Destek üretime başlama aşamasında verilmeli, para değil girdi desteği yapılmalı.
– Sertifikasız tohuma destek verilmeli.
– Tarımsal girdilerde ÖTV ve KDV kaldırılmalı.
– Çiftçilerden elektrik bedeli alınmamalı.