açıkçası zor bir durum.
yazımı en geç pazar sabahı gönderiyorum, pazartesi günü gazetede çıkıyor. yani ben bunları yazarken sandık sonuçlarının belli olmaması bir yana, daha sandıklar kurulmadı. pazartesi günü de okunur olabilecek bir yazı yazmak gerçekten zor. güncelin heyecanını -haklı olarak- arayan okurlar bu noktada okumayı bırakabilir, bence.
yine de devam edeyim.
“burjuva siyaseti” epeyce kullanışlı bir ifade olmakla birlikte ben pek tercih etmiyorum, onun yerine “egemen siyaset” demeyi doğru buluyorum çünkü bahsettiğimiz politika aynı zamanda erkeklerin çıkarlarını da temsil ediyor. erkekler nüfusun sadece yarısı, burjuvalar çok çok küçük bir azınlığını oluşturuyor. onların çıkarlarını savunup kadınlardan ve emekçilerden oy almak kolay iş değil. gerçeği örtüp başka konuları gündemde tutmak gerekiyor; “aa kuşa bak” deyip el çabukluğuyla cüzdanınızı alanlarınki gibi taktikler lazım.
değiyor mu?
o yüzden egemen siyaset içerikle sınırlı değildir. nadiren bilgiye dayanır, insanların bilincini değil, duygularını etkilemeye çalışır. artık çoğunlukla profesyonellere yani halkla ilişkilercilere ve hatta reklamcılara emanet edilen propaganda çalışmaları, tıpkı reklamların örüldüğü zihniyetle örülür. politikadan çok adayların kişisel özellikleri öne çıkar. önerilen siyasette doğrular değil, destek görebilecek şeyler tercih edilir, şarkılar, kafiyeye ve akılda kalacak söz oyunlarına dayanan sloganlar kullanılır. halkın başka alanlarda tanıyıp sevdiği figürlerin –örneğin sporcuların, müzisyenlerin- desteği açıklanır. teknolojinin gelişmesiyle birlikte bu araçlara gizli çekimler falan de eklendi. hepimizin az buçuk bildiği şeyler.
bunlara sol adına siyaset yapanların seçim kampanyalarında bu kadar fazla rastlamamız olacak iş mi. hadi diyelim ki, seçilme ihtimali olan adaylar, diyelim ki, seçildiklerinde yapacakları önemli işlerin hatırına, bu işlere gönül indiriyor; seçilmeyeceği kesin olanların bunlara başvurması neden olabilir? şunun altını çizeyim, seçim dönemlerinde insanların politize olduğu varsayılıyor, bir politik örgütün, seçimlerde kazanabileceği başarıdan bağımsız olarak, kendini, siyasetini tanıtmak, propaganda yapmak için bundan yararlanması gayet normal. ama bunun için egemen siyasetin yöntemlerine başvurmaya gerek yok, ayrıca seçmenin de hesap kitap yapma becerisi var ve seçilmeyeceği kesin olanların sanki böyle bir ihtimal varmış gibi konuşması güven vermiyor. şunu da söylemek istiyorum; seçim dönemleri, uzun bir zamandır bol bol siyaset konuşulan ve ama gerçek siyasetten uzaklaşılan zaman dilimleri oluyor. bunda konuşmaların anaakım medyada dönmesinin ve anaakım medyanın bir işlevinin de gerçekleri çarpıtmak olmasının büyük etkisi var. ayrıca iktidar, seçim dönemlerinin gerilimini bir yönetme aracı olarak kullanıyor.
ayrıca içe dönük, söz konusu adaya zaten oy verecek kesimlere yönelik faaliyetler de genellikle zaman ve enerji kaybı.
üçüncü yol, aynı zamanda yeni bir siyaset yolu bulmayı da gerektirmez mi?
bizim olanı almak bence bu seçimin en iyi sloganı “bizim olanı almaya geliyoruz” oldu. sandık bir yana, newrozlar dahi neyin kimin olduğunu çok güzel ortaya koydu. bu güç, bu enerji, bu kararlılık, bu neşe, söylemeye bile gerek yok ki bu topraklarda eşitlik, özgürlük ve barıştan yanı bir dönüşümün en önemli kaynaklarından biri.
ama şunu da hatırlatmak istiyorum. bizim olan sadece kayyumların el koyduğu belediyelerle sınırlı değil. kürt halkına ait olan başka birçok şeye el konuldu ve inanıyorum ki hepsi geri alınacaktır. başka halklar da bir gün kendilerine ait olan maddi-manevi değerleri geri alacak.
ama dünyanın her yerinde olduğu gibi, bu topraklarda servete ve kaynaklara da el konuluyor ve bunun en vahşice yapıldığı dönemlerden birinde bulunduğumuz için yoksulluğun en ağır sonuçlarına şahit oluyoruz. önümüzdeki dönemin zorluğundan bahsederken sadece siyasal baskıyı ve kürt halkına yönelik saldırıları değil, emekçileri açlık sınırında yaşatacak olan ekonomik koşulları da kastediyoruz, değil mi? örneğin emekliler, kendi çabalarıyla siyasetin gündemine bir nebze olsun girebildi. işçi direnişleri ülkenin her yerinde yükseliyor ve direniş ziyaretinden fazlasını hak ediyorlar. lafı uzatmayayım, sosyal politikalarla ilgili taleplerin solun, dem’in gündeminde daha fazla yer alması gerekmez miydi?
cam uçurum
kadınlar için cam uçurum kavramı, cam tavan kadar yaygın bir biçimde bilinmiyor. o yüzden kısaca açıklamak istiyorum. bu, başarılı olması zor, riski işler, mevkiler için kadınların önerilmesi anlamına geliyor. geçtiğimiz süreçte, dem içinde iki kadının buna maruz kaldığını düşünüyorum. bunlardan biri, istanbul’da yürütülen ve epeyce cılız olan kampanyanın yüzü olan meral danış beştaş, diğeri de tülay hatimoğulları; o seçim çalışmasını yürüten eşbaşkanlardan biriyken, mensubu olduğu bileşen merkezi politikanın aksi bir öneride bulundu. bileşen hukukunda bunu sığdıracak bir yer eminim bulunur ama onun zor durumda bırakıldığına şüphe yok.