Ahmet Güneş
Çeşit çeşit davranıyoruz dünyaya. Hiçbiri bir diğerini bulmak zorunda değil. Herkes hakkı kadar haklı. Bir yol, tüm yollardan sürgün düşer. Dünya çok bölündüğünden mütevellit, herkesin istikameti sabıkalı, herkes bir yerde sakıncalı. Tüm avuntular ise umutlarla göçtü çoktan.
Çölden kayalara uzanan ve her yerde çiçek ile ısırgan, gül ile bülbül hikayeleri miras bırakan bir yer ile kardan, borandan fırlamış bir yer aynı ayın biçimini göremez. Yine de yollara düşer, bir yerlere varırız. Hayatın dermanı bir başka yerde saklı. İnsan arayandır, insan bulandır, insan varandır hiçbir yere. İçinde sakladığı evine cennet der ve susar.
Kandırma ve aldırmama köprüsünde sınanan bir can ile nereye kadar burası da son olsun nidâsı. Yankısını kaybetmiş bir ses, ahenk değil hiçbir meydan okumaya. İllaki bir telaş, sıradan bir yarış. Bir kuyunun ağzına varıp dibine seslenmek. Kendi sesine yabancı kalmak, duyduğuna inanamamak. Zorun rolü, tabiatın döngüsü, birbirini hizaya çeker bazen.
Her hayatın birçok hayal kırıklığı var. Boynunda taşıyor ve bazen madalyon oluyor, bazen de urgan. Tarihin yazmak istediği hayatları düşünmek lazım. Düşünürken hayata ısmarlamak da lazım. Gelsin o da ve getireceklerine de kapımız her daim açık kalsın. Sıkılmak ya da düşmek yasak bir ada gibi. Her tarafı bir şeylerle çevrili. Kapılara ve pencerelere varan tehditlerin gürültüsünde özgür uyumak, çok düşünülmüş bir masal.
Harflerin laneti, unuttuklarının gölgesi durmadan geliyor peşinden. Gördüğün ve göreceğin her yere müdahale ediyor. Nereye gitsen duvar, nereye varsan bir dağ veya deniz manzarası. Rüyanda gördüğün, rüyanda kaybedip hayatında aradığın o yer bir uçurum ya da mayın. Coğrafya kaldırım taşının altındadır. İsyan da vahşet de aynı yolların altında saklıdır.
Kıymeti harbiyesi bulanık bu zamanın literatürü, hayata karşı bozuk bir imla. Nereden baksan bildiklerini göstermiyor. Kimden kaçsan ona ya da oralara yanaşıyorsun. İşte bu ezbere bir pelerin lazım. Bu ölmelere de başka bir renk. Değişen değiştiğinden sıkılıyor. Nasihati de neşteri de aynı yara, aynı kabuk. Biraz iz farkı, biraz ayrı ritim hayata. Hepsi bu, o kadar görünür.
Dünyaya iftira, hayata tedbir, zamana istismar verildi. Son sürat ve aynı volümde sesleniyor yaşama. Hükmü her yerde ferman, bir katliam, bir zeytin ağacı. Bir tokat, bir fidan. Sonra sıkılıp sıkılıp karşılaştırdığı her şeyin karşısında duran bir sıkıntı bulvarı. Yürü ya da dur, her şeyin başındadır insan her an.
Labirentler ve vitrinler birbirine benzemeye çalışırken, bilinmeyen bir şey kalmıyor. Aklın dönüp dolaştığı mesken durmadan aynı yerde mola veriyor. Hile var dünyada çünkü dünya yerini sevmiyor ve yadırgıyor. Bu üvey insan, bu yanlış başlayıp yanlış arayan, sonra vardığını sanan zaman. Götürdü bizi durmak istediği yere. Herkes bu yüzden bir başkası, her şey başkalaşır.
Hikâyesinden kaçan ya da kovalanan herkes buraya düşmüş. Yerleşememiş uzun bir süre. Konar göçer bir hayatın tüm mecburlarına ikna olmuş. Bir ses, bir kahkaha yani insandan insana varmak. Gittikçe kalabalık, vardıkça kalabalık. Sonrasını yitirmiş bir başlangıç gibi, sonunda kalmış.
* Haftanın kitap önerisi: Yusuf Atılgan, Aylak Adam / Yapı Kredi Yayınları