Diren Yurtsever/Ankara-MA
CHP’nin adayı Ekrem İmamoğlu’nun İstanbul Büyükşehir Başkanlığı’nı kazandığı 31 Mart yerel seçimleri AKP’nin itirazları sonucu Yüksek Seçim Kurulu (YSK) kararıyla iptal edildi. Seçimler 23 Haziran’da yapılacak. CHP Grup Başkanvekili Özgür Özel, YSK’nin kararını, yenilenen seçimleri ve gündemdeki konuları değerlendirdi.
İstanbul seçimlerinin CHP olarak hukuken iptal edilemeyeceğini, YSK üzerinde ‘siyasi baskı’ olduğunu söyleyerek, kararı “darbe” diye nitelendirdiniz. YSK kararının süreci nasıl gelişti? Elde ettiğiniz özel bilgiler var mı?
Genelde bazı kararların arkasında ne var diye bakılır. YSK kararının arkasında ne var diye bakmak yerine önünde ne var diye bakmak lazım. YSK kararının önünde 16 Nisan referandumuyla kuvvetler ayrılığının ortadan kaldırıldığı, bir kişiye yasama, yürütme, yargı ile ilgili bütün yetkilerin verildiği, 24 Haziran’da da bu yetkilerin Recep Tayyip Erdoğan tarafından ele geçirildiği bir tek adam rejimi var. Bu tek adam rejimi ki yargı bağımsızlığını tamamen ortadan kaldırmış durumda. Artık adli yıl açılışları Sarayın toplantı salonunda yapılıyor. Kimsenin önünde ayağa kalkmaması gerekenler dakikalarca ayakta bekleyip, ayakta alkışlıyorlar kendisini. Cübbeleri düğmesiz olan yani kimsenin önünde düğme iliklemesin diye kendisine düğmesiz cübbeler denilmiş olan hakimler, önündeki cübbede düğme arıyorlar. Türkiye’de hakimler Anayasaya, vicdanlarına göre değil; Erdoğan’a göre karar veriyor demek.
Bu yeni rejimin YSK’de verdiği bir karar bu. 11 kişiden 7 tanesi, cübbelerini çıkarıp astılar, diplomalarını yaktılar, vicdanlarını da Saray’ın emrine verdiler.
YSK’nin 7 üyesini Sayın Kılıçdaroğlu ‘çete’ olarak tarif etti. YSK üyeleri ile ilgili bir girişiminiz olacak mı?
YSK üyeleri hakkında biz kısa ve orta vadede bazı girişimlerde bulunabiliriz. Bu girişimler, kendilerini Hakimler Savcılar Kurulu’na (HSK) şikayet etmek olabilir, bu konuda aldıkları bu sübjektif kararlar, geçmiş kararlarıyla çelişen, kendi imzalarını inkar eden kararları kanıt tutarak bir başvurumuz olabilir. Ama bundan sonuç alınır mı? Alınmaz. YSK’nin kovuşturmasını yapacak olan yine halkın kendisi. Bu alınan kararın akla, hukuka, vicdana uygun olmadığını düşünen herkesin ilk hesaplaşma günü 23 Haziran. Hem önce verdiği oya sahip çıkmak hem de daha önce oy kullanmadıysa bile bu haksızlığa karşı bir tavır göstermesi seçmenin en doğal hakkı ve beklentimiz. Şu an sahada ölçtüğümüz en yaygın duygu da bu. Bu son seçim olmayacak. Biz bunun bir yerel seçim olduğunu ısrarla söylememize rağmen hep Erdoğan, ‘İstanbul’da kaybeden Türkiye’de kaybeder’ diyerek bu seçime başka bir anlam da yüklemişti ve gelecekte yapılacak seçimlerde de vatandaşlar günü geldiğinde oylarını yok sayan bu zihniyetle sandıkta hesaplaşacak.
Bu üyelerin zaten görev süreleri dolmuştu. AK Parti bunların görev sürülerini uzattı, boşuna da uzatmadı. ‘Kimimiz emekli oluruz, kimimiz başka göreve geliriz unutulur gider’ diye düşünmesinler. Gelecekte gerçek bir bağımsız yargı sağlandığında bu karara da dönülüp elbette bakılacak.
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, Kılıçdaroğlu’nun YSK üyeleri ile ilgili açıklamaları nedeniyle yargılanması gerektiğini söyleyerek dokunulmazlık tartışmasını gündeme getirdi…
Devlet Bahçeli’nin söylemleri normal şartlarda ciddiye alınmaması gereken söylemler. Geçmişte Erdoğan’a neler dediğine bakıp ve daha sonra ne yaptığına baktığımızda, Devlet Bahçeli’nin sözünün hükmünün olmadığı o günden bugüne apaçık görülüyor. ‘Türkiye Cumhuriyeti’nde de herkes Cumhurbaşkanı olur bir tek sen olamazsın’ diyordu. Cumhurbaşkanlığı seçiminde aday göstermedi ‘benim adayım Erdoğan’ dedi. Devletin başına Devlet geçecek diye yıllarca kendisi için slogan attırdı, devletin başına baş düşmanını geçirdi. ‘Senden hesap sormazsam seni yargılamazsam namerdim’ diyen ve birbirlerine idam ipi atanlar, bugün böyle kendi deyimiyle kanka olduysalar, tükürdükleri yüzü bugün öpmede birbirleriyle yarışıyorsalar; onların tehditlerinin, şantajlarının hiçbir önemi yok. Vız gelir tırıs gider. Devlet Bahçeli’yi bir yerden önemsemek gerekirse şuradan önemsemek lazım; ne Erdoğan ne Bahçeli bir istikrar üzerinde yürüyen insanlar değiller, 180 derece farklısını söyleyebiliyorlar. Kişiler böyle yapmazlar. Ama birileri böyle yaptırıyor demek ki. Bunları kim yönetiyorsa, bu ülkeyi ne Devlet Bahçeli’nin ne Erdoğan’ın tek başına ve kendi iradeleriyle yönettiklerini iddia etmek güç. İkisini de bir ayağı dışarıda bir ayağı içeride. Bu liderleri kontrol eden küresel güçler ve onun dengeleri kontrol ediyor. Bunun için de farklı kıtalardan farklı küresel güçler de var, dünya üzerinde bir biriyle hesaplaşan bazen de ittifaklaşan, bazen restleşen küresel güçlerin kontrolündeki bu kişiler çok farklı tutumlar içinde bulanabiliyorlar.
Kim bunlar?
Bunlar, bir kısmı içeride bir kısmı dışarıda olan ama dünyada süper güç olarak bilinen bütün devletler. Erdoğan’ın bir sarkaç gibi Rusya’dan Amerika’ya, Amerika’dan Rusya’ya savrulduğunun, Çin’in bu oyunun nerelerinde, Türkiye’de kimleri kullanarak, kimlere destek verip, kimlerden zaman zaman desteğini çektiğini ve Türkiye’nin bütün dönüm noktalarında ve karanlık noktalarında kimlerin olduğunu bütün dünya biliyor. Bu söylediğim Erdoğan’ın ve Bahçeli’nin tutumundaki tüm zikzaklarının ve Türkiye’nin menfaatine olmayan her türlü köşe taşında, maalesef kendilerinin iradesini aşan bazı iradeler görülüyor.
23 Haziran seçimlerinde nasıl bir strateji izleyeceksiniz?
YSK seçimlerin yenilenmesi kararını aldıktan sonra önümüzde iki tane yol vardı. Bir tanesi kendi kazanmadığı seçimi yapılmış kabul etmeyip elinde bulundurduğu kamu gücünü ve elinde bulunmaması gereken yargı üzerindeki baskı gücünü kullanarak iptal ettiren, birisine ‘al o zaman seçimini de, sandığını da nasıl biliyorsan öyle yap’ deyip seçimleri boykot etmek ve kendisini hem Türkiye’nin hem dünyanın gözü önünde yarattığı bu adaletsizlik ve hukuksuzlukla baş başa bırakmak bir seçenekti. Aslında bu seçenek ciddi şekilde de tartışılabilirdi ama beklenmedik ya da beklense de boyutunun ön görülemediği bir şeyle karşılaştık biz. O da hem seçmenimizden hem ittifak ortaklarımızın seçmenlerinden ama daha çok da bize oy vermemiş, oy kullanmamış ya da AK Parti ve MHP’ye oy kullanmış seçmenlerden bir dip dalgası yükseldi. Dediler ki bir daha seçeceğiz ve çok açık farkla kazanacağız. Oy vermeyen ve Yıldırım’a oy veren seçmenden çok ciddi bir tepki yükseliyor.
AK Parti’nin üç kurucusundan bir tanesi Erdoğan seçimleri iptal ettirdi, bir tanesi Abdullah Gül bu kararın 367 kararı gibi kendisini yaraladığını söyleyecek kadar bu kararı eleştiriyor. Kuruculardan bir diğeri olan Bülent Arınç, yaşanan bu sürecin doğru olmadığını söylüyor ve her geçen gün Ekrem İmamoğlu’nun güçlendiğini ve AKP’nin kendi eliyle bunu yaptığını söylüyor. Ahmet Davutoğlu, bu kararın hukuka aykırı olduğunu söylüyor. Baktığımızda bir tanesi İstanbul adayı zaten yüzünden düşen bin parça. Erdoğan dışında herkes yapılanın yanlış olduğunu söylüyor en makro ölçekte bunu görüyoruz. En mikro ölçekte sahadan aldığımız tek duygu seçmen bu kararla hesaplaşmak istiyor. Bu yüzden boykotu da konuşabileceğimiz bir ortamda seçmenin özellikle bu kararla hesaplaşmak istediği hepimize bildirildi.
Erdoğan kandırıldı mı yani?
Erdoğan kandırılmadı, hepimizi kandıran Erdoğan. Ama yanıltıldı, yani Erdoğan bu seçimin iptal edilmesini kendi menfaatine olduğunu düşünüyor. Erdoğan’ı bu seçimleri ‘tekrar edersek kazanabiliriz’ diye ikna ettiler ve yanıldılar. Erdoğan gerçeklikten koptu. Bugün benim sahada ölçtüğümü Recep Tayyip Erdoğan ya da ekibinin ölçmemesi mümkün mü? Ama şöyle yanıltıyorlar;’ bir yolunu bulup kazanırız, son şansımızı yeniden deneyelim’. Ama bunun kendileri açısından siyasi tarihlerinde ben en kritik hata olduğunu düşünüyorum.
AKP’nin de kazanamayacağı seçimlere girmeyeceği yorumları yapılıyor…
Tek adamların kazanmayacağı seçimlere girmeyeceği kanısı yaygın bir kanı. Herkes onların gitmeyeceğini, yenilmeyeceğini sanıyor, en çok da yakın çevreleri ve kullandıkları propaganda aygıtı ve o aygıtın etkilediği kesim bunu böyle düşünüyor. Biz bir diktatörün gelişini, yükselişini ve verdiği hasarı hep birlikte yaşadık. Ama şimdi gidişi evresindeyiz ve etrafındakiler gitmeyi istemiyorlar.
Ama bizim gücümüz, 31 Mart’ta bunları yenmiş olmamız. 7 tane YSK üyesinin onurlarını çalarak seçimi yenilettiler. Bizim dayandığımız güç halk. Öğrenilmiş bir çaresizliği yendik 31 Mart’ta.
YSK kararının açıklandığı gün PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın avukatları ile görüşme yaptığı ve görüşmenin detayları paylaşıldı. Hemen ardından HDP ve seçmenine dair ağır ithamlarda bulunuldu yine kimi muhalif çevreler tarafından…
Özellikle sosyal medyada da İmralı’dan uzunca bir süredir yapılmayan veya ulaştırılmayan bir metnin manidar bir tarihte ulaştırıldıktan sonra bazı çevrelerce kasıtlı olarak yaratılmaya çalışılan bir algı var. Ve bu algının da şu tarafını tehlikeli buluyorum. Kürt seçmeni etkileyecek, Kürt seçmeni tavır değiştirecek bu kesinlikle bir kısım seçmene karşı yapılmış ciddi bir hakarettir. Ciddi bir aşağılamadır, yakışık olmayan bir durumdur. Hele hele sosyal medyada Kürt seçmenlerin kullandığı oylarla ilgili olası senaryolar üzerinden yapılan bir takım yakıştırmaları son derece incitici buluyorum. Hatta şüpheci bir yaklaşımla da birileri bu görüşmenin notlarını o tarihte yani seçim iptali ve yeni seçimde ne olur duygusunun en kabarık olduğu, sinir uçlarının en açık olduğu sürede dolaşıma sokarak aslında AK Parti’den zarar gören ve onun karşısında muhalif tavır sergileyen kişileri sosyal medya üzerinden bir birine düşürmeye yönelik bir manipülasyon olarak da görüyorum.
Birçok cezaevinde tutuklular Öcalan üzerindeki tecridin kaldırılması talebiyle açlık grevinde. Geçtiğimiz haftalarda açlık grevlerini takip eden izleme heyeti partinizin de arasında olduğu siyasi partilere buna dair bir rapor sundu. CHP olarak bunu gündeminize aldınız mı?
CHP olarak tarihsel tutumumuzu sürdürüyoruz açlık grevleri konusunda. Biz kişilerin kendi bedenlerini açlık greviyle ya da ölüm orucuyla yatırmalarını bir eylem biçimi olarak doğru bulmuyoruz. Hiçbir zaman desteklemedik ve sonlandırılmasını istiyoruz. Temel bir prensip olarak şunu belirtmek isterim. Annelerin ağlamaması gerekiyor. Bu annenin kimin annesi olduğunun hiç önemi yok. Açlık grevlerinin bir an önce sonlanması gerektiği, yaşam hakkını önemsediğimiz, bunu savunduğumuz için daha önceki açlık grevlerindeki tutumumuzu sürdürüyoruz. Hangi amaçla kimin için talebin ne olduğu konusunda bağımsız olarak bu tutumu sürdürüyoruz. Annelerin, evlatlarının sakat kalmaması, hayatlarını kaybetmemesi içinde ortaya koyduğumuz demokratik, barışçıl ve annenin acı çekmemesi ve üzülmemesi için onun yüreği üzerinden kurduğu empatiyi de sürdürüyoruz.
Reddediyoruz ve kınıyoruz
YSK’nin tek tartışmalı kararı İstanbul için verdiği karar değil. KHK’li seçilmiş belediye başkanlarına da mazbataları verilmedi. YSK’nin bu kararı için etkili bir muhalefet yürüttüğünüzü düşünüyor musunuz? HDP Eş Genel Başkanı Sezai Temelli, grup toplantısında YSK’nin Kürt illerindeki kararlarının da hatırlatarak bütünlüklü demokrasi mücadelesi yürütmediği konusunda muhalefeti eleştirisi oldu. Nasıl yorumladınız?
KHK’lilerin aday yapılıp ardından kendilerine mazbata verilmeyip, mazbatanın da ikinci en yüksek oyu alan kişiye verilmesi hukuk cinayetidir. Ve akla zarar bir karardır. Bu demokrasi tarihine ve Türkiye Cumhuriyeti’nin seçimler tarihine sürülmüş en kara lekelerden bir tanesidir. Bu noktada CHP olarak KHK ile ihraç edilmiş olanların aday olmalarını ve mazbata almalarını sonuna kadar savunuyoruz. Yasayı koyma görevinin verilebildiği kişilerin yani KHK’lilerin burada kanun yapabiliyorlar daha sonra bir başkalarına KHK li oldukları için mazbata verilmiyor. Bu kabul edilebilir bir şey değil. Reddediyoruz ve kınıyoruz. Bu konuda verilebilecek her türlü hukuk mücadelesinin de siyasi mücadelenin de arkasında olduğumuzu söylüyoruz.
Tepki seli var
Siz bu seçimin tarifini nasıl yapıyorsunuz?
Bu seçimin tarifi yok. Bu seçimin tarifi Erdoğan’a ve ona bu kararı aldırtan parti içi çetenin gönlüne göre, kendilerinin kaybettiği bir seçimde demokrasiyi yok sayıp üretilmiş, hukukuz Anayasal dayanaktan yoksun bir utanç seçimi bu. Bu seçim yerel seçim sonuçlarını doğuracağı halde İstanbul için Türkiye adına yapılacak bir referandum niteliği olan bir seçim. Türkiye’den yükselen ciddi bir dip dalgası ve tepki seli var. Bunu sosyal patlama olarak da ifade edebiliriz. Bazen sosyal patlamada sandıkta olur, bugün biz onu ölçüyoruz. 23 Haziran’da sandıkta bir sosyal patlama olursa da kimse şaşırmasın.
1 Kasım Anayasal değildi bu seçimde değil
Oy oranına dair bir tahmininiz var mı?
Bir oran telaffuz etmem doğru değil ama yüzde 60-70 ile kaybedecekler diye seçmenin ağzında bir 60-70 lafları var. Bu seçimi 23 Haziran’a kadar yine bir oy farkla bitecekmişçesine asılmamız lazım. Kişisel kanaatim Erdoğan siyasi tarihinin en büyük hatasını yaptı. Kendisi bu hatayı yapmamak için bir süre farklı bir tutum sergiledi ama içinde başta Berat Albayrak olmak üzere İstanbul seçimlerinde seçimi bir yerel seçimden çıkaran, Binali Yıldırım’ı da zor durumda bırakacak bir siyaseti izleyen ve seçimi kaybeden Yıldırım’ında sorumlu tuttuğu başta Albayrak ve etrafındaki yakın siyasi arkadaşlarının bu hatayı yaptırdığını düşünüyoruz. Bu seçimin şöyle bir noktaya geldiğini görmek lazım: Bu seçim Anayasa’da, yasada yazan bir seçim değil. 1 Kasım bile öyleydi. 7 Haziran ile 1 Kasım arasında yaşatılan şiddet ve onun doğurduğu hukuksuzlukları bir kenara not ederek; 1 Kasım bile Anayasal bir seçimdi. Diyordu ki ‘seçimler yapılır da partiler süresi içinde koalisyon kuramazsa, cumhurbaşkanı meclis başkanı ile görüşerek seçimleri yenilenmesine karar verebilir’ deyip 1 Kasımı tarif ediyordu.