Pakrat Estukyan
Türkiye ve Ermenistan arasında asla var olmayan diplomatik ilişkileri normalleştirmek için süren temasların dördüncüsü, 1 Temmuz tarihinde Avusturya’nın başkenti Viyana’da gerçekleşti.
Anımsanacağı gibi T.C. Hükümeti’ni temsilen Büyükelçi Serdar Kılıç ve Ermenistan’ı temsilen meclis başkan vekili Rupen Rupinyan ilk görüşmelerini Moskova’da, Rusya federasyonu Dışişleri Bakanlığı’nda gerçekleştirmişlerdi. Sonrasında Viyana’da devam eden bu temasların her aşamasında, taraflar önceden mutabık kaldıkları birkaç satırdan ibaret basın açıklamalarıyla yetindiler.
Müzakerelerin olumlu bir ortamda ve ön koşul olmadan sürdürüldüğünü belirten bu açıklamalar, akıllarda oluşan soruları yanıtlamaktan çok uzaktı.
Nihayet müzakerelerde Ermenistan’ı temsil eden Rupinyan, 4. görüşmenin hemen öncesinde bu güne kadar ciddi herhangi bir gelişme yaşanmadığını açıklama gereği duydu.
Belki de Rupinyan’ın bu feveranından sonra ilk kez somut açıklamalar yapıldı.
İki ülke arasında diplomatik ilişki kurulmamış olmasının, kara sınırlarının kapalı olmasının ve süregiden ticari ambargonun Türkiye’nin tek taraflı tasarrufu olduğu düşünüldüğünde, bu tıkanıklığı aşmak konusunda da Türkiye’nin aktif olmasını beklemek gerekir. Ancak görünen, Türkiye’nin kendi iradesiyle uyguladığı kararlarından dönmek için konuyu müzakere masasına taşıyarak belli tavizler koparmaya çalıştığı.
Bu durumda Büyükelçi Serdar Çelik oldukça zorlu bir görev üstlenmiş oldu. Bir şeyler yapıyormuş görüntüsü verirken, hiçbir şey yapmamak kolay olmasa gerek. Nitekim Viyana’daki son görüşmenin ardından Türkiye Dışişleri Bakanlığı, ülkenin Ermenistan ile kara sınırının üçüncü ülke vatandaşlarına açılacağı yönünde bir açıklama yaptı. “İki ülke arasındaki kara sınırından, söz konusu ülkelerin vatandaşları değil ama üçüncü ülke vatandaşları geçebilecek” açıklamasının mantığı izaha muhtaç.
İzaha muhtaç bir diğer açıklama ise iki ülke arasında kargo uçuşlarına izin verilecek olması. Ortada bir ticaret ambargosu varken bu uçaklar hangi kargoları taşıyacak?
Tekrar anımsayalım, Ermenistan hükümeti yakın bir geçmişte diplomatik pasaport taşıyanların kara sınırından geçebilmesi yönünde bir öneri getirmişti. Ne var ki Türkiye Hükümeti bu öneriyi derhal, evet derhal, uzun uzadıya tartışma gereği bile duymadan reddetmişti.
Sanırım bu çelişkili açıklamaların anahtarı Türkiye- Azerbaycan ilişkilerinde aranmalı. Geçmişte tarihsel bir miras olan Ermeni düşmanlığı, Karabağ savaşı gerekçesiyle sınır kapatırken, ambargo uygularken bu günün gereklerine bağlı olarak farklı kararlar almak zorunda kalacağını aklına dahi getirmemişti. Şimdi ise Ermenistan’la ilişkisinde üçüncü bir taraf olarak Azerbaycan’ı hesaba katmak zorunda. Nitekim geçen süreçte Azerbaycan hoşnutsuz olacağı konularda Türkiye’yi tehdit etmekten sakınmadı.
Bu arka planı göz önünde bulunduran AKP hükümeti, normalleşme sürecinde de ‘mış’ gibi yaparak somut adım atmaktan kaçınıyor. Aksine, müzakereleri bu konuda muhatap olacağı eleştirilere karşı bir şeyler yapıyormuş görüntüsü vermek için sürdürüyor.
İşin özü, Türkiye’nin otuz yıl önce aldığı kararlarla kilitlediği ikili ilişkileri, yeni koşulların gereği olarak açması. Ancak “Ermenistan’la diplomatik ilişkiler kuracağız. Başkentlerimizde karşılıklı olarak elçilikler açılması için harekete geçiyoruz. Karabağ sorunu Azerbaycan lehine çözüldüğüne göre, ticari ambargoyu kaldırıyoruz. Sınır kapılarının açılması için de gerekli çalışmalara başladık” demek için Aliyev’in onayına ihtiyacı var.
Azerbaycan yönetimi ise, Türkiye’nin ve Suriye’den getirilen cihatçıların desteğiyle elde ettiği zaferin getirilerini artırma çabasında.
O yüzden de Türkiye ile Ermenistan arasında ilişkilerin normalleşmesini bir deyimle tanımlayalım! ‘Bu pilav daha çok su kaldırır’.