Dünyanın her yerinde eylemler oluyor. O ülkenin hükümeti ya da kolluk güçleri bu eylemleri kabul eder ya da etmez, ama şiddet unsuru içermediği sürece müdahale etmez. Eylemcilerin kendilerini ifade etme hakkını tanır. Hele bu anneler ise polisler daha dikkatli davranır. Fakat gelin görün ki, Türkiye’de Kürtler olarak özellikle Kürtler diyorum buna hiç rastlamadık.
Annelerimiz de, milletvekillerimiz de, belediye başkanlarımız da, yaşlılarımız da, çocuklarımız da, kadınlarımız da, ölülerimiz de hep coplandı, işkenceler gördü, tacize, tecavüze uğradı, yerlerde sürüklendi. Bugün de Barış Anaları’na aynı muameleyi yapıyorlar. Barış Anaları kendilerini ifade etmek istediği her açıklamada, itilip kalkıldılar, coplandılar, yerlerde sürüklendiler, hakaretlere, sövgülere maruz kalarak gözaltına alındılar.
Peki, bu annelerin suçu neydi? Ölüm Orucunda olan çocuklarına sahip çıkmak. Çocuğuna sahip çıkmak ne zamandan beri suç oldu? Dirhem dirhem eriyen evlatlarının bedenlerine siper olmanın suç olduğu hangi kanunda yazıyor? Siz kanunsuz, yasasız bir halkın önderini tecrit edeceksiniz, onların yasalarla, kanunlarla güvenceye alınmış en temel haklarını alenen, bilerek ve isteyerek çiğneyeceksiniz, ondan sonra en insani ve demokrat yöntemlerle insanlar bedenlerini ortaya koyacak, aylarca her gün dirhem dirhem eriyecek ve annelerden evlerinde oturmalarını bekleyeceksiniz.
Hadi oradan hadi. Hiçbir kardeş, evlat, akraba, dost, arkadaş, yoldaş, mahalleli beklemez. Hele bir anne hiç beklemez. Çocuğunun ayağına taş değdiğinde yüreğinde fırtınalar koparan bir anne evladı günlerce aç kaldığında asla duramaz. Ortada ne suç var, ne de saldırı. Oldukça haklı bir hak arama mücadelesi. Eğer bu suçsa, bunu için sokakları yolları dar ediyorsanız, hepimiz bu suçu işleyeceğiz bunu bilesiniz.
Ama toplum öylesine korkutulmuş, öylesine bölünmüş ki, en haklı olayda bile insanlar tepkilerini içlerine atıp siniyorlar. Birkaç istisna dışında ciddi anlamda kimseden ses yok. Ana muhalefet partisi CHP’den bile çıt yok. Sivil toplum örgütleri ayağa kalkmıyor. Basın yazmıyor, görmüyor, duymuyor. Toplum sokaklara dökülmüyor. Sessiz kalmayacağız, suçunuza ortak olmayacağız sesi yükselmiyor. Bütün insanlığın suç saydığı işkence uygulamalarını hepimizin gözü önünde alenen yapıyorlar.
Hal vaziyet bu olunca, siyasi parti liderleri de dövülüyor, gazeteciler de dövülüyor, analarda dövülüyor. Devletli, AKP’li olanın işkence etme, dayak atma, tehdit etme, küfür söyleme vs ne kadar ali kıran başkesenlik halleri varsa, hepsi serbest, hepsi mubah anlayış haline geliyor. İşte AKP-MHP iktidarının özü bu. İşine nasıl gelirse, neye gücü yeterse yapmaktan çekinmiyor.
Zaten bu yapılanlardan birinci dereceden sorumlu yetkililerin sözlerine baktığınızda “ey……..” diye başlayıp efelenen, had bildiren, ağzını açtığında insanlara buyuran, ahkam kesen, aşağılayan, “çocuk da olsa, kadında olsa gerekenler yapılacaktır” diyen, hele bir seçilsin göreyim” deyip tehdit eden sözlerin ardından sokaklarda izlemek zorunda kaldığımız işkence manzaraları.
Unutulmasın ki, bir ülkede anneler konuşamıyor ve göz yaşına boğuluyorsa, o ülkede demokrasinin kırıntısından bile söz edilemez. Bir yandan “Cennet anaların ayakları altında” denilecek, diğer yandan annelerin kendilerini ifade etme hakkı elinden alınacak, saldırıya maruz bırakılacak, fiziki, psikolojik işkenceye uğrayacak, gözaltına alınıp tutuklanacak. Bu ne yaman çelişki!
Ama aynı ülkede “cennet anaların ayakları altındadır” diye sabah akşam ibadet edenlere sormak lazım, hangi yasa size bu hakkı veriyor? Aslında hiçbir yasa size bu hakkı tanımıyor. Kimi yasal gerekçeleri getirip kılıfına uydursanız bile demokratik bir ülkede yargılanmadan kurtulamayacağınızı bilmelisiniz. Hele hele toplumun, demokratik kamuoyunun tepkisinden sizi çok seven iktidar bile koruyamaz.