Gezegenimiz çok güzel. Bozkırı başka, dağları, vadileri, nehirleri bir başka, ovaları, denizleri bambaşka güzel…
Bu güzellikleri hep görüp, yaşamak istiyoruz. Bizden sonra yaşayacak canlıların da burada yaşamak için doğuyor, dünyaya geliyorlar. Onların da yaşam alanı buralar. Bunu düşünmüyoruz. Bizden sonrası tufan bir yaşam tutturmuş gidiyoruz. Gelecekte buralarda yaşayacak olanlardan ödünç aldığımız bu kutsal emaneti düzgün teslim etmek için çabalamıyoruz. Borcumuza sadık değiliz. Hıyanetlik içindeyiz.
Tutumlu değiliz. Çok tüketiyoruz. Yıllık bir dünyalık değil, sanki var da, bir buçuk dünyalık tüketiyoruz gezegeni. Ayağımızı yorganımıza göre uzatmıyoruz, dünyaya sürekli borçlanıyoruz. İlerde dünyaya olan borcumuzu ödeyemeyeceğimizi bile bile hiç ediyoruz dünyayı. Dünyaya hıyanetlikte bizimle yarışacak canlı tanımıyoruz. Cahil cesaretine sahibiz. Bu yüzden dünyanın bir kısmını kendimizle birlikte batıracağız. “Böyle devam edersek, 2030 yılında 2 gezen bile biz insanlara yetmeyecek” diyor bilim insanları.
Biz çok tüketiyoruz diye elbette batmayacak bu gezegen, ama biz insanları sırtından atıp yoluna devam edecek bu dünya. Bizi sırtından atarken elbette kurunun yanında yaş da yanacak! Hiç kuşkunuz, kuşkumuz olmasın dünya yine devam edecek; ama bizsiz… Dünyaca ünlü fizikçi Stephen Hawking, “İnsanlık 200-500 yıl sonra kendine yeni bir yuva aramalı” diyor. Hala hayatta ise tabii ki diyorum ben de…
Türkiye çok güzel, zirvesinde kâr eksik olmayan dağları, bol güneşi ile dünya eşsizleri arasında.
Gel gör ki, maden arayacağız diye Türkiye yüzölçümünün yarısından fazlası için ruhsat vermişiz. Köstebek yuvasına dönüyor bu güzellikler. Küçük büyük demeden, hiçbir suyumuzu düğüm atıyor, özgür bırakmıyoruz. Enerji şirketlerine bol keseden ruhsatlar dağıttık, dağıtıyoruz. Su toprağa, toprak suya hasret hale geldi geliyor eli kulağında.
Rüzgâra geçit vermemek için dev pervaneler kurmuşuz hava koridorlarına. Yağmur rejimini bozuyormuşuz bu pervanelerle, ne gam! En güzel ovalarımıza jeo-termal, termik santraller kuruyoruz hiçbirini atlamadan, bir, bir…
Gıda adaletsizliği almış başını gitmiş. Üretim potansiyelimiz yerinde, ithal ediyoruz her bir şeyi her nedense? Tarım politikamız kadir bilmez kem ellerde, çiftçiler darda. Yaşam biçimleri değişiyor, değiştiriliyor insanların, kırsal nüfus azalıyor, kırlar cansız organizmalara dönüşüyor her geçen günde. Açlık ve yoksulluk artarken nüfus artışı hız kesmek bilmiyor.
Biyolojik sınırlar zorlanıyor. Biyoçeşitlilik yok oluyor. Kentleşme ve erozyon ile toprak kaybı had safhada. Su varlıkları azalıyor, olanları kullanılmaz kılmak için ayağımızı frenden çekmiyor, gaz pedalını köklüyoruz. İklim değişiyor aldırmıyoruz. Böylesine tüketiyoruz vesselam dünyayı, fazla fazla…
İnsanlar ve tüm canlılar için keyif kaçırıcı bu durumlar, çok uluslu şirketler için haz verici. Çünkü insanlarla birlikte diğer canlıların keyfi kaçtığı oranda çokuluslu şirketler kazanıyor da ondan. Hem de katır yükü ile değil, tır konvoyları ile çekiyorlar paraları, şifresini onların bildiği banknot depolarına. Bu yüzden dünyada 89 kişi dünya nüfusunun yarısından fazlasının sahip olduğu paraya sahip.
Dünya böyle yok olurken arsızlıklar, yolsuzluklar, pervasızlıkları duyuyor, izliyoruz gün boyu dünyanın dört bucağında. Gözümüzdeki merteği çıkar(a)mıyoruz, ama her şeyi biliyoruz, kardeşçe yaşamaktan başka. Düşman kılınıyoruz birbirimize, dana altında buzağı arattırıyorlar bize her seçim dönemlerinde. Oysa bu dünya hepimize yeter, gözü doymaz paragözler ile çokuluslu şirketlerin değil, hepimizin olursa!