Yasadışı İmralı tecrit rejimine son verilmesi, görüşmelerin başlatılması kime zarar verir? Yasaların uygulanması zaten devlet olmaktan gelen sorumluluğun gereğidir
Ayşe Gökkan
Doksanlı yılların başında, “PKK, 29. isyandır”, “düşük yoğunluklu savaş” gibi söylemler, Kurdistan sorununun demokratik yollarla çözülmesinin itirafları olarak ortalıkta dolaşıyordu. Köyler yakılıyor, faili belli cinayetler, gerilla-asker ölümleri Kurdistani coğrafyayı çepeçevre sarmıştı. Kadın mücadelesi, Hizbul-kontranın satırlı-jiletli saldırıları, kaçırılma, tehdit, gözaltında taciz-tecavüz, zorunlu göç, kıyım, yıkım listesi uzayıp gidiyordu. (Ne yazık ki bu günlerde de devam ediyor.)
Daha da ayrıntıya girmeden; o zaman TBMM 450 milletvekilinden oluşuyordu. Meclis oturumunda dönemin milletvekili Aydın Güven Gürkan kürsüye çıktı. Gözleriyle salonu dolaştı, barış istemenin oylamaya sunulmadığının içtenliğiyle söz alıp, “… Sizden rica ediyorum. Size yalvarıyorum. Ölenler bizim çocuklarımız. Bu kanı durdurun…” dedi. O gün Meclis oturumunda ne yuhalama, ne protesto, ne de saldıran oldu. Gürkan ne salondan atıldı ne de vekilliği düşürüldü. Turgut Özal, kamuoyuna açık olmasa da görüşmeler başlattı. (Ömrü yetmedi; yoksa ömrünün yetmesine izin mi verilmedi, halen muğlak.)
Bugün TBMM 600 milletvekilinden oluşuyor. Kürt sorununun demokratik yollarla çözülmesi için söz kuran, tecrit rejiminin insanlığa karşı işlenen suç olduğunu söyleyen, ifade özgürlüğünü kullanan herkes saldırıya uğruyor. Saldıranın itibar kaybetmediğini, birine saldıranın bizzat bu işten para kazandığını herhalde bilmeyen yoktur. Buna karşı bir örnek durumu izah etmeye yeter: 2013-15 yılları arasında barış ve çözüm aktörü Kürt Halk Lideri de kabul edilen Öcalan ile görüşme sürecinde tek bir insan yaşamını yitirmiş midir?
Türkiye ekonomisinin (dünya krizdeyken) en iyi olduğu, toplumun kendini özgürce ifade ettiği bir dönem olarak tüm kayıtlarda mevcut. Masa hükümet tarafından devrilip sorun çözülmediği için bugün TBMM taziye çadırına dönüştürülmüştür. Sorunun çözümü o kadar basit ki, Meclis’te “Sizden rica ediyorum, ölenler bizim çocuklarımız, durdurun bu kanı” diyecek siyasi bir iradenin olması, “devlet aklının” devreye girmesi “altı ayda Kürt sorununu çözerim” iradesini beyan eden Öcalan ile görüşmek yeter.
Kürt sorunu dünya devletlerinin çıkarlarının gündemine göre ele alındıkça Türkiye İsrailleşiyor. Kurdistan coğrafyası da Filistinleştiriliyor. Çok elin bulaşması hiç kimsenin yararına değil. Türkiye’nin uluslararası toplumun mevcut hak ve özgürlüklerini Kurdistani toplumlarla da tanıması yetiyor.
Yasadışı İmralı tecrit rejimine son verilmesi, görüşmelerin başlatılması kime zarar verir? Yasaların uygulanması zaten devlet olmaktan gelen sorumluluğun gereğidir. 30 yıldan bu yana İmralı görüşmelerinin yapıldığı dönem hariç kıyım ve yıkımın listesi 30 yıl öncesinden daha uzun, daha yoz ve daha kirli.
Evet, Türkiye yüzüncü yılını doldurdu. Kürtleri ve Kurdistani farklılıkları yok sayan bir yüzyılı acılarla dolduran Lozan Anlaşması da yüzyılını doldurdu. Türkiye mağduriyet yarattığı tüm uygulamalara son vermek, mağduriyetleri giderecek yasal düzenlemeler yapmak, bir daha bu ülkenin çocukları ölmesin diye “…durdurun bu kanı…” diyen sesi duyması, kanla yazılan yüz yıllık tarihin yerine demokrasi, eşitlik, özgürlükle yazılacak yüzyıla tüm kadınların, farklılıkların kucaklaşmasıyla girmek hayal değil!