Fransa, bu belayı atlatmak, toplumsal sorunların ekonomiyi daha önemli boyutlarda aşağıya çekmesini önlemek umuduyla alabildiğine borçlanıyor
M. Şehmus Güzel
Fransa’da korona belasının azmasına “ikinci dalga” ismi takıldı. Önce “sokağa çıkma” yasağıyla üstesinden gelinmek istendi. 54 ilde 46 milyon kişiyi, 66.5 milyonluk ülkede her üç kişiden ikisini kapsayan bu tedbirin ömrü bile dolmadan “yeniden evde kal” havası çalındı.
Böylece bizzat yöneticiler bir kez daha yerinde olmayan bir karar aldıklarını açıkça itiraf etmiş oldular. Eğer on gün önce sokağa çıkma yasağı yerine evde kal kararı alınsaydı o on gün içinde ölen üç bin kadar yurttaş, genç ve yaşlı, kadın ve erkek ölmeyebilirdi. Yarım tedbir tedbir sayılamaz. Yarım tedbir başa yeni belalar sarabilir. Bu kez de böyle oldu.
Bugün bu ülkeyi yönetenler maalesef ülke içi meseleleri çözemiyorlar. Deneyimsiz yöneticiler çuvallıyor. Fransız cumhurbaşkanı ve takımının en büyük sorunu takımın tümünün teknokrat ve/veya eski patron olması. Hükümet üyeleri, zengin mahallelerin çocukları, halkın nasıl yaşadığından habersiz. Bunlar korona belası gibi böylesi ciddi krizlerin üstesinden gelebilecek çapta değiller. Hiç değiller. Her geçen gün bunun farkına varılıyor. Haftalık orta sağ dergi Le Point daha birkaç hafta önce kapağını bu konuya ayırdı; “Bu işin altından kalkabilirler mi” sorusunu sorarak. Her yeni kamuoyu yoklamasında cumhurbaşkanına ve başbakanına güvenenlerin oranı azalıyor.
Yetkililer yetkilerini kötü kullanıyor. Eşiği aşıyor. İşte birkaç gün önce Sağlık Bakanı Millet Meclisi’nde soğukkanlılığını yitirdi ve milletvekillerini çocuk azarlar gibi azarladı. Sağlıksal Olağanüstü Hal’in (SOH) 16 Şubat 2021’e kadar uzatılmasını reddettikleri için. Asıl mesele Bakan’ın partisinden yeterli sayıda milletvekilinin o saatte (23:30 civarında) Meclis’te bulunmamaları sonucu muhalefet partilerinin, biraz da hınzırlık olsun diyerek, fırsat bu fırsattır iktidara bir gol atmasıydı, Sağlık Bakanı’nı çileden çıkaran.
Geçen Pazar günü Başbakan TF1’de (1. Kanalda) soru-yanıt faslında sömürgeciliği eleştirenleri kötüledi. Oysa cumhurbaşkanı daha bir süre önce sömürgeciliğin insanlığa karşı yapılmış bir suç olduğunu ilan etmişti, kendisine özgü müsamere havasında attığı “çok tarihi” nutuklarından birinde. O günden beri Başbakan televizyon ekranlarında hiç görünmedi. Şu son günlerde neler yaptığı konusunda tek haber çıkmadı.
Acaba cumhurbaşkanından sarı kart mı aldı sorusunu sormamak elde değil. Başbakan yazılı metinleri okurken başarılı, biraz General Charles de Gaulle’ü taklit ediyor havasını verse de. Ama böyle yazılı metinsiz olunca gerçek yüzü, tutuculuğu pat diye çıkıveriyor. Artık bilmiyoruz diyemeyiz: Bugün sömürgecilik meselesinde Cumhurbaşkanı ile Başbakanı aynı fikirde değil. Bu ciddi bir sorun mu? Yakında belli olur.
Son zamanlarda önemli kararlar Savunma Konseyi’nde (SK) alınıyor. Bizde askeri darbeler sonrasında yönetimi ele geçiren Milli Güvenlik Konseylerini anımsatan SK, Cumhurbaşkanı’nın reisliğinde, başbakan, ilgili birkaç bakan, Genelkurmay Başkanı, kuvvet komutanları, polis ve istihbarat yetkilileriyle, kimi kez yüksek birkaç bürokratla Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nda toplanıyor, önemli kararlar bu Konsey’de alınıyor.
Cumhurbaşkanının istediğini davet edebildiği SK’nın hiçbir makama karşı sorumluluğu yok. Ama kararları Hükümete ve Meclis’e ‘tavsiye’ olarak sunuluyor ve kararlar meşru, tüzel biçime dönüştürülüyor. Meclis’te geç saate kalıp kazaya uğramazsa elbette. Kaza sonucu ortaya çıkan arıza ertesi gün mutlaka gideriliyor. Ama seyircilere karşı ayıp oluyor.
SK 27 Ekim günü toplandı, kararlar alındı. Öğleden sonra Başbakan önce siyasi parti temsilcileriyle, sonra işçi ve işveren sendikaları konfederasyonları temsilcileriyle görüştü, korona belası konusunda görüşlerini aldı. Onlara alınmış ‘yeni kararları iletti’ ve kaçınılmaz olarak “ulusal birlik” çağrısı yaptı. Basına yansıdığına göre epey tartışmalı geçmiş toplantı.
Reis yapması gereken yurtiçi gezisini iptal etti: Korona belasının peşinden koşmaktan perişan olan, sınıfta kalan iktidar, bütün ülkede “YENİDEN EVDE KAL” kararını yine Cumhurbaşkanının ağzından dramatik ve tiyatromsu havada televizyondan yirmi dakikalık özel programla açıkladı. Yurttaşlar ikide bir yeni bir karar alan, ertesi gün değiştiren iktidara güvenini yitirdi. Alınan yeni kararlara uymak istemeyenlerin sayısı artıyor.
Kararlar arasındaki çelişkiler ve küçük tüccarlarla büyük süpermarketler arasında eşitsizlik yaratılması yeni kategorilerin hoşnutsuzlar kervanına katılmasına yol açıyor. Homurtular gittikçe yükseliyor, coğrafyası genişliyor. Yarınlarda neler olacak sorusu soruluyor.
Fransa, bu belayı atlatmak, toplumsal sorunların ekonomiyi daha önemli boyutlarda aşağıya çekmesini önlemek umuduyla alabildiğine borçlanıyor. Fransa, kendisine güvenildiği için, sıfır faizle borç almayı sürdürebiliyor.
İşsizliğin artmasını ve ciddi toplumsal patlamaları önlemek için evde kal kararı sonucu çalışamayanların ücretini devlet ödüyor: Tamamını veya yüzde yetmişini, sekseni…
Borçla yönetim ne kadar sürebileceği meçhul. Toplumsal hoşnutsuzluk daha ne kadar denetim altında tutulabilir. Bilinmiyor. Alışveriş merkezleri mezarlık havasında.
Dev süpermarketlerde kuyruklar tarihe karıştı, bedava gıda ürünü dağıtan yardımsever derneklerin dağıtım merkezleri önündeki kuyruklar alabildiğine uzadı. Yoksullar daha yoksullaşıyor. Fiyatları artıranlar daha da zenginleşiyor. Yurtsever geçinen koskocaman süpermarketlerin sahipleri, iri tüccarlar utanmıyor!
Kriz derinleşiyor. İktidar zorda. Sadece Fransa’da değil. Almanya’da da. Avrupa’nın tamamında da…