MÜYORBİR Başkanı ve müzisyen Burhan Şeşen ile müziğin ve memleketin halini konuştuk:
Nezahat Doğan
Pandemi süreci bir yılını geride bıraktı. Ancak normalleşmeden hala bahsetmek mümkün değil. Türkiye’nin pandemi dönemini yönetme biçimine dair eleştiriler sürüyor. İşsizlik artarken, esnaf kepenk kapatmak zorunda kaldı. Vakaların artışıyla birlikte yeniden bir kapanma olur mu? Her şey belirsizliğini korurken, en çok etkilenen sektörlerden biri de müzik piyasası oldu. Diziler, reklamlar gibi gerekli görülen organizasyonlar devam ederken, müzisyenler, ses sanatçıları, tiyatrolar, tiyatrocular için durum hiç de iç açıcı değil. En son Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın müzisyenler için 1000 TL’lik yardım teklifi de durumun vahametini ya da sanata bakışı ortaya koydu. Ancak yansıyan ise müzisyenler arasında ciddi bir örgütlülüğün olmadığı. Müzik Yorumcuları Meslek Birliği (MÜYORBİR) Başkanı ve müzisyen Burhan Şeşen, toplumsal dinamiklerdeki örgütlülüğün müzisyenler arasında olmadığına vurgu yaptı ve sanata bakışın Türkiye’de tek tipleştirilmeye çalışıldığına dikkat çekti. Peki bu dönem müzisyenler neler yaşadı, nasıl bir çözüm olabilir, müzikte sendikalaşma nasıl olabilir gibi soruların cevabını Burhan Şeşen ile konuştuk.
Müzik pandemi sürecinde yasaklandı mı?
Aynen! Şu an müzik gerçekten yasaklanmış durumda. Sıkıntı burada. Belki yasağı 21.00’de değil de 23.00’te uygulasa, mekanlar açık olsa. Bir DJ performansına izin veriliyor. Her şeye izin var ama canlı müziğe izin yok. Bunun mantığını gerçekten anlamış değilim. Yazıyoruz, çiziyoruz, konuşuyoruz, gerekli görüşmeleri yapıyoruz. Kültür Bakanı ile görüşüyoruz, o da İçişleri Bakanı’nı adres gösteriyor. İçişleri Bakanlığı’nın başında Süleyman Soylu var. Onunla herhangi bir konuda uzlaşma ihtimali düşünemiyorum açıkçası. Çünkü Türkiye’de bağırmakla bir ülkenin yönetileceğini düşünen yöneticiler var. Onun için çözüm bulunması çok zor. Fakat insanların da sahip çıkması lazım. Biz müzisyenler ve bütün sektörün. Devletten de beklememek lazım. Bir sürü milyon dolarlık şirketler var, onlar da bir girişimde bulunabilirler kıyısından köşesinden, bir adım atabilirler ve ellerini taşın altına koymaları lazım.
Müzisyenler neler yaşadı?
Birçoğu intiharın eşiğinde geldi, intihar edenler, müziği bırakanlar oldu. En büyük yarayı gerçekten müzik sektörü aldı. Özellikle canlı müzik sektörü, konserler dediğimiz alanlar. Benim tahminime göre de 400 bin kişi etkilendi. Devletin çok geç bir müdahalesi oldu. Neredeyse bir sene sonra bir müdahalesi oldu.
Nasıl bir müdahale?
İyi niyetli yapılmış bir müdahale oldu. Bin lira da olsa, 2 bin lira da olsa. Buna müzisyenler arasında bizim değerimiz bu mu dur diye tepki gösterenler oldu. Bu aslında o anlamda bir şey değil.
Ama bu sanatı ve sanatçıyı değersizleştirme değil midir? Tepki gösterilmesi de normal değil mi?
Ama müzik sektörünün görünmeyen çok fazla sorunu var. Bu pandemi döneminde açığa çıktı. Müzisyenlerin sadece TC kimlik numaraları var Türkiye’de. Emeklilik hakları yok. Sosyal güvenceleri yok. Vize kolaylığı yok. En son hatırlarsınız, Suavi’nin başına geldi. İngiltere’ye konseri var; orkestrası vize aldı, Suavi vize alamayınca konser iptal oldu. Böyle abukluklar da var maalesef. Çok eksiğimiz var. Bir defa sosyal bir devlet değiliz. Yıllardır hiçbir zaman bir müzik kültürü ve sanat politikası oluşmamış. Sadece devlette değil yerel yönetimlerde de oluşmamış, inanın bana. Çünkü yetkin insanlar değil o kültür sanatın başında oturanlar. Bu sadece günlük bir sorun değil, müzisyenlerin ve devletin sanata bakışının ve sosyal bir devlet olmamanın problemi. Ve bu pandemi ile daha açığa çıktı ve en ağırını da biz ödüyoruz. Bakın iktidarın en çok korktuğu şey bence sanatçılardır ve sanattır.
Neden?
Çünkü iktidar her şeyi yaratabilir ama kendi sanatçısını yaratamaz. Baktığınız zaman bir Edip Akbayram, bir Leman Sam halen yıllardır ayaktalar. Hükümetler gelip gidecek ama onlar halen ayakta kalmaya devam edecekler.
İktidarın derdi kendi sanatçısını yaratmak mı?
Yaratamaz. Hiçbir iktidar yapamaz. Yaratmaya çabalar ama yaratamaz. Dinlenenler, sevilenler ister muhafazakâr olsun: Edip Akbayram örneğinden yola çıkarsak türban takan kadınlar da dinliyor, başı açık kadınlar da dinliyor. Ama ancak çevrelerinde 5-10 tane insan bulurlar, onlar da zaten sanatçı olarak halkın gönlünde taht kurmamış insanlardır. Onlar her devrin insanıdır, ayrıca Saray’a gitmeleri çok doğru oluyor çünkü ancak onların gideceği yerler saraylar zaten, başka bir yere gidemezler.
Saray’a gidenlerle sanat sisteme entegre olup ayrışmıyor mu?
Tabi ki ama onlar orada kalıyor. Benim anladığım sanatçı kavramı mutlaka muhalif olacak. İktidara da muhalif olacak, yerel yönetimlere de muhalif olacak. Eğer bir şekilde beslenirse gerek devletten gerek yerel yönetimlerden hiçbir zaman sağlıklı bir eser üretemez. Hep bir korku ve otosansür ile karşı karşıya kalır. CHP de gelse ben yine muhalif olacağım. Çünkü ben siyaset üstü bir iş yaptığımı düşünüyorum. Şöyle bir handikap da var. Müzisyenler örgütlü olmaya alışmamışlar. Eylem lafından korkuyorlar. Sindirilme hali var. Eski atasözlerimiz vardır maalesef çok zararlı “Her koyun kendi bacağından asılır” gibi. O kültürle de büyüdükleri için kendi günlerini kurtarmaya çalışıyorlar. Ve sonuç da ortada.
Sanatta örgütlülük olsaydı pandemi sürecinde sorunlar daha görünür olur muydu?
Yüzde yüz katılıyorum. Aynı şeyi de söylüyorum. Eğer en ufak bir toplumsal olayda, futbol maçları devam ederken, diziler, reklamlar devam ederken bir tek müzik yasaklandığında sesimizi çıkarsaydık zaten bugün bu duruma gelmezdik. Ama ben bir Meslek Örgütü Birliği Başkanı olarak söylüyorum, meslek birlikleri bir yere kadar hakları savunabilirler, asıl işleri lisanslama ve tahsilatını yapmak.
Peki neden örgütlülük sağlanamıyor?
Sanatta doğası gereği bir rekabet var ama bu rekabet ne yazık ki toplumsal hareketlerin önüne geçiyor. Birlikte hareket etme kültürü yok. Özellikle müzisyenlerde, şarkıcılarda, sahneye çıkan insanlarda yok böyle bir kültür. Ayrıca gerçekten toplumda bir korku imparatorluğu hakim. Herkes her şeyden korkuyor, gerçekten bunun sonu nereye gidecek bilmiyorum. Görüyorsunuz sonuçları, bu eğer böyle giderse önüne geçilemeyecek kültürel erozyona uğrayacak Türkiye müzik anlamında. Hem yetkililer bu kadar duyarsız olursa, hem de bu işi yapan müzisyenler bu kadar korkak, ödlek, duyarsız olursa çok büyük sıkıntı var demektir.
Nasıl bir çözüm olmalı?
Sendikalaşmamız lazım. Rahmetli Ahmet Çelikkan’nın Ankara’da kurduğu müzisyenler sendikası vardı. Onların yeni başkanıyla konuştuk, burayı mutlaka İstanbul’a taşımalıyız, çünkü müzik sektörünün kalbi İstanbul’da ve bu yönetimi değiştirip toplumda saygınlığı olan, bu işte tecrübesi olan insanları yönetime alalım ki onların önderliğinde müzisyenleri toplayalım. Ama kabul etmediler, biz de o yüzden yeni bir sendika kurma aşamasındayız.
Sendika girişimi önemli. Nasıl olacak, kimlerle kuracaksınız?
Henüz tam netleştiremedik. Konuşuyoruz, düşünüyoruz, tartışıyoruz. Ya müzisyenler sendikası, ya da müzik işçileri ve emekçileri gibi bir sendika… İçinde fikir jimnastiği yaptığımız Cahit Berkay, Suavi, Hüseyin Turan, Gökhan, Ayşe Tütüncü, Derya Köroğlu, Nejat Yavaşoğulları, Nadir Göktürk, Hüsnü Arkan ve İlkay Akkaya’nın da olduğu bir ekibimiz var -unuttuğum arkadaşlarımdan da özür dileyim-. Biz artık belli bir yaşa geldik ama gençlerde intihar vakalarını gördük. Bir sürü genç arkadaşımız müzikten koptu. Geleceğin müziğini bu ülkede şekillendireceklerdi ama baktılar sosyal güvence yok, haklar yok, sağlık sigortası yok, sırtlarını dönüyorlar haklı olarak. Onları da geri kazanmamız lazım.
Peki müzisyenlerin profil değişimi nasıl olacak?
Bu müzisyen profili nasıl değişir, kişinin kendisi yapması lazım. Siz, ben değiştiremeyiz. Her müzisyenin kendini yenilemesi, değiştirmesi, geliştirmesi lazım ama maalesef öyle değiller. Çoğu kişi hepsi arkadaşım tanıdığım sevdiğim ama oturup sadece müzik konuşabilirsiniz. Siyasetin S’sini konuşamazsınız, bekli de biraz futbol konuşursunuz. Onun dışında bir kitaptı, film eleştirisiydi konuşamazsınız. Kimse birbirinin konserine gitmez, birbirini alkışlamaz, böyle tuhaf bir sektör açıkçası.
Neden birbirini alkışlamaz ki?
Belki bu çok kasıtlı olmasa bile o bilinç olmadığı için sonuç da bu oluyor. Tek bir nedeni yok. Çok yüksek bir ego, hiçbir şeyi bilmemek. Hani nasıl demişti üniversitenin rektörü “ben cahil ferasetine güvenirim”, bu onun gibi bir şey. Dillendirmiyor ama öyle bir cahilliğin marifet olduğunu zannediyorlar.
Boğaziçi rektörünün akademik durumu hala tartışılıyor.
Ya bir defa tek adam rejimi. Tek adam olunca orada bir durmak lazım. Biz de Boğaziçi’ne bir imza kampanyasıyla destek verdik. Niye ülke öyle bir parlamenter sistemden böyle parlamenter sisteme geçtiğini sorgulamak lazım ama bazı sokak röportajlarını hep birlikte izliyoruz. “Güler misiniz ağlar mısınız?” Benim hep aklıma Aysun Kayacı’nın yıllar evvel söylediği söz geliyor; “Çobanla benim oyum bir mi olacak.” Anlıyoruz zaten ülkenin niye bu halde olduğunu. Üzücü bir profil var. O röportajlar gerçekse ki gerçek.
Türkiye profili üzücü dediniz. Müzisyenler kendi başlarına alanlar da yaratmaya çalıştılar. Geçmişten günümüze doğru değişen ne?
Biz bir defa hiçbir zaman müziğe başladığımız zaman bunun maddi olarak karşılığını beklemedik. Özellikle 80 sonrası kurulan gruplarda. Mesela Moğollar, Cahit Berkay o ekipler ve kuşak. Biz hep müziği çok severek yaptık, halen de öyle. Yaptığınız iyi bir şey karşılığında kimse sırtınızı sıvazlamıyor. Hep bir yasaklamalar. Bunlarla uğraşıyoruz. Ne yazık ki demokrasi oturmamış bu ülkede. Ben halen niye oturmadığını tam anlayabilmiş değilim. Halen güce tapan insanlar var. Halen biat etmeye ihtiyaç duyan insanlar var. E bu böyle olunca bu ülkenin yeni nesil müziğine de yansıyor. Ama bizim nesil bu işi çok severek yaptı. Konserlere hoparlörlerimizi sırtımızda taşıyoruz. Benim için parayla bir ölçüsü yok. Sevdiğim işi yapıyorum ve yaptığım müziğin -ütopik bir düşünce bile olsa- dünyayı değiştireceğine olan inancım sonsuz.
Demokrasinin oturmadığı bir ülkede üretim ve içinde bulunduğunuz ortamı sorgulayarak bunun da etkilerini daha çok müzikte görebiliyor muyuz ya da göremiyor muyuz?
Vallahi kişiden kişiye değişiyor bu sorduğunuz soru. Evet diyecek insanlar var, hayır diyecek insanlar var. Bu tamamen bakış ile ilgili bir şey. Ayrıca bizim dönemdeki müzisyenlerin biraz daha başka alanlarla, başka disiplinlerle ilişki içindeydi. Yani sinemaya giderdik, tiyatroya giderdik, kitap okurduk. Ama şimdi yeni nesil müzisyenler sadece müzikle ilgililer. Özellikle dijital ortamda. Onun için de yapılan şarkıların, yazılan sözlerin hep bir tarafının eksik olduğunu düşünüyorum. Ya duygusu yok, ya sözlerin kendi içinde mantığı yok. Ya samimiyeti yok. Bir şeyi hep eksik. O yüzden iyi bir kitap okumak çok önemli şarkı sözü yazabilmek için. İyi bir film izlemek de önemli. Bazen aylak aylak sahilde gezmek de önemli. Genç müzisyenlerin kültürel olarak beslenmelerinde eksiklik görüyorum. Belki aramızdaki fark odur.
Teknoloji müziği nasıl etkiliyor?
Teknolojiyi iyi kullanmak lazım. Ama teknoloji sizi kullanırsa o zaman benzer müzikler, soundlar ortaya çıkıyor. Armoni diye bir şey kalmadı. Makine gibi üretiliyor. Ama bunu kıracak alternatif müzisyenler tabi ki var, onlar geleceğin müziğini şekillendirecek.
Kimler gibi mesela?
Nil İpek gibi, Eda Baba gibi, Can Kazaz, Cihan Mürteza gibi..
Kızınız Dilan da bunun içinde mi?
Evet! Kızım da bunların içinde tabi ki kendi sözünü, müziğini yapıyor; o yüzden sanıyorum bir Şeşen daha geliyor. Kendi müziğini yazan insanlar var olacak. Bir sürü cover yapan arkadaşlar da var ama onların kalıcı olacağını düşünmüyorum. Belki bir süre popüler olacaklar ama ancak kendi söz yazan ve müziğini yapanlar kalıcı olacaktır.
Bir de sorgulamayan bir gençlik mi var? Ayrıca bir şiddet dili mi hakim?
Biraz öyle! Hiçbir şeyi sorgulamayan, bakan, tamamen bir futbol takımı tutar gibi bir partiye bağımlı. Özellikle fanatizm, hep şiddete yönelik konuşmalar, tartışmalar. Televizyonlara baktığım zaman herkes birbirine bağırıyor. Ben bunu hiç anlamış değilim. Hep bağırarak bir yere gelmeye çalışıyorlar. Her şey oy ve iktidarda kalmak uğruna planlanıp yapılınca ortaya 20 senedir yaşadıklarımız çıkıyor. Ülkenin bir an evvel bu kabustan uyanması lazım. Hep birlikte bütün demokratik unsurlar bir araya gelerek ülkenin geleceği için çözüm bulmalılar. Bu sessizlik iyi bir sessizlik değil. Hakikaten sesimizi çıkarmalıyız çünkü “susma sustukça sıra sana gelecek”. Ben her zaman demokratik ölçülerde muhalif olmayı sürdüreceğim. Hayatım böyle başladı, böyle de gidecek.
Derdim iyi insan olabilmek…
Burhan Şeşen’in derdi nedir?
Hangisini söyleyim:) İnanın bana derdim iyi bir insan olabilmek. Gerçekten hep bir şeyler daha öğrenebilmek. Bilgiye açlığım var. Ben bu yaşıma kadar kavga etmedim ve gurur duyduğum şey odur. Üniversite yıllarında gençlik hareketinde siyasi olayların içinde de yer aldım ama hiç kimsenin canını fikir dışında acıtmadım. O bakımdan kendimi iyi hissederim. Şiddete başvurmadım ama düşüncelerimde her zaman olumlu olamadım, sert eleştiriler de yaptım ama hep düşünce bazında oldu. Dediğim gibi iyi olmak, iyi kalabilmek benim derdim en çok kendimle. “İşte geldik gidiyoruz”…