Bir 25 Kasım’ı daha geride bıraktık ve kadın düşmanlığının faşist tahkimatın en önemli ayaklarından birini oluşturduğunu da bir kez daha gördük. Keza kendi başına bir özne niteliği kazanan kadın hareketi, bu tahkimat karşısındaki en önemli direniş odaklarından biri. Tam da bu nedenle onda cisimleşen iradenin kırılması özel bir anlam kazanıyor. 25 Kasım’lar ya da kadınların sokakları doldurarak o büyük özlemlerini, öfke ve gelecek isteklerini dile getirdiği her eylem, bu yüzden özel bir irade savaşına dönüşüyor.
Rejim de 25 Kasım etkinlikleri düzenledi. Her konuda olduğu gibi bu konuda da “makbul” olanın ne olduğunu göstermeyi özel iş edindi. “Makbul” olmayan, eşitlik ve özgürlük için mücadele eden kadınlardı. Yasaklar, polis copu, ters kelepçe işkencesi, biber gazları, ayak kırmalar devreye girdi. Onlara yönelik düşmanlığının nasıl bir siyasal nitelik kazandığının altını çizmek istercesine…
Kendisiyse her türlü şiddet ve çürümenin kılıflandığı ailenin propaganda edildiği “makbul” törenler organize etti. Gerek salonlarda gerekse bize yasakladığı meydanlarda kendi gerici mesajlarını en hamasi en tumturaklı tören ve söylemlerle yineledi. Bu tablo bile kadın sorunun nasıl bir siyasi-toplumsal yarılmanın konusu olduğunu bir kez daha açıkça gösterdi.
İran’da “Jin, jiyan, azadî!” direnişinde kadınlar değişim ve dönüşümün temel dinamiği olduklarını göstermişken gerçekleşti bu saldırganlık. Ne tesadüf ki (!) kadın özgürleşmesinin en rafine halini temsil eden Rojava devrimine yönelik saldırganlıkla da çakıştı.
Fakat en büyük düşmanlarından bir olan kadın hareketi bu irade savaşında bir kez daha kazandı. Türkiye ve Kürdistan’ın hemen tüm illerinde sokağa çıkıldı. Gaza-copa-polis ablukasına karşı zincirlerini kıran kadınların iradesi dikildi.
Taksim’i abluka altına alan polisler, İstiklal Caddesi’ne geçişimizi engellerken çok emindiler; kadınların, kuşun uçuşuna izin verilmeyen bu ablukayı yarmaları ne mümkün diye düşünüyorlardı. Oluşturdukları bir barikata yöneldiğimizde bu düşünceleri, neyi neden savunduğunun farkında bile olmadığı anlaşılan genç bir polisin ağzından çıkan “Bugün İstiklal’de eğlence olmayacak hanımefendi” cümlesine dökülüyordu. Aldığı yanıt “göreceğiz” olunca o sırıtmasını daha da arttırarak ne kadar emin olduğunu göstermek istedi.
Bu polis, kadınlar bir şeye inandıklarında, onu varetmek için emek harcadıklarında kolay kolay teslim etmeyeceklerini bilmiyordu. Kâh sabırlı bir işçi kâh ateşli bir devrimci olabileceklerini, hedefleri için ince ince plan yapabileceklerini, bu planların içine kararlılıklarını olduğu kadar neşelerini, coşkularını katabileceklerini bilmiyordu. Eylem saatine yaklaşık yarım saat varken ettiği bu sözün hükümsüz olduğunu hızla görmüş olmalı. Keza kadınlar, İstiklal’e çıkamasalar da tüm Taksim civarını; Karaköy’den Haliç’e, Şişhane’den Tünel’in burnunun dibine kadar dört bir yandan kilitlediler; yaratıcılıkları, organize olma yetenekleri ve dayanışmanın hiç eksilmeyen gücüyle… Planlarına uygun olarak pankartları, sloganları, zılgıtlarıyla her yerden çıkıp meydan okudular bu faşist ablukaya.
Belki önceki yıllarda olduğu gibi alanlar on binlerce kadınla dolamadı. Ama bu hareketin öncü çekirdeğinin iradesinin kırılıp kırılmayacağı önemliydi ve o öncü çekirdeğin başeğmezliği evlerinden, kafelerden, basından ve sosyal medyadan süreci takip eden on binlerce kadına ulaştı. Kadınlar bu yüzyılın yangınıydı, bunu kimse değiştiremezdi!
Bu 25 Kasım, kadın hareketinin gücünü, aklını, ruhunu olduğu kadar karşı karşıya olduğu kritik eşiği ve hareketin bu eşikte kendisini nasıl tahkim ettiğini de fotoğrafladı. Ekonomik-siyasi krizin, savaş ve işgal politikalarının en çok vurduğu kadınlar, dillerini, slogan ve duruşlarını da buna uygun şekilde yeniden kuruyor. Kadın hareketi esneklik ve kapsayıcılığını kaybetmeden daha fazla siyasallaşıyor. Bu siyasallaşma geniş kadın kitlelerinde de karşılığını bulan bir siyasallaşma. Çünkü faşist cendere en çok kadınları boğuyor ve bu gerçek, kadın kitlelerinin tarihsel gericilik birikimi de dahil sistemi ayakta tutan her dayanakla daha net bir hesaplaşma içine girmelerine zemin hazırlıyor.
Tarihsel koşullar, kadın hareketinin de bu gerçeklik içinde devinerek eksilmeden sağlamlaşmasını mayalıyor. Bu açıdan da kadın hareketi aslında kendi siyasi niteliğini, talepler bütünlüğünü, sınıfsal çizgilerini, üzerine bastığı zemini eylemli bir süreç içinde yeniden yazıyor demek isabetsiz olmayacaktır. Yoluysa açık, keza kafalar ve ruhlar buna hazır.
Buradan devam edecek ve gelişecek, tüm dünyada olduğu gibi…
Buradan devam edecek ve gelişecek, tüm dünyada olduğu gibi…