14 Mayıs milletvekilliği ve cumhurbaşkanlığı seçimleri sonuçları itibariyle belli bir süre daha tartışılmaya devam edecek. AKP-MHP’nin ana gövdesini oluşturduğu Cumhur İttifakı’nın oy kaybı yaşamasına rağmen seçim sisteminin de etkisiyle mecliste milletvekili çoğunluğunu kazandığı bir tabloyla karşı karşıyayız.
Resmi olarak açıklanan sonuçlara göre Recep Tayyip Erdoğan’ın 14 Mayıs’ta aldığı oy oranı 24 Haziran 2018 seçimlerine göre yüzde 3.1 puan düştü. İkinci tura kalan Erdoğan ve Kılıçdaroğlu arasındaki oy farkı yaklaşık 2.5 milyon olarak açıklanmış durumda. Bütün bu rakamların ne kadar gerçek olduğunu bilmiyoruz. Bu düşük oy farkına rağmen iktidarın neden “atı alıp Üsküdar’ı geçmediği” ise ikinci turda daha fazla bir fark elde etmesiyle açıklanabilir ancak.
Seçim sonuçlarının kabaca gösterdiği gibi neredeyse yarısının (% 42) asgari ücretle çalıştığı koşullarda halk iki ana kampa ayrılmış durumdadır. İktidarın ezici bir üstünlük kuramadığı koşullarda, muhalefetin ise ekonomik krizin, çalışma ve yaşam koşullarının giderek kötüleşmesinin ve son olarak depremler nedeniyle yaşanan can ve mal kayıpların yarattığı tepkiyle iktidarı ele geçirme hayalleri gerçekleşmemiş durumdadır.
İktidar ile muhalefet arasında büyük oy farkı olmaması ve dahası iktidarın bir önceki seçimlere göre oy kaybı yaşaması, hakim sınıfların iktidar mücadelesinin şimdilik ikinci tur seçimlerine ötelenmesine neden oldu. Ortaya çıkan bu başa baş durumun, Türk hakim sınıflarının krizinin devam ettirdiğini söylemek gerekir. Erdoğan, toplumun nerede yarısının desteğini alamamaktadır. Muhalefet ise Erdoğan’ı devirecek ezici bir kitle desteğini sağlayamamaktadır. Seçimlerin ikinci turunda bu pata durumun “vatan millet adına” yapıldığı söylenen burjuva siyasetin pazarlık masasında değiştirilmesi hedeflenmektedir. Ancak görünen, ikinci tur seçim sonuçları ne olursa olsun Türk hakim sınıflarının krizi devam edecektir. Bu kriz hali -kim seçilirse seçilsin- sadece siyasi olarak değil, ekonomik olarak da iflas etmiş bir ekonomi gerçekliği içinde faturanın halka çıkarılmasıyla devam edecektir.
Seçimler öncesinde özellikle burjuva muhalefetin estirdiği “ilk turda kazanma” propagandasının, açıklanan seçim sonuçları başa baş olmasına rağmen ters teptiğini ifade etmek gerekir. Bu durum beraberinde burjuva analistlerin yine bilinen ve halkı suçlayan analizlerinin yanında özellikle muhalif çevrelerde “bu halktan ‘adam’ olmaz” söylemlerini artırmış görünmektedir.
İktidarın kitle desteğinin gerilediği ancak burjuva muhalefetin halkın çalışma ve yaşam koşullarına dair somut hiçbir öneri getirmediği koşullarda, iktidar kliğini desteklemeyi sürdüren kitlelerin eldekini de kaybetmeme riskini göze almadığını, bu anlamıyla son derece pragmatist ve rasyonel davrandığını görmeyen bu yaklaşımların elbette bir kıymeti harbiyesi yoktur.
Coğrafyamızda seçimler, demokratik hakların bastırıldığı, kitlelerin siyasetten bilinçli olarak uzak tutulduğu ve beş yılda bir göstermelik de olsa demokratik hakkın kullanımı olarak gösterildiği (ki halkın seçimlere katılımının yüksekliğinin bir nedeni de budur) koşullarda önemlidir. Ancak her şey değildir. Seçim süreci, 24 yaşındayken Türk devleti tarafından görüşleri “ihtilalci komünizmin en tehlikelisi” olarak görülen ve tam da bu nedenle katledilen İbrahim Kaypakkaya’nın 50. ölüm yıldönümüne denk gelmiştir. Bu genç önderin sadece Türkiye devrimine dair çok bilinen ve tekrarlanan Kemalizm ve Milli Mesele gibi tezlerinin yanında aynı zamanda tarih tezi de günümüzde yaşanan ve seçimler nedeniyle daha da şiddetlenen iktidar mücadelesini anlama ve yorumlamamızı kolaylaştırmaktadır. İbrahim Kaypakkaya’nın Osmanlı/Türkiye tarihi ve toplumuna dair çözümlemelerinde de işaret ettiği üzere Türk hakim sınıfları kendi politik iktidar mücadelelerinde iki ana kampa ayrılmışlardır. Halk kendi çıkarlarını savunan gerçek bir alternatif görmediği koşullarda, hayatının olağan akışı içinde önündeki alternatiflerden birini seçmek zorunda bırakılmaktadır. Şimdi de yaşanan budur.
“Bu halktan ‘adam’ olmaz” gibi aslında kendi görevlerini dışına-başkasına yükleyen yakınmacı tarza kesinlikle prim verilmemelidir. Seçim sonuçları coğrafyamızda meselelere sınıfsal temelde bakanlar açısından bir kez daha, kitlelerle temas etmenin önemini, kitlelerin “seçmen” olarak değil tarihi yapan özneler olduğunu göstermiş durumdadır. Bu gösterge seçim sonrasında özellikle muhalif çevrelerde yaşanan “seçim yoluyla faşizmi yıkma” hayallerinin tuzla buz olmasının etkisiyle halka tepeden bakma yaklaşımlarının arttığı koşullarda da geçerlidir.
Halkın bir kesiminin iktidar arkasında diğer kesiminin burjuva muhalefetin arkasında yedeklendiği koşullarda; demokrasi ve devrim mücadelesinin hakim sınıflarının her iki kliğine karşı, seçimler de dahil olmak üzere her yol ve yöntemi kullanarak, halk kitleleriyle temas etmekten geçtiği; güçlü bir devrimci fırtınanın ancak ve ancak bu damlaları biriktirerek yaşanabileceği bir kez daha kendini göstermiştir.
Her on yılda bir askeri darbelere maruz kalan, her türlü hak mücadelesi faşist terörle bastırılan, demokratik haklarını kullanmak istediğinde “Silivri soğuktur şimdi” şakalarına maruz kalan bir halktan bahsettiğimiz ve bu halkın başta Kürt halkı olmak üzere Türkiyeli devrimciler de dahil olmak üzere direndiğini, mücadele ettiğini unutmamak gerekir. Bu halkın “adam olmak” bir yana, Serhildanlara durduğunu, Gezilere çıktığını ve illa ki “havanın durgunluğuna aldanmamayı, derya denilen şeyin uyur uyur uyan”dığını akıldan çıkarmamak gerekir.