Cumartesi Anneleri’nin, Cumartesi İnsanları’nın acılarla örülmüş, ardında derin acılı izler olan bir hafıza mekanına dönüşmüş olan, Galatasaray Meydanı’na sahip çıkmaya çalışmaları maalesef polis baskısıyla karşılaşmaya devam ediyor. Türkiye Cumhuriyeti devleti, uluslararası sözleşmeleri zaten uygulamıyor, sürekli ihlal ediyor. Ancak kendi iç hukukunu da çok uzun bir süredir hiçbir şekilde uygulamıyor. O her zaman eleştirdiğimiz, beğenmediğimiz iç hukuk dahi uygulanmıyor.
Anayasa Mahkemesi, Cumartesi Anneleri’ne yönelik engelleme ve gözaltı işlemlerinin hukuk dışı olduğuna karar verdi ve gerek Maside Ocak davasında gerekse Gülseren Yoleri’nin yaptığı başvuruda Türkiye Cumhuriyeti devletinin bir hak ihlali oluşturduğuna, Cumartesi Anneleri’nin açıklama ve kendilerini ifade etme haklarına engel olunduğuna karar verdi. Anayasa Mahkemesi’nin bu kararına rağmen bir idari görevli bir Kaymakam Türk iç hukukunun en üst hukuk makamı olan Anayasa Mahkemesi’nin kararını hiçe sayarak Cumartesi Anneleri eylemini engellemeye devam ediyor.
Her hafta kötü muamele uygulanarak -çoğu belli bir yaşı geçmiş olan insanlar-gözaltına alınıyorlar, itilip kakılıyorlar, ters kelepçeye maruz kalıyorlar ayrıca bu çok sıcak günlerde havasız araçlarda saatlerce bekletiliyorlar.
Oysa bir zamanlar devleti yönetenler farklı değildi sadece makamlar farklıydı. O zaman başbakan olan şimdinin cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan 2011 yılında Cumartesi Anneleri ile bir görüşme yapmış hatta kamuoyu tarafından çok bilinen Berfo Teyze’ye bir söz vermişti. Hatta verilen bu söz sonrasında, Meclis İnsan Hakları Komisyonu Cemil Kırbayır dosyasını araştırmış ve bizzat devletin kendi resmi raporunda “Cemil Kırbayır’ın işkenceyle öldürülerek cenazesinin yok edildiği düşünülmektedir” diyerek rapor hazırlanmıştır.
İşte Cumartesi Anneleri eyleminde bu sessiz, sakin, slogansız eylemde, hep hatırlatılmak istenen de bu acılı insan hikayeleridir. Bu büyük acının arkasındaki mezarsızlık duygusudur.
Örneğin geçtiğimiz hafta bir kez daha Cumartesi Anneleri eylemi engellendi ve hepimiz kötü muameleye maruz kalarak gözaltına alındık. Oysa önemli olan bizim gözaltına alınmamız değildi. Önemli olan bu eyleme konu olan günde, küçücük yaştaki bir gazetecinin gözaltında kaybedilmesiydi. Ferhat Tepe’nin yıldönümüydü.
Ferhat Tepe gibi onlarca, yüzlerce insan gözaltında kaybedildi. İşte belki de bu engellemelerle, bu gözaltı olaylarıyla bu hikayeleri unutturmaya çalışıyorlar, bu hafızayı silmeye çalışıyorlar. Ancak bu hafıza asla silinmeyecek bir hafıza.
Bugün Cumartesi Anneleri eyleminin ya da birçok hak talebinin bu kadar kolay engelleniyor olmasında toplumun içinde bulunduğu büyük sessizlik ve korku ortamının da çok büyük bir etkisi olduğunu düşünüyorum. Örneğin gözaltında kayıp olayları içinde çok bilinen acılı hikayelerden biridir Dargeçit kayıpları. 1995 tarihinde Dargeçit’te 29 Ekim günü, 7 insan gözaltına alındı. Bu insanlardan ikisi henüz 13 ve 14 yaşlarındaki çocuklardı. Bu insanların hepsi gözaltında kaybedildiler. Yıllar sonra onların kaybedildiği Dargeçit’te görev yapan Bilal Batırır isimli bir uzman çavuş, konuşmaya karar verdi. Çevresindeki birçok insana bu 7 insanın nasıl gözaltına alındığını, nasıl kazanlarda yakıldığını ve cenazelerinin, bu yakılmış bedenlerin nasıl gömüldüğünü anlatmaya başladı. Bütün bunları haber alan komutan çok sinirlendi ve bir süre sonra uzman çavuş Bilal Batırır da gözaltında kaybedildi. Bu komutanın ismi Mehmet Tire idi. Mehmet Tire yıllarca özgürce dolaştı.
Bu arada Dargeçit kayıplarının çok uzun yıllar sonra ailelerin gösterdiği yerde savcılık kararı ile mezarları açıldı ve gerçekten de Dargeçit kayıplarının o ailelerinin gösterdiği yerde bir mezara, topluca gömüldükleri ortaya çıktı. Mezarın açılması sırasında ben de oradaydım. O acılı ailelerin, acılarının yakın tanığı oldum.
İşte o acılara sebep olan Mehmet Tire bir süre sonra bu coğrafyanın en demokrat insanlarının, en solcu insanlarının tatil yaptıkları Bodrum Gümüşlük’te yıllarca belediye başkanı olarak görev yaptı.
Evet bu kadar insanın katlinden sorumlu Mehmet Tire, Bodrum Gümüşlük’te yıllarca özgürce kimse ses çıkarmadan, kimse itiraz etmeden belediye başkanı olarak görev yaptı.
O zaman toplumun, bütün bu suçların, bu kadar kolay işlenmesinde hiç rolü yok mu?