Leyla Güven’in fahiş bir ceza sonucu tutuklanması, MHP başı Bahçeli ve onun adamı tarafından ilan edilen “haşere itlaf planının” uygulanmaya konmasından başka bir şey değildir. Beş yıl önce Erdoğan’ın “Kobane düştü düşecek” diye “oohhh, ohhhh” çekmesi üzerine başlayan ve kontraların kanlı çatışmalara yol açtığı gösterilere katılanların Kürdistan’ın her yerinde beş yıl sonra gözaltına alınıp tutuklanması, faşist “haşere itlaf planının” uygulandığını gözler önüne seriyor.
“İtlaf planının” mucidi, geçtiğimiz gün Osman Kavala ve Selahattin Demirtaş’ın adını anarak, görülen bütün soykırım davalarının en kısa zamanda sonuca bağlanması yönünde yargıya talimat verdi. Bu talimatın ilk uygulaması Leyla Güven’in hakkında açılan ve yirmi küsür yıl hapis hükmü verilen devada karşımıza çıktı.
Rejimin acelesi ne?
Rejimin acelesi er ya da geç zindan kapılarına dayanacak olan direnişin ve AİHM kararlarının önüne “kesinleşmiş hüküm kararlarını” çıkartarak tutuklamalara itirazların önünü kesmek ve yürüttükleri siyasi soykırım sürecinde biraz daha zaman kazanmaktır.
Leyla Güven Kürt kadınının cesaret anıtıdır. O, PKK Önderi Öcalan’ın üstündeki tecrit işkencesine karşı hayatını ortaya koydu. Öyle bir direniş iradesi gösterdi ki, rejim İmralı tecridinde bir gedik açmaya mecbur kaldı. Şimdi Öcalan’a yıllar sonra kısa da olsa halka seslenme imkanı sağlayan bu direniş nedeniyle, rejim Leyla Güven’den intikam alıyor.
Bu intikam alma hırsının altında rejimin artık yıkılma aşamasına gelmiş olmasının yarattığı “yenilgi psikolojisi” yatıyor. Diktatörler devrilmeden az önce amansız katlimlarla ayakta kalmaya çalışırlar. Bütün savaşların tarihi yenilen orduların işgal ettikleri yerlerden kaçarken arkalarında akıl almaz bir vahşeti resmeden yıkılmış, yakılmış şehirler bırakırlar.
AKP-MHP rejimi artık bu psikolojinin etkisi altındadırlar.
Nazi Ordusu’nun Stalingrad’dan sonra geri çekiliş sürecini inceleyin. Sovyet ve Amerikan ordularının ulaşmasına saatler kala on binlerce komünisti, Yahudiyi yok etmelerindeki genel sınıfsal güdüyü kolayca anlarsınız. Biz geberirken onlar da gebersin intikamcı duygusudur bu. Normandiya çıkarmasından sonra Nazi ordusu İngiliz ve Amerikan kuvvetleriyle çarpışmak yerine Sovyet ordusuna, üstelik hiçbir zafer umudu olmadığı halde verebileceği zararın maksimumunu verdirerek, o İngiliz ve Amerikalılara sınıfsal destek politikası izlemişlerdi. Savaş sonrasında birçok savaş suçlusu, generaller, Nazi gizli polisi ve casusluk örgütü elemanları bu politikalarının ödülünü aldılar.
Ve şimdi rejim de böyle yapıyor. Yıkılmadan önce, kendisinin yerine gelecek “sınıf yoldaşlarının” yolunu açarak onların “intikamından” kurtulmaya çalışıyor. Yıkılırken en büyük zararı Kürt halkına, onun siyasi güçlerine, Kürdistan’ın Leylalarına veriyor. Böylece bu rejimin yerine geçecek sistem içi güçlere son bir yardımda bulunuyor.
Hiç kuşkusuz bunu yaparken yıkılmayı geciktirmek, belki son anda yenilgiden kurtulmayı da düşünüyor.
Ancak…
Rejim yanlış kapıyı zorladı. Şu anda hapisanelerde İmralı tecridine karşı açlık grevleri giderek yayılırken, bu açlık grevcilerinin arasına “ölüm orucundan” geçmiş ve rejimi geriletmiş bir kahraman kadını kendi eliyle koymuştur. Şimdi zindan direnişleri yepyeni bir aşamanın da eşiğine böylece gelmiştir. Direniş Leyla Güven’in şahsında büyük bir öncüye kavuşmuştur. Bu defa zindan direnişi zafere Leyla Güven’le birlikte daha yakındır.
Karşı karşıya olduğumuz temel mesele, birçok kereler olduğu gibi zindan direnişçileri ölüm eşiğine gelene kadar direnişe gerekli etkin desteği vermeme hatasını bir kere daha yapmamaktır. Açlık grevlerinin onların taleplerine yeterince sahip çıkmayışımıza karşı da bir “eleştirel direniş” biçimi olduğunu unutmayalım. Leyla Güvenlerin, şu andaki direnişçilerin bu mücadeleden sağ salim ve zaferle çıkması dışarıdaki bizlerin bu direnişe ne ölçüde destek olacağımıza doğrudan bağlıdır.
Bu defa zindan direnişinin zaferi, AKP-MHP rejiminden demokrasiye geçişin fitilini ateşleyecektir.