Bunca kötü gidişatın içinde bilime olan inancımızı tazeledikleri ve bize bilimin şaşmaz kurallarını kanıtladıkları için kimi gelişmelere teşekkür borçluyuz. Bazen asla uğramadığını düşündüğümüz bu topraklarda bile bilimin kendisini kanıtlama fırsatını bulmasına hayranlık duymamak mümkün değil. Ankara, 10 Ocak Salı günü kuantumun dolanıklık alanında keşfedilen Bell Eşitsizliği ilkesinin kanıtlandığı ender bir örneğe sahne oldu.
Ne alaka demeyin. Kabaca, bir varlığın ya da nesnenin aynı anda birden fazla yerde olmasını mümkün kılan bu teorem sadece bir kez daha kanıtlanmakla kalmadı, “Kuantum Türkiye Modeli” olarak siyasi bir form kazandı. Sonuç elbette iyiliğe çıkmadı ve elbette insanda üzüntü, acı ve hüsran uyandırıyor. Zaten bilimin her zaman iyiye ve güzele hizmet etmediğini biliyoruz, tıpkı bilimsel yöntemler kullanılarak icat edilen atom bombasının insanlık için büyük felaketlere yol açması gibi.
Grup toplantılarının yapıldığı salı, Ankara’da siyasetin günü olarak kabul edilir. 10 Ocak Salı günü de hukuksuzlukta sınırların neredeyse tümüyle aşıldığı bir gün olarak Türkiye yakın tarihinin kritik günlerinden biri olarak hatırlanacak. Sinan Ateş cinayetiyle ilgili gözlerin çevrildiği MHP ve onun Genel Başkanı Bahçeli, günler sonra grup toplantısında isim anmadan, yönetilen soruların hiçbirine cevap vermeden, şüpheleri daha da derinleştirerek, “şerefsiz” kelimesinin gün yüzü görmemiş “şerefsiz kere şerefsiz” gibi bütün formlarını kullanarak meseleye değindi ağzından bal damlayarak! Hem de ne değinme? Bütün işaretler, ortaya çıkan ilişkiler ağı, ulaşılan bilgiler, tutuklanan isimler, kullanılan tetikçiler, tetikçilere eskortluk eden özel harekatçılar, katilleri saklayan vekiller, hiç şaşırtmadan o vekiller ile fotoğraf çektiren İçişleri Bakanı, tetikçilere aktarılan paralar, o paraların belirsiz kaynağı ve daha nice işaretler MHP’yi gösterirken salı günü öğrendik ki Sinan Ateş cinayetinde MHP dışında herkes suçluymuş ve cinayetten öte, cinayetin gölgesini MHP’nin üzerine düşürmeye çalışıyorlarmış. MHP Grup Toplantısı sadece hukuk katledilerek bu siyasi cinayeti aklamadı, aynı zamanda hukuka meydan okunan bir arenaya dönüştü, Bahçeli’nin zanlıları işaret ederek “Gücünüz varsa gelip alın” sözleriyle.
MHP grubunda bu siyasi cinayet aklanırken, hukuka meydan okunurken aynı saatlerde Anayasa Mahkemesi’nde HDP’nin kapatma davasına ilişkin Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı tarafından sözlü mütalaa veriliyordu. Şen şakrak çıktı kameraların karşısına Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Bekir Şahin ve HDP’nin kapatılması için ileri sürdüğü “deliller” konusunda kamuoyunun derin merakını gidermiş oldu! Kısacası “Boşuna merak etmeyin, HDP’nin kapatılması gerektiğini delillendirmek zorunda değilim, HDP neden kapatılmaması gerektiğini ispatlamak zorunda” demiş oldu. Henüz sunduğu mütalaa davalı partiye iletilmedi ama Başsavcı’nın yaptığı açıklamada tek delilin HDP’nin PKK’yi kınamaması, HDP önüne yönlendirilen ailelerin yaptığı eylem olduğunu öğrenmiş olduk. Haksızlık etmemek lazım, bir büyük delil de HDP’nin bir muhalefet partisi olarak iktidar blokunun kullandığı siyasi dili kullanmaması da kapatma davasının gerekçesi olarak Anayasa Mahkemesi’nin önüne konulmuş oldu. Delil bile sunma zahmetine girmeyen ve her talebinin mahkeme tarafından kabulleneceğine bu kadar güvenen Başsavcı sanki başka bir seçeneği varmış gibi “Karar yüce mahkemenindir” dedi bıyık altından gülerek. Başından beri bu kapatma davasının MHP’nin talep ve istekleri doğrultusunda ilerlemesini; iddianamenin hazırlanması, sunulması için seçilen tarihlerin MHP’nin siyasi takvimine uygun olmasını bir kenara bıraksak bile bu son örnek MHP’nin aynı anda hem siyasi cinayetleri aklama hem de rakip partileri kapattırma hamleleri yapmaya yeltendiğini görmüş olduk.
Salı günü yaşananlar üzerinden iki farklı olaydan, iki farklı mekandan, iki farklı kişiden hatta farklı kurumlardan ve işleyişlerden bahsediyormuşuz gibi gelebilir ama aslında tek bir iradenin işleyişidir tanıklık ettiğimiz. Bahçeli’nin ve siyasi tezlerinin aynı gün aynı saatlerde hem Meclis’te hem de AYM’de olmasını başka türlü izah etmek mümkün değil. Bu durum HDP’ye yönelik karşıtlığın çok ötesinde Türkiye siyasetinde bir güç gösterisi aynı zamanda. Devlet kurumlarını bir siyasi partinin önceliklerine göre dizayn etme hamleleri… Kimin gücünün borusunun öttüğünün kimin hukukunun geçerli olduğunun kanıtı. Bütün bunlar HDP’ye işlemez ve elbette HDP bu saldırılardan daha da güçlenerek çıkar. Fakat büyük ortak için bile ciddi mesajlar içeriyor bu hamlelerin tamamı. Paralel yapılanmanın kuralları işliyor bir kez daha ve asıl güç sahipleri yarın bir kez daha “Allah bizi affetsin” dediğinde iş işten geçmiş olacak.