2019’u geride bırakıp, geleceğe umutla bakmak istiyorduk ki 2020 de fırtına gibi başladı. ABD ile İran arasındaki gerilim, Akdeniz’deki bilek güreşi, Libya’daki savaş oyunları… İdlib ve Suriye’de süren savaş, Irak’taki çatışmalar zaten kimsenin umurunda değil artık. Herkes büyük bir sıradanlıkla seyrediyor oralarda yaşananları. Ya da Kuzey ve Doğu Suriye halklarına reva görülenleri.
ABD’nin Kasım Süleymani’ye yönelik düzenlediği suikast ile başlayan, bir haftadır devam eden ve en son önceki akşam İran’ın Irak’taki ABD üslerine karşı misillemesiyle tırmanan gerginlikte gözler ABD ve Trump’taydı. Neyse ki Trump açıklamalarıyla içimize su serpti! “Attığınız füzeler değmedi ki” diyerek şimdilik ekonomik yaptırım tehdidiyle yetindi. Eğer, Pentagon ve Trump’ın “İran’ın misilleme saldırılarında hiçbir ABD’li zarar görmedi, İran bilerek ABD hedeflerini ıskaladı” açıklamaları gerçeği yansıtıyorsa – ki İran’ın tehditlerine rağmen söylediklerinin satır aralarında da çatışmayı derinleştirmek istemediğinin işaretleri vardı – bu iki tarafın bundan sonra gerilimi kontrollü bir şekilde sürdürme konusunda zımni bir anlaşmaya vardıkları anlamına gelir. Yok eğer söyledikleri gerçeği yansıtmıyor, gerçekten İran misillemesi yerini bulmuşsa da ABD ifade ettiği gerekçelerle yine çatışmayı derinleştirmek istemediğini göstermiş oldu. İran zaten başından beri takındığı tutumla sınırlı bir meydan okuma hamlesinin ötesine geçmeyeceğini göstermişti.
Şimdilik başımıza bombalar yağmayacak olmasının ötesinde sevinilecek bir durum yok. Çünkü ABD ve İran arasında yaşanacak olan kontrollü gerilim, bütün Ortadoğu’da zamana yayılmış, süreklileştirilmiş, dünyanın iki güç arasında taraflaşmaya zorlandığı bir gerilim anlamına geliyor. Taraflar zaman zaman birbirlerine karşı son bir hafta yaşananlara benzer operasyonlar çekebilir, askeri hamlelerde bulunabilir ve kimi karşı karşıya gelişleri derinleştirilebilir. Ancak ABD İran’a karşı askeri güçle sonuç almaktan ziyade askeri ve siyasal gücüyle desteklenmiş ekonomik yaptırımla sonuç almak istiyor. Buna karşılık İran ise, bölgedeki nüfuz alanlarını genişleterek, ideolojik hegemonyasını derinleştiren bir yönelim içinde olmayı amaçlıyor.
ABD ile İran ya da herhangi iki hegemonik güç arasında gerilimi, savaşı, çatışmayı süreklileştirmeye yönelik zımni anlaşma, bölge halklarının ensesinde boza pişirmeye devam etme anlaşmasıdır. Bölge halkları sömürü peşinde olan iki ahmak arasındaki gerilimin ve gerginliğin tarafı değil, olmamalıdır. Ne sakallı ve kapitalist mola ne de takım elbiseli ve paraya iman etmiş bir kapitalist arasında tercih yapmak zorundadır ve zaten bunların birbirinden farkı da yoktur. Ortada ABD ve İran diye iki taraf da yok aslında. Ortada halklara savaş dayatan küresel ve bölgesel emperyalist bir taraf var ve onların şiddeti altında can çekişen halklar ve toplumlar var. Bu taraflar bazen ABD ile Kore, bazen ABD ile Çin, bazen ABD ile Rusya, Rusya ile Türkiye, Türkiye ile Suriye oluyor… Değişmeyen tek gerçek bu güçlerin yarattığı gerilim ve çatışmalardan, çıkardıkları savaşlardan halklar, toplumlar, kadınlar, yoksullar zarar görüyor, can veriyor, mülteci duruma düşüyor. Suriye’de taş üstünde taş bırakmayan bu güçler halklara ölümden, gözyaşından, yıkımdan başka bir şey getirmedi. Üstelik bir de “mültecilere kucak açıyoruz, onlara misafirperverlik yapıyoruz” diyerek kurtarıcı rolüne büründüler.
Bu güçler arasında öyle derin görüş ayrılıkları, düşünsel farklılıklar da yok. Daha dün Erdoğan ile Putin İstanbul’da bir araya gelip el sıkışken her ikisinin Libya’ya gönderdiği paralı askerler, Libya halkının yaşadığı acılara yeni acılar ekliyordu. İdlib’de onların güdümündeki güçler İdlib halkına ölüm getirmeye devam ediyor. Oysa onlar İstanbul’da el sıkışıp al gülüm ver gülüm ticaret konuşmayı sürdürüyor. Dünya halkları da normal bir durummuş gibi bir seyrediyor olanı biteni. İran ile ABD gerilimi de bundan farksız değil. Bu durum gerilimi çıkaranlar açısından bir kazan-kazan siyasetidir. Sadece parasal olarak da kazanmıyorlar; çıkardıkları savaşlara taraf haline getirdikleri milyonlarca insanın milliyetçi duygularına hükmederek mutlak bir güce, neredeyse yarı tanrısal bir kudrete de ulaşıyorlar.
Öyle kaba bir savaş karşıtlığı, kaba bir antiemperyalist duruşla da bu oyunu boşa çıkarmak, bu durumla başa çıkmak mümkün değil. Ortada birbiriyle mücadele ediyormuş gibi yapan birden fazla emperyalist öbek var günümüzde. Dolayısıyla mazlum ve mağdur halkların yeni bir yola, yeni bir düşünceye, bu savaşa karşı örgütlü bir güce ihtiyacı var. Emperyalist kamplar arasındaki dengelere mahkûm olmadan bir yeni yaşam anlayışına ve onun felsefesine ihtiyaç var. Bugün yaşananları yıllar önce öngören Sayın Abdullah Öcalan’ın ortaya koyduğu halklar arası konfederal birliktelik bunun reçetesidir. Rojava örneği bunun yaşamla buluşturulma pratiği ve deneyimiydi ve o yüzden büyüğüyle küçüğüyle bütün emperyalist öbeklerin hedefi haline geldi. Haliyle bu oyunu boşa çıkarmanın tek yolu Rojava örneğini yaşatmak, büyütmek ve onu gerçek bir alternatif haline getirmektir.