Dün Meclis Plan-Bütçe Komisyonu toplantısında yaptığım bir konuşmada AKP’yi Sovyetler Birliği Komünist Partisine benzetmem çeşitli çevrelerde ilgi uyandırmış.
Bu benzetmem üzerine, sosyal medyada, HDP’yi “sosyalist” olarak görmeyen ama sosyalist olması için gayret içinde olan çevreler bir çeşit “Hah yakaladık!” dercesine mutlu olmuşa benziyorlar. “Gördünüz mü Erol Katırcıoğlu denen bir unsur-bu ifade hiç tanışmadığım adı Candan Badem olan ve anladığım kadarıyla KHK’lı bir öğretim üyesine ait- sosyalizm karşıtı, üstelik de bir zamanlar KİT’leri bedava satalım demiş, hatta AKP’yi TİP’e benzetmiş, bu unsur ve gibileri HDP’de ne arıyorlar?” diye bağırmaya başlamışlar.
Bu vesileyle bu haftaki yazımı bu konuya ayırmam gerekti.
Ama hemen söyleyeyim ki bu ülkede, 2. Dünya Savaşı’ndaki Japon askerleri gibi hala tarihin içinden bugüne bakan insanlarımız her daim oldu. Sovyetler Birliği tarihini hala 70’li yılların içinden okuyan ve sosyalizm tasavvuru ile reeli arasındaki çarpıklıkları görmeyen, ve belki de görmek istemeyen insanlarımız tabii ki hala varlar.
Rahmetli Doktor Hikmet Kıvılcımlı’nın dediği gibi “Pirinç tanesinin üzerine ‘Yasin-i şerif’ yazmış insanlar ülkesindeyiz” sonuçta.
Bu insanlarımız için yapacak çok bir şeyimiz yok.
Bugünkü siyasal sistemin ne anlama geldiği ve bu sistem içinde biz HDP vekillerinin parlamentoda neyle karşı karşıya olduğumuz çok fazla bilinmiyor.
Eğer kısaca özetlemek gerekirse bu yeni sistem “tek bir kişinin” ülkedeki siyaseti parlamentodan kaçırıp 16 bakanı ve kendisine bağlı yüzde yüz tekelleşmiş bir medyayla ülkeyi yönettiği bir sistemdir. Bu nedenle de parlamento ve komisyonlar-bunları lav etmenin maliyetinin yüksekliği nedeniyle şimdilik durmakla beraber- herhangi bir biçimde siyasete konu değiller.
Vekiller yürütmenin yaptıklarına ilişkin eleştirilerde bulunuyorlar ama yürütmenin olmadığı mekanlarda bunu yapıyorlar.
Eğer siyaset birbirini “ikna” etmekle ilgili bir etkileşim ima ediyorsa, burada böyle bir etkileşime neredeyse hiç imkan yok.
Bugüne dek geçen sürede önümüze, yürütmenin torba yasaları geldi. Gelen yasa önerilerinde 5-6 aydır bütün bir muhalefet olarak tek bir cümle dahi değiştiremedik.
Karşımızdakiler, AKP ve MHP vekilleri, anlaşılan aldıkları talimatlar nedeniyle ne bizi dinliyorlar ne de bizi anlıyorlar. Sistem baştaki liderin etrafında, yavaş yavaş totaliter bir tarafa doğru evrilmekte. Bu duruma ister devrim deyin ister karşı devrim deyin ama mutlaka özellikle bizler gibi özgürlük ve barış talebinde bulunan insanlar açısından ciddi bir durum olduğu çok açık.
Gelelim benzetmeye. Dediğim gibi bu arkadaşlarla böylesine bir ortamda Sovyetler Birliği’ndeki Bolşevikler (çoğunluktakiler) ve Menşevikler (azınlıktakiler) tartışmasına girmeyi doğru bulmuyorum. Ama iktidara gelenlerin ülkeyi yöneltmekte oldukları gidişin tümüyle “devletçi” ve “otoriter” bir yol olduğunu söylüyorum. Oysa benim, o konuşmada da belirttiğim gibi, tasarıyı komisyona getiren vekilin, “Devletin çıkarları söz konusu olduğu zaman herkes ona uymak zorundadır” şeklindeki sözlerine bir cevap olarak, “Sovyetler Birliği’nde de böyleydi esasında; evet, öyleydi. Fakat arkadaşlar, bu tuhaf gelmiyor mu size? Devlet ve millet tek bir bütün değildir ki; farklılıkları vardır, farklı kurumları vardır ve demokrasiler esasında bu farklılıkları bir tür ortak akla getirmeye çalışan mekanizmaları ima eder” cevabım, bence günümüzün sol ve sosyalist anlayışlarına tam da uyan bir cevap olmuştur.
Tabii ki anlayana… Dediğim gibi, sosyal medyada konuya “mal bulmuş magribi” gibi sarılan, kendi mahfillerinden hiç tanımadığı bir kişi için “unsur” deme terbiyesizliğinde bulunanlara sözümüz yok. Biz işimizi yapıyoruz. İşimiz de başta Kürtler olmak üzere bu toplumun bütün ezilenlerin taleplerini yükseltmek ve bu ülkenin daha özgürlükçü ve demokratik bir ülke olmasına çalışmak.
Geriniz “laf-ı güzaf”…