Ölümün kol gezdiği Türkiye-İran sınırındayız. Sınır ticareti yapanından çobanına, kolberinden mültecisine, birçoklarının ‘umut’ ve ‘ekmek’ kapısı olarak gördüğü sınırda neler yaşanıyor? Dosyamızın ilk bölümünde Yukarı Çilli köyünün gençleri anlatıyor
Hicran Urun
Sınırlar, devletler için iktidar alanlarını sembolize ettiği kadar, sınır insanları için de kopuşu, özlemi, çoğu zaman da ölümü sembolize eder. Özellikle Kürt coğrafyasında ‘öldürmenin meşruluğu’ ve cezasızlık politikaları nedeniyle, 33 Kurşun’dan Roboski’ye dinmeyen ve her gün yenilenen nice acıyı içinde barındırır. O acının en fazla yaşandığı kentlerden biridir Van ve kent bugünlerde yine ölümler ile gündemde.
Sınır ticareti yapanından çobanına, kolberinden mültecisine kadar birçok kişiye ‘umut’ ve ‘ekmek’ kapısı olan 295 km’lik Van-İran sınır hattında, her yıl onlarca insan Türk ve İran askerlerinin açtığı ateş sonucu ya yaşamını yitiyor ya da yaralanıp sakat kalıyor. Mülteciler için ise durum biraz daha vahim; asker ateşine veya Van’ın dondurucu soğuğuna rağmen kara yolunda hayatta kalmayı başarabilenleri, bu kez Van Gölü’nün dipsiz suları bekliyor.
Tüm bu ölüm rotalarında sınır insanlarının yaşadıklarına tanıklık etmek ve yaşananları birinci ağızdan dinlemek adına kente yaptığımız yolculuk sonucunda çarpıcı bilgiler edindik. Çobanları, sınır ticareti yapanları, kolberleri, insan kaçakçılarını, hukukçuları dinledik ve tanıklıklarımız ışığında 4 bölümlük bir ‘sınır’ dosyası hazırladık.
Sınıra 4 ilçesi bulunan kentte ilk durağımız ise yine sık sık ölüm ve yaralama olayları ile gündeme gelen Çaldıran ilçesine bağlı Yukarı Çilli (Çîliya Jore) köyü oldu. Van merkezden 3 saati aşkın yolculuk sonucunda ulaştığımız köyün uzaklığının yalnızca kilometrelerle ilgili olmadığını ise köylüleri dinlediğimizde anladık.
Dört bir yanı dağlarla kaplı, en yakın köye bile ‘uzak’, İran ve Türkiye’ye ait iki karakol tarafından 7/24 termal kameralarla izlenen sınır köyü Yukarı Çilli’de, en son Temmuz ayı sonunda Azat Bağa isimli 15 yaşında bir çoban çocuk, asker ateşi sonucu ağır yaralanmış, birkaç hafta sonra da sınır ticareti yapan 5 çocuk babası İbrahim Baykara yine asker ateşi sonucu yaşamını yitirmişti.
‘Vurulduğumu gördüler dönüp gittiler’
Köyde ilk konuk olduğumuz ev, Azat’ın evi oluyor. Azat, 17 Temmuz günü hayvanlarını otlatmaya gittiği esnada yaralanmış, sağ kaburgasından giren kurşun, sırt bölgesinden çıkmış ve akciğerinde ağır hasara neden olmuş.
Bir süre hastanede tedavi gören Azat, her şeye rağmen gülümseyen gözleri ve biraz da mahcup ifadesi ile o gün yaşadıklarını şu sözlerle anlatıyor: “Sabah koyunları çıkarttım, saat 4 gibi biraz köyün aşağısına gittim. Askerler ateş açtı, ben koyunları biraz daha aşağı indirdim. Sonra beni buramdan vurdular (göğsünü gösteriyor). Yere düştüm. Sonra kalktım yavaş yavaş gittim amcamı gördüm, o hastaneye gidelim dedi. Ambulansla beni götürdüler. Vurulduğumda tek başımaydım. Türk askerleri beni vurdu. Vurulduğumu da gördüler sonra dönüp gittiler.”
‘Çoban köpeklerini de vuruyorlar’
Azat, 9 kardeşin en küçüğü ve ailenin tek geçim kaynağı hayvancılık. Ancak Azat, o gün yaşadıklarından sonra çobanlığı bırakmak zorunda kalmış. Azat’ın anlatımlarına göre, yaşananlar ne ilk ne de son: “Köyde çok karşılaşıyoruz böyle şeylerle, bugün de (10 Ağustos) çobanlara ateş açıldı. Ama yaralanan olmadı. Ben bu yüzden çobanlığı bıraktım. Askerler hayvanlarımızı da götürüyorlar. Geçen iki tane koç götürdüler, çoban köpeklerini de vuruyorlar.”
‘Hayvanlarımıza el koyuyorlar’
Azat’ın ardından, köye geldiğimizi duyan ve yanımıza gelen bir başka genç alıyor sözü. Güvenlik nedeniyle ismini vermek istemeyen genç de askerlerin köylülerin hayvanlarına el koyduğundan söz ediyor: “El koyup kesip götürüp yiyorlar. Köylülerin Türkçesi zayıf, gidip derdini de anlatamıyor, söyledikleri zaman kovulup geri geliyorlar ya da ateş ediliyor. Bazı koyunları kesiyorlar, bazılarını da askerlerin köpekleri var, köpekleri koyunların üzerine salıyorlar. Köy böyle günler yaşıyor.”
‘Tarlamıza gidersek vurulacağız’
Köyün büyük bölümü geçimini hayvancılık ile sağlarken bir bölümü de tarım ile uğraşıyor. Ancak sınır köylerinde tarlaya gidebilmek için karakoldan izin almak gerekiyor. Gencin anlatımlarına göre, birçok köylü izin aldığı halde tarlasına gidemiyor: “Yeni gelen karakol komutanı da herkesi uyarıyormuş, sınıra yaklaşanı vururum diyormuş. Zaten bizim tarlamız karakolun dibinde. Gidersek vurulacağız büyük ihtimalle. Yeni kulübeler yapmışlar tarlaların ortasına. Mesela diyelim adamın 7-8 dönüm arazisinin 2 dönümü karakolun etrafı. Yaklaşmayın diyorlar, o tarla öyle çürüyüp gidiyor. Kendi tarlası var ama gidip başka yerden ot almak zorunda kalıyor.”
‘Yaralanmaya razıyız ama bizi öldürmesinler’
Eskiden beri var olan bu durumun son zamanlarda sıklaştığını anlatan gencin, ‘böyle ölmek istemiyoruz’ sözleri iki devletin ateş hattında kalan köylülerin çaresizliğini de özetliyor: “Sınır dibinde otlakları olan herkes vurulmuştur, bir kurşun almıştır. İran askeri vurunca elden, ayaktan vuruyordu, Türk askeri düz kafasına sıkıyor. Biz artık ona da razıyız, yani yaralasınlar ama gerçekten İbrahim Baykara’nın cesedini ben de gördüm. İnsan görünce gerçekten bu devlete ne dese boş. Bildiğin infaz etmişler, kafatasını parçalamışlar ben onu gördükten sonra zaten kontrolden çıktım. Biz artık yaralanmaya razıyız, ona alıştık diyelim, gerçekten artık bizi yaralasınlar ama öldürmesinler. Biz ecelimizi bekleyerek ölmek istiyoruz, kimsenin silahıyla, mermisiyle ölmek istemiyoruz.”
Amaç köyleri boşaltmak
90’larda köy yakmalar ile göçe zorlanan Kürt köylüler, bugün bu baskılar nedeniyle ya açlığa mahkûm ediliyor ya da göç etmek zorunda kalıyor. Gencin anlatımlarına göre, özellikle Azat ve İbrahim’in vurulmasından sonra birçok aile köyü terk etmiş: “Bu böyle devam ederse köyde kimse kalmayacak. 2-3 gün önce de iki ev köyü terk edip gitti. İbrahim (Baykara) öldürüldükten sonra köyden çıkıp gittiler. Kürde karşı bu politikalar hep vardı ama son zamanlarda had safhaya çıkardılar. Köylüleri köylerden arındırmak istiyorlar, boşaltıyorlar.”
‘Gurbette de ırkçılık var’
Daha önce baskılar ve yoksulluk nedeniyle Aydın’a giden ve orada taş kırma ocağında çalışan genç, pandemi nedeniyle işsiz kalınca tekrar köyüne dönmek zorunda kalmış. Genç köydeki baskılardan kaçanların batıda da ırkçılığa maruz kaldığını anlatıyor: “Ben bir genç olarak kendi memleketimde kalmak isterim. Aydın benim neyime. Orda da ırkçılık var. Akşam konteynırlarda hep bi korku ile uyuyoruz. Mesela ben ilk gittiğimde Türkçem bu kadar iyi değildi, benle dalga geçiyorlardı, terörist gözüyle bakıyorlardı, kınıyorlardı. Dışlanıyordum. Sonumuz ne olacak ben de bilmiyorum.”
‘Bizi öldüren devlet bizim neyimiz olabilir’
Genç, tüm bu yaşananlar karşısındaki sessizliğe ise şu sözlerle isyan ediyor: “Ben bir genç olarak artık yeter diye bağırmak istiyorum. Çok sıkıntı yaşıyoruz, kimse de el atmıyor, kimse de bir şey demiyor. Bu hep böyle geldi böyle de gidecek. Ben artık devleti kendi devletim olarak göremiyorum. Bu kardeşlik lafını artık tamamıyla gözden çıkartmışım. Bizi öldüren bir devlet bizim neyimiz olabilir. Bizi öldüren bir askere bizim askerimiz demeye çekiniyorum. Kendi köyümüzde, oturduğumuz yerde bizi öldürüyorlar. İşte 15 yaşındaki çocuğa (Azat’ı gösteriyor) sıkıyorlar ondan sonra biz bir şey deyince terörist oluyoruz.”
‘5 dakika sonra eve geri döneceğimizin garantisi yok’
Genç, anlatırken araya Azat giriyor ve köydeki küçük çocukların dahi askerlerden korktuğunu söylüyor: “Devlet bizi terörist olarak görüyor. Dışarı çıktığımızda 5 dakika sonra döneceğimizin garantisi yok. Çobanlık yapan herkes bu tedirginliği yaşıyor. Mesela askerler halkın arasına geldiği zaman küçücük çocuklar bile kaçacak delik arıyor. Keşke asker buraya geldiğinde çocukların nasıl kaçtığını görebilseydiniz. Bu son olsun istiyorum.”
Duvar yapımı için hendek kazılıyor
Azat’ın ardından yine köyde çobanlık yapan başka bir genç alıyor sözü. Bu genç de sınırda kazılan hendekten söz ediyor. Türkiye, bir süredir Van-İran-Ağrı sınır hattına duvar örüyor. Son zamanlarda yapımı hızlanan duvar, Van’ın Çaldıran İlçesi ile Ağrı’nın Doğubayazıt ilçesi sınır hattında. Şuan Yukarı Çilli köyünde de duvarın yapımı için hendekler kazılıyor.
Gencin anlatımına göre Nisan ayında kazılmaya başlanılan hendekler çobanlar ve hayvanları için büyük tehlike oluşturuyor: “Hendeğin içinde bir su birikintisi olmuş, şuan herhangi bir çoban, herhangi bir koyun o hendeğe düşse boğulacak. 3 metre derinliğinde bir hendek. Sınır boyunca kazılıyor.”
“Komutan çobanları birbirine dövdürtüyor”
Askerlerin kendisine de birçok kez silah doğrulttuğunu ve Azat vurulduktan sonra çobanlığı bıraktığını söyleyen genç, yeni karakol komutanının köylüleri tehdit ettiğinden bahsediyor: “Buraya gelen yeni karakol komutanı geçenlerde iki çobanı birbirine dövdürttü. Birbirinizi dövmezseniz ben sizi döverim diye iki çobanı birbirine dövdürtüyor. Birbirlerine tokat attırıyor. Halkı tehdit ediyormuş, ‘ben daha önce geldiğim karakolda 12 kişiyi öldürttüm burda da öldürürüm’ diye. İbrahim vurulmadan bir gün önce araçları ile tarlaya geliyorlar, İbrahim’in amcasını da ordaymış, ona demiş ben bundan sonra buradan geçen herkesi öldürürüm, daha önce 12 kişiyi öldürdüm diye. Ertesi akşam İbrahim Baykara’yı öldürdüler. Biri bize sahip çıksın istiyoruz, böyle devam etmek istemiyoruz.”
YARIN: İki ülke ateşinde sınır ticareti: Suçumuz aç olmak
Dosyanın diğer bölümleri;
2) İki ülke ateşinde sınır ticareti: Suçumuz aç olmak:
3) Kolberler anlatıyor: İran bilse sizinle konuştuğumu idam eder
4) Göçmen kaçakçısı anlatıyor: Helal bir ekmek olmadığını biliyorum