Nuran İmir*
Cumhuriyetin kuruluşundan bugüne kadar Kürtlerin dili başta olmak üzere, kültürleri, dinleri, tarihleri, müzikleri ve geleneklerini yok etmek için seferber olan bir devlet aklı ile karşı karşıyayız. Her gelen iktidar, farklı yöntemler fakat aynı zihniyet kalıplarıyla Kürt karşıtlığını tırmandırarak mevcut iktidarını sürdürmeye çalıştı. Fakat tarih bize şunu defalarca gösterdi: Kürt sorununu çözemeyen iktidarların kendileri çözülmeye mahkumdur! Kürtler ise uygulanan bütün asimilasyon politikalarına karşı yaklaşık yüz yıldır mücadelelerini kesintisiz sürdürmüşlerdir.
Son kırk yıllık süreçte katliamlarla, göç ettirmelerle ve türlü işkencelerle Kürtler tarihlerinin en ağır bedelini ödediler. Direnişleriyle dünyadaki bütün ezilenler için bir umut ve motivasyon kaynağı haline geldiler. Jin, Jiyan, Azadî sloganı ile dünya kadınlarını bir araya getirdiler. Emek sömürüsünden erkek egemen sisteme, ekolojik vahşetten ulusal ve kültürel asimilasyona kadar bütün egemenlik alanlarına karşı muazzam bir mücadele ağı örerek ve bugün ülke sınırlarını aşan bir etki alanı yaratarak kapitalist moderniteye karşı yeni bir yaşam modelini inşa ediyorlar.
Bu mücadelenin karşısında mevcut iktidar artık çıplak şiddetin dışında, doğa katliamlarını, kültür katliamlarını, tarihi varlıkları yok etme projelerini devreye koyarak Kürtlerin mekanını bir bütün olarak değiştirme çabası içindedir. Tarihi boyunca hem direnişin hem de yıkımın en ağır yaşandığı bölgelerden biri olan Botan bölgesi bugün sermayedarların ve savaş konseptinin işbirliğiyle tarihinin en ağır ekolojik yıkımlarından birini yaşamaktadır.
Botan’da aslında sadece ağaçlar kesilmiyor; bir ekosistem toptan talan ediliyor ve şunu çok iyi bilmeliyiz ki bu sadece politik bir iktidar manevrası değil, sermayenin yeni yüzyılda kendine yeni sömürü alanları yaratma stratejisidir.
Klasik kapitalizmde kentlere kurulan fabrikalar ve oluşan proletarya sınıfı üzerinden yaratılan sömürü bugün yerini, yerinde yok eden, yerinde ranta ve sermayeye dönüştüren bir kapitalizme bırakmıştır. Botan, bugün böylesi bir sömürünün alanı haline getirilmiştir.
Yeraltı ve yerüstü kaynaklarının yoğun olduğu bölgede doğası yok edilen insan aynı zamanda mekândan koparılmakta ve sömürü çarkına mecbur hale getirilmektedir. Bu aynı zamanda insanın kültürel olarak yok edilmesidir.
Uygulanan baskı ve savaş politikaları ile toplumda yaratılmak istenen korku, işsizlik ve yoksulluk ile sermaye birikimi için bir alan açılmak istenmektedir. Ormanların kesilmesi, meraların yasaklanması maden sahalarının sayısındaki artışlar ile köylerde doğal yaşam yok edilmekte ve bir avuç sanayici ve madenciye peşkeş çekilmektedir.
Cudi, Gabar ve Besta bölgelerinde yaklaşık iki yıldan fazladır ormanlar yok ediliyor. Bizlerin ve bölgedeki duyarlı kesimlerin bütün çağrılarına rağmen ağaç kesimleri her geçen gün artarak devam ediyor. Tahrip edilen her alana kalekollar kurulmaktadır. Şırnak’tan Hakkari’ye kadar uzanan vadide sınır hattı boyunca kalekol olmayan tek bir tepe kalmamıştır.
İddia edildiği gibi ağaçların varlığı bir güvenlik sorunu değildir. Bölgede en büyük güvenlik sorunu AKP ve MHP artı işbirlikçi bir avuç yandaşın varlığı ve uyguladıkları talan ve gazaptır. Yaratılan güvenlik ve savaş konsepti ile doğa talan edilmektedir, buna artık başka tanımlamalar yapmanın bir gereği yoktur. Doğa düşmanı, sermaye yanlısı bir iktidar ile karşı karşıyayız.
Bunun siyaset üstü bir konu olduğunu da vurgulamak gerekir. Çünkü sadece kesilen ormanlar değildir. Toplumun bütün yaşam alanları yok edilmektedir. Mera alanları, sit alanları, özel korunan tarihi alanlar, su kaynakları, nehirler doğa bir bütün tehlike altında, coğrafyanın her zerresinden faydalanacak şekilde sermaye için yüzyıllık bir sömürü alanı yaratılmak istenmektedir. Toplumun bütün kesimleri bu yıkım konseptine karşı durmalıdır. Aksi halde sadece insanlar değil doğadaki bütün canlılar yaşam alanlarından olacaklardır.
Hakkari ve Botan havzasında yer alan bitki familyası ve endemik bitki türlerinin çoğu bugün dünyanın hiçbir yerinde bulunmamaktadır. Akan nehirler, su kaynakları doğal güzelliklerin ve tarihi mekanların olduğu Hakkari ve Botan havzası topyekûn bir yok etme ile karşı karşıya; maden sahaları ile, barajlarla sermayeye peşkeş çekilmektedir.
Yaklaşık 20 yıldır ülkenin çoğu yerinde savaş, işsizlik ve ırkçılık tırmandırılırken ekonomik kalkınma adı altında bir doğa talanı gerçekleştiriliyor.
Bugün bir yandan Cudi’de festivaller yapılırken diğer yandan her gün Cudi’de tonlarca ağaç kesilmektedir. Bir yandan Cudi’ye göstermelik ceylanlar bırakılırken, diğer yandan kesilen ormanlarla bir ekosistem yok edilmektedir.
Nehirlere yapılan barajlar, açılan maden ocakları, orman kesimleri, petrol arama çabaları bütün bunlar aynı yandaş şirketler tarafından yapılmakta ve sermayeye tek yönlü sürdürülebilir bir akış sağlanmaktadır.
Bunu en belirgin olarak ağaç kesimleri ile ortaya koymaktadır, bizler yıllardır her gün her yerde sesimizi çıkardık, direndik fakat her defasında ağaç kesimleri gün geçtikçe artarak devam etti. Yakın zamanda (17 Eylül’de) Cudi’ye bir yürüyüş düzenledik. Doğa talanına karşı yürümek isteyen binlerce insan Botan’a akın etti. Yürüyüşe geçen binlerce doğa aktivistine karşı faşizm yine bütün zırhları ile karşı durdu ve her zaman olduğu gibi burayı da iktidar gösterilerinin merkezi haline getirmeye çalıştı. Ağaç kesimleri için yürüyüş yapacak olan kitleye iktidar güçlerinin saldırmasının amacının ne olduğu ortadadır. Burada sermaye yanlılarını korumak, onlara karşı bir hareketliliğin oluşmasını engellemek, bölgeyi insansızlaştırmak, toplumu yerinden yurdundan etmek, mekanını yok etmek ve kendi sömürü çarkını yeniden üretmektir. Bütün engellemelere rağmen halk bu doğa talanına karşı yürüyüşünü gerçekleştirdi. Binlerce insan sesini Cudi’ye ulaştırdı. Şuna dair inancımız tamdır: Bizlerin karşı duruşu ve direnişi ile Cudi’de ağaçlarımız yeniden filizlenecek.
Fakat ormanlarımızı kesenler bir ömür bu toplum nezdinde yargılanacaklardır. Çünkü bu yapılanların ne ahlaki ne vicdani ne de hukuki tarafı yoktur. Ne Orman Genel Müdürlüğü ne de ilgili bakanlık buna dair tek bir açıklama yapmıyor. Burada bu kesimi yaptıranlar da yarın öbür gün haklarında bir hukuki süreç başlamasın diye koruculara yaptırıyorlar. Burada devlet adına köylüye, korucuya yasadışı bir iş yaptırılıyor. Tarih boyunca Kürdün yaşadığı coğrafyada soykırım ve katliamlar sadece insana karşı değil, ormana, toprağa, suya kadar yayılmıştır.
Bu bir halkın bütün yaşam doğasının kırıma uğratılmasıdır. Yetkili kurumlar aklımızla dalga geçer gibi tıraşlıyoruz, gençleştiriyoruz türü gerçeklikten uzak izahatlarda bulunuyorlar. Ama bilinmelidir ki bizler de vazgeçmeyeceğiz, mücadelemize devam edeceğiz ve tek bir ağacın bile hakkını korumaya devam edeceğiz.
*HDP Şırnak Milletvekili