Nuran İmir
Yıllar geçti ama Botan’da derinleşen aralık kapanmadı. Bir savaş bir katliamlar silsilesine dönüşen aralıklar yıllardır aynı acıları aynı savaşı tekrar ediyor. Ve halen devam ediyor, zulüm bitmiş değil. Hala Botan’da kimse acısını yaşamış değil. Hala beyaz tülbentler yerde, hala akıtılan gözyaşları kurumadı. Buzdolabındaki bedenler hala donuk, caddelerde sürüklenen ve sokaklarda bırakılan bedenler hala hepimizin bedeninde sokaklarda haykırıyor: “Beni kim vurdu” diye.
Aralık’ta bir mevsim, bir savaş, bir zulüm, bin katliam geçti! Bu Aralık’ta herkes kör, sağır ve dilsiz bir aralıkta, her gece yerin altından sesler geliyor, haykırışlar yükseliyor. Dicle nehrinin kenarında “Bizler hala buradayız” diyorlar, “Bizler bizleri duyun bu aralıktayız” diyorlar.
Bu aralık kapanmadıkça yeni bir mevsim başlamayacak, 28 Aralık 2011’de Roboski’de başlayan bu aralık 34 gencecik bedeni uçaklarla paramparça etti. Kimsenin emir vermediği, kimsenin vurmadığı, kimsenin parçalamadığı bedenler katırların üzerinde taşındı, bütün dünya duydu ama kimse vurmadı, gökten yağan bombalarla parçalandılar bedenleri; o aralıkta kimin bomba yağdırdığını kimse görmedi. Tam 10 Aralıktır Roboski’de bombalar yeniden yağar, canlar yeniden parçalanır, bedenler yeniden toprağa verilir. “Buradayız, yeniden buradayız, hepinizin yanında bombaların yağdığı aralıktayız” diyen sesler duyulur Roboski vadisinden.
Geçen 10 yılda katledilen 34 can ve 10 yıldır süren bir adalet arayışının sonucunda parçalanan canların yeniden devlete saldırdığı ve ülkeyi böldüğü kanaatine varılmış durumda. O gün karanlıkta kalmayacak diyenler bugün orada katledilenleri suçluyorlar, asırların aşamadığı egemen sistemin kendisinden başkasının haklı olmasını kabul etmediği bir adalet sisteminden adaleti beklerken adalet yerine yeniden savaş naraları atılmakta tehditlerle karşılaşmaktayız. Sorumluların yargılanacağı yerde Roboskili aileler o günden beridir yargılanıyor, adalet “Çocuklarınızı neden öldürdük?” diye yargılıyor onları.
30 Aralık 2011’de Türkiye’de; Roboski “operasyon kazasıymış”, “sınırda vahim hata”, “ölümcül istihbarat”, “operasyon ABD istihbaratıyla”, “silah taşıyorlardı”, “terörist güzergahında bomba”… O gün atılan gazete başlıkları ile 34 can bir daha katledildi, açık bir şekilde göz göre göre yaşanan katliamda daha ilk günden basını ve siyaseti ile katliam örtbas edilmeye çalışıldı, her zamanki gibi “dış güçler”, “terörizm” ve benzeri argümanlarla servis edildi. Yaşananlar gün gibi ortadayken sorumlular belli iken suçlular halen başka yerde aranıyor.
28 Aralık’tan 14 Aralık’a bir aralık var, Botan’da bir katliamlar aralığı var! Cizre’de Aralık’ta, her aralıkta bir katliam var. 14 Aralık’ta başladı sokakların sessizliği, yaşamanın nefes almanın yasaklandığı aralıkta bir tek bombaların sesi geliyordu, her sokakta yıkılan evler yükselen dumanlar, enkazlarda yok olan canlar kimindi? Kim bilir, kimsesizler mezarlıklarının arttığı bir aralıktan geçtik, savaşın yaşandığı bir aralıktan.
Kimse hala anlatamadı o aralıkları, kimse hala düşünemedi herkes hala orada, herkes hala ölüyor.
Yıkılmış bir evin duvarlarına çizilen ırkçı ve cinsiyetçi küfürler, yaşananların bir toplum üzerinde nasıl bir soykırım yapıldığı zihinlerindekinin duvarlara işlemesiyle ortaya çıkmıştı. Yıkılan evler, enkazlar arasında kalan canlar ve yazılan duvar yazıları hepsi bir soykırımın terimidir. Botan’da bu ilk değil, aslında 90’larda da aynı tabloyla karşı karşıya kalmıştık. Umudumuz, mücadelemiz hep yenisinin yaşanmaması üzerine, fakat eskileri cezasız kalınca yenilerinin yaşanması da kaçınılmazdır.
90’lardaki aralıklar da hala kapanmadı, faili belli meçhullerden, başka kentlere göç eden parçalanan hayatların bütün yaşamları, esmer yüzlü çocukların öldüğü aralıklarda kaldı. Bugün hala Cizre’de Berivanê şarkısı ile halaylar tutulur, zılgıtlar atılır, geçmişteki derin aralıklar bugün halayların saflarının sıkılaştırılmasıyla kapanır, yeni bir direniş başlar Botan’da.
Ve duvarlarımızdan bedenlerimize, ölü bedenlerimize yapılan işkence… Bunun dünyada başka bir örneği görülmemiştir. Ülkeler arası derin savaşlarda bile bu kadar ahlakdışı sahneler yaşanmamıştır.
Bir anne 7 gün 7 gece sokakta kaldı.
“Annem ilk vurulduğunda, haber verdiler koştuk, biz daha varmadan amcam gitmek istemiş onu da vurmuşlar. Gittiğimde amcamı taşıyordu komşular.”
‘Annem?’ dedim,
‘Sokakta kaldı’ dediler. Ben gitmek istedim, tuttular. Ağladım, ağladım, ağladım…
Annem sokağın ortasında kaldı öylece, önce belli belirsiz kıpırdıyordu, sonra saatler geçtikçe hareketleri azaldı. Kimi aramadık ki; vekilleri, kaymakamı, valiyi… Dedik çeksinler şu kargaları öldü ölmesine de cenazemizi alalım. Annem ne hissetti acaba, canı çok yandı, yanmıştır…
Biz sevgi nedir hiç dile getirmezdik, ama bir sarılması vardı dünyaya değerdi, binlerce söz gelse anlatamazdı o sevgiyi. Annem tamı tamına 7 gün sokakta kaldı. Hiçbirimiz uyuyamadık, köpekler gelir, kuşlar konar diye, o orada yattı biz 150 metre ilerisinde öldük…
Bir insan bir insana ne kadar acı çektirebilirse devlet de bize 7 günde bunu yaptı. İnsan çok iyi olamıyor, insan kalamıyor… 7 gün benim annem, 7 gün kara kış soğuğunda kaldı, en acısı kaç saat yaralı kaldı bilememek, keşke diyorum hemen ölmüş olsa. Siz benim annemi öldürdünüz.”
Ve oğlu annesinin 7 gün 7 gece sokakta kalmasını böyle anlattı, 150 metre ülkeyi bölen parçalayan 150 metrelik bir aralık Taybet Ana, 6 yıldır o 150 metrelik aralıkta kaldı. Ölü bedenine yapılan işkenceden sonra da terörize edilmeye devam etti. 6 yılda bütün ipuçları güvenlik güçlerinin vurduğunu gösterirken adaletsiz sistem yine inkâr etti.
Soğuk bir kış günü 3 devrimci kadın katledildi, bedenlerinde onlarca kurşuna rastlarken annesi Sêvê’yi kıvırcık saçlarından tanıyabildi. Günlerce yapılan çağrılarda seslerini duyuramayan 3 kadın, 3 yoldaş, 3 aktivist bütün yaşamlarını kadın mücadelesine adamış güzel gülüşlü kadınlar soğuk bir kış gününde katledildiler, kadın düşmanlığının en uç noktaya ulaştığı zamanlardı.
Mücadeleleri ve özgür ruhları kadın mücadelesinin inancını bir kez daha güçlendirdi, şimdilerde onların diyarında bütün devrimci kadınlar, onların siluetinde meydanlarda bütün renkleriyle özgürlük halaylarını genişletiyor. Bitmedi bitmeyecek bu halay, her defasında yeniden dirileceğiz, Botan’da bütün aralıkları kapatana dek.
Bütün bu yaşananların üzerinden geçen yıllar boyunca aralıklarda yaşamını yitirenlerin ailelerine her gün baskınlar yapıldı, tehditler, gözaltılar, tutuklamalar yaşandı. Yıkımla, ölümle tutuklamayla bitiremediği direnişi, tehditlerle komplolarla devam ettirdiler. Sadece insanları değil, ormanları, akarsuları, mezarları yok ettiler! Bir bütün olarak derinlikli bir soykırım uyguladılar ve hala devam ediyorlar.
Soykırımlarının başarıya ulaşması için hiçbir aralık bırakmadılar, insandan doğaya, canlıya, suya… Bütün yaşam alanları talan edildi ve ediliyor.
Bütün bunların acısını da bizlere nelere mal olacağını önümüzdeki yıllarda daha net göreceğiz. Evler yıkılarak yerlerine inşa ettikleri ucube binalarla coğrafyanın toplumsal sistemini değiştirirken, yakılan ve kesilen ormanların yerine karakollar, barajlar ve maden sahaları açarak doğa talan edildi.
Kendi kentimiz, kendi coğrafyamız, kendi köyümüz tanınmaz bir hale geldi. Bir çatışma ve güvenlik politikası içine yerleştirilen vahşi kapitalizmin en iğrenç hali Botan’da uygulanmaktadır.
Toplumsal yapıyı değiştirmek adına hiçbir ahlaksızlıktan kaçınmayarak gencecik insanlara uyuşturucu ve fuhuş ağı ile yoz ve kültürsüz bir yaşam dayattı. Dayatılan bu yaşamın dışında kalan herkesi bir tehdit unsuru olarak gördü ve her fırsatta hedef göstererek, tehdit ederek baskı altında tuttu.
Botan’da anaların gizlediği aralıklar, her aralıkta yeniden gün yüzüne çıkıyor. Botan’da yaşananlar artık hiçbir aralıkta kaybolmuyor. Bütün aralıkları birleştireceğimiz günler yakındır. Yeni bir mevsimi yeni bir yaşamı inşa edeceğimiz günler yakındır.
*HDP Şırnak Milletvekili