Kürt kentlerindeki ağaç katliamları, yaşam alanlarının madenlere açılması ekolojik sistemi tahrip ediyor. SES yöneticisi Murat Özbey: ‘Botan özellikle hedef alındı. Bu politikalar savaş politikalarıdır. Ekolojik yaşamı kurmak en az özgür toplumu kurmak kadar önemlidir. Fiziki savaş ile birlikte kültürel ve toplumsal soykırım politikalarının sürdürüldüğünü görmekteyiz’
Devletin “güvenlik” gerekçesiyle bölgede gerçekleştirdiği ekolojik kırım da çevre örgütlerinin çifte standartlı yaklaşımı ve sessizliği devam ediyor.
Son iki yıla yakın bir sürede “güvenlik yolu”, “helikopterden bakılınca kör nokta olmayacak”, “askeri kule” ve “karakol inşaatı” gibi gereçlerle Şırnak’ta bulunan Cudi Dağı ve Gabar Dağı’nın yanı sıra Besta Bölgesi’nde yüzbinlerce ağaç kesildi. Askerlerin gözetiminde kesilen ağaçlar, TIR ve kamyonlarla farklı kentlere götürülerek, ticari ranta dönüştürüldü.
Şırnak’tan günde 20 kamyona yakın meşe ağacı Urfa’nın Haliliye ilçesindeki Keresteciler Çarşısı’nda pazarlanırken, bir Facebook sayfasında da ağaçların “Satılık odunlar meşe odunu her yere nakliye var, nakliye size ait bin 150 TL” notuyla satılığa çıkarıldığı ortaya çıktı. Orman Genel Müdürlüğü Şanlıurfa Orman Bölge Müdürlüğü’nün resmi internet sitesinden alınan güncel verilere göre, son 7 ayda kentteki ormanlık alanların yüzde 7’si yok oldu. Yanı sıra sürdürülen askeri operasyonlar sırasında meydana gelen yangınlarda yüzbinlerce hektarlık alan küle döndü. Ormanlık alanlar, kalekol, askeri üs, kule ve barajlarla gasp edildi.
Ağaç kesimleri, maden ocaklarının bilinçsizce açılması…
Sağılık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası (SES) Şırnak Şubesi Yöneticisi Murat Özbey, ekolojik yıkımın toplum sağlığına etkilerine dair değerlendirmelerde bulundu.
Kentte “güvenlik maskesi” adı altında faaliyetlerin devam ettiğini belirten Özbey, “Ağaç kesimleri başta olmak üzere maden ocaklarının bilinçsizce açılması, termik santralin çevreye saldığı kanserojen maddeler, derelerin kirletilmesi, doğal yaşam alanlarının daraltılarak aşırı kent ve betonlaşma faaliyetleri, güvenlik maskesi adı altında baraj ve kalekolların yapılması bir bütünen sağlıksız toplum yaratma çabasıdır” dedi. İnsan ve toplumun tarihsel olarak doğayla sürekli bir ilişki içerisinde olduğunu ve birbirini sürekli besleyen, geliştiren konumda olduğunu kaydeden Özbey, “Uygarlık sistemi ile birlikte devletleşme-kentleşme hız kazanınca hem fiziki olarak doğanın tahribi hem de toplum üzerinde kurulan tahakküm doğayla kurulan bu yaşamı sürekli bir yok oluş kıskacına almıştır. Ekolojik yaşam, salt doğayı korumak olmayıp insanın insan ve doğa üzerindeki hiyerarşik ve tahakkümcü anlayışı reddeden bir yaşam tarzıdır. İlk toplumsallaşma ile birlikte kültür yoğunlaşmaları, bununla birlikte dil, inanç, ekonomi ve toplumsal ahlakın gelişimi doğayla kurulan ilişki sonucu gelişip şekillenmiştir” diye belirtti.
‘Aynı zamanda sağlıksızlaştırma’
İnsanlığın ilk sağlık arayışlarında doğa ve ekolojik yaşamın rolüne dikkat çeken Özbey, “Ekolojik yok oluşun aynı zamanda sağlıksızlaştırma olduğunu görebiliriz. Yine sağlıklı olma halinin en önemli belirleyenlerinden biri ekolojik yaşamdır. Fiziki ve ruhsal açıdan toplum sağlığını birebir etkileyen bu yaşam tarzının korunması ve yeniden inşa edilmesi aynı zamanda toplumsal sağlık mücadelesidir. Somutlaştıracak olursak doğanın aşırı tahribi sonucu bedensel birçok hastalık açığa çıkmaktadır. Termik santral kullanımının yaygınlaşmasının kanser, düşük ve bebek ölümleriyle orantılı olduğu görülecektir. Yine yakın zamanda Sars, Kovid-19 virüsünün doğa ve doğal yaşamın aşırı tahribi sonucu ortaya çıktığı görülecektir. Yine ekolojik yaşamın en önemli belirleyenlerinden bir tanesi olan toplumsal yaşamın tahrip edilmesi ile ruhsal iyilik halinin ortadan kaldırılması toplumsal sağlığı etkilemektedir. Dil, kültür, yaşam tarzı gibi başlıkları ele aldığımızda bunun doğa ile toplum ilişkileri sonucu ortaya çıktığı görülecektir” ifadelerini kullandı.
‘Son dönem hastalıkların tümü sömürge toplumlarından çıkmakta’
Doğa ile toplum arasında tahakküm ve hiyerarşik bir yaşamdan ziyade simbiyotik bir ilişki olduğunu dile getiren Murat Özbey, şunları söyledi: “Sağlıklı yaşam aynı zamanda siyasal iyilik halidir. Doğanın özgürlüğü ile toplumsal özgürlükler birbiriyle bağlantılıdır. Doğası özgür olmayan toplumlar özgür değildir. Aynı şekilde tam iyilik halinden bahsetmek için toplumsal özgürlük gereklidir. Bakınız sömürge toplumları sürekli hastalıklıdır. Çünkü özgür olmamak beraberinde ciddi ruhsal ve bedensel sağlık problemleri getirmektedir. Dikkat edilirse kapitalist tıbbın yaratığı son dönem hastalıkların tümü sömürge toplumlarından çıkmaktadır. Yeterli sağlıklı yaşam olanaklarının olmadığı bu toplumlarda bedensel olmakla birlikte ruhsal açıdan da sağlıksızlık halini görmekteyiz. Tüm bunlara bakıldığında sağlık, doğa-toplum ve bunların tam uyumu dediğimiz ekolojik yaşama yönelik saldırılar aynı zamanda toplumu tümüyle yok oluşa sürüklemektir.”
‘Fiziki savaş ile birlikte kültürel ve toplumsal soykırım politikaları’
Murat Özbey savaş politikalarına işaret ederek şöyle devam etti: “Kürdistan’da devreye sokulan savaş politikalarının amacını buradan daha net görebiliyoruz. Fiziki savaş ile birlikte kültürel ve toplumsal soykırım politikalarının sürdürüldüğünü görmekteyiz. Savaş ve beraberinde gelen rant düzeniyle toplum bir bütün kültürsüzleştirilmeye çalışılmaktadır. Doğa tahribatının yanı sıra toplum da yozlaştırılmak istenmektedir. Nitekim uyuşturucu, fuhuş, dilin yasaklanması, popüler kültürün kente devlet eliyle sokulmaya çalışılması, kaynakların sürekli sömürülmesine bakıldığında doğa ile birlikte toplumsal varoluşun da hedeflediği görülecektir. Sürekli savaşı canlı tutarak ve ‘güvenlik’ zafiyeti söylemleri ile bölge tümden insansızlaştırılmaya çalışılmaktadır. 90’larda köy yakmaları ile birlikte kentleşen köy toplulukların yaşamlarında yaşanan sorunlar halen devam ediyorken ve bunların köylerine geri dönüş çabası sürerken, sürekli doğanın Kürt halkına yasaklanması ve tahrip edilmesi yaşam tarzına direk müdahaledir.”
‘Botan özellikle hedef’
Bölge kentlerinde izlenen politikanın bilinçli olduğunun altını çizen Murat Özbey, “Tüm bu politikalar gereği egemenler Botan’ı özellikle hedef haline getirerek, çok yönlü fiziki ve toplumsal yok oluşu amaçlamaktadır. Son iki yıldır aralıksız ağaç kesilmekte, dereler kirletilmekte, Cudi Dağı tahrip edilmekte. Her gün sayıları artan kalekol ve güvenlik barajları tam bir ekolojik tahribata yol açmaktadır. Bu politikalar savaş politikalarıdır. Sadece rant, sadece güvenlik, sadece doğaya yönelik olmayıp toplumsal doğanın bir bütün yok edilişi hedeflemektedir. Ekolojik yaşamı kurmak en az özgür toplumu kurmak kadar önemlidir. Doğamız için yürüteceğimiz mücadele aynı zamanda sağlıklı yaşam ve özgürlük mücadelesidir” dedi.
Demokrasi mücadelesi ve yerel yönetimler
Ekolojik mücadelenin bir bütün olduğunu ve sürekli olması gerektiğini vurgulayan Murat Özbey, şunları ekledi: “Öncelikle savaş politikalarına karşı barışı, tahakküm ve hiyerarşik anlayışa karşı demokrasi mücadelesi vererek, ekolojik yaşamı ortadan kaldıran sömürü ve tahakküm ilişkilerini ortadan kaldırabiliriz. Bu noktada kadın ve gençler bu mücadelenin merkezinde yer almalı. Devlet politikalarının tümü, kadın ve gençleri düşürmek üzerinden kurgulanmıştır. Savaş politikalarının hedeflediği kadın ve gençler, hem daha özgür hem de daha yaşanılabilir bir yaşam inşa etmek için mücadelenin öncüsü olmalıdır. Yine bu noktada sivil toplum alanı ve yerel yönetimler alanı ekolojik yaşam mücadelesinde belirleyici olmalıdır. Yerel yönetimlerin çevre ve kent politikaları, yine yerel yönetimlerin yerel demokrasi alanları olma bakımından ekolojik yaşam mücadelesinde belirleyicidir. Ekoloji hareketlerinin oluşması, yerel demokratik kurumların inşa edilmesi, toplumsal bilinç oluşturma noktasında önemlidir.”
Ömer Akın/MA