Geçtiğimiz günlerde yargı reformu paketi Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından açıklandı.
Bu pakette kadınlar açısından en dikkat çeken nokta ise “Şiddet içermeyen uzlaşmalarda aile arabuluculuğu getirilmesi sağlanacaktır. Açılan dava hâkim tarafından arabuluculara havale edilecektir” düzenlemesi.
Kadın örgütleri ve feministler ile, baroların kadın hakları merkezleri bu uygulamayı doğal olarak doğru bulmuyor. Aile hukuku zaten taraflara anlaşmalı boşanma gibi bir olanak sunuyor. Taraflar anlaşmışsa yaptıkları protokol ile tek celsede ve arabulucu olmaksızın boşanabiliyor. Böyle bir olanak zaten var yani. Hakimin önüne aynı anda çıkan taraflar, imzaladıkları protokol gereği boşanmak istediklerini beyan ettiklerinden boşanıyorlar. Aile arabuluculuğu adı ile yapılmak istenen bu yeni düzenleme elbette kadınları mağdur etmekten, kadınların hayatlarında sorun yaratmaktan başka hiçbir anlama gelmeyecek. Aile hukukunda anlaşmalı ya da çekişmeli boşanma yollarının dışında bir yol dayatmak kadınları zor durumda bırakmaktan başka bir sonuç yaratmaz.
Şiddet içermeyen durumlar nedir? Bunun kriteri nedir? Mahkemelerin hala psikolojik, ekonomik ve sözel şiddeti şiddetten saymadıklarını, bu şiddet biçimlerine tolerans gösterdiklerini görüyor, deneyimliyoruz. Peki bu şiddet içermeme durumunun kriteri nedir? Yani şiddet içerikli bir dava olması için kadının sadece dayak yiyor olması mı gerekir? Kaldı ki boşanma davalarının şiddet içerikli olmayanı da yok denecek kadar azdır. Öncelikle de psikolojik şiddet başlar ve şiddet çoklu biçimde sürer.
Arabuluculuk kadının geri adım atmasına, iradesinin sakatlanmasına, şiddet döngüsünün içine yeniden atılmasına ve kadının boşanamamasına neden olacaktır. Zaten belki de amaç budur. Bir kadının kendisini aşağılayan, ekonomik olarak zor durumda bırakan, kendisine tecavüz eden bir adamla uzlaşması beklenebilir mi? Erkek şiddetinin hız kesmeden sürdüğü, kadın cinayetlerinin her geçen gün arttığı bu ülkede aile arabuluculuğu, kadınları bile isteye şiddettin içine itmek anlamına gelir. İktidar ise kadın cinayetleri ve erkek şiddetini engellemek yerine boşanmayı engellemeyi seçiyor.
Türkiye’nin tarafı ve ilk imzacısı olduğu İstanbul Sözleşmesi’ne de aykırı olan bu paket ise şiddetin var olduğu bir meseleyi çözmek için arabuluculuk yöntemini öneriyor. Bu kesinlikle kabul edilemez. Ve kadın cinayetleri… 31 Mayıs günü Adapazarı’ında, boşandığı eşi tarafından çalıştığı kuaförde silahla vurulan kadın hayatını kaybetti. Yine 31 Mayıs’ta Kütahya’da birlikte yaşadığı kadını boğduktan bir gün sonra polis merkezine giden zanlı, cinayeti itiraf etti. 2 Haziran’da Muğla’da eski eşinin evine giden Şerafettin G, önce evde gördüğü eski eşinin annesini bıçakladı; ardından da yaralı halde komşusunun evine giderek yardım isteyen kadına av tüfeğiyle ateş açtı. Şerafettin G. daha sonra kadının park halindeki otomobili ile evini ateşe verdi. Kadın kaldırıldığı hastanede yaşamını yitirirken, Şerafettin G. olay yerinden kaçtı. Yine 2 Haziran’da Diyarbakır’da, otomobil içinde Recep Günler adlı erkek 20 yıllık eşi Aygül Günler’i, çocuklarının önünde bıçaklayarak öldürdü. Eşini yol kenarına atan Recep Günler olay yerinden kaçtı.