Beni de gazeteci sananlar var. Soruyorlar; “hocam seçim olacak mı?”
“Elbette olacak” diyorum, “Bu Kasım ayında sandık başındayız. Biden seçilirse Erdoğan kaybedecek, Trump seçilirse Kılıçdaroğlu…”
Şu hale baksanıza: millet toptan seçmen olmuş. Yarısı Biden’ı, öteki yarısı Trump’ı tutmakta. Biden Erdoğan devrilsin diyormuş, Trump, “iyidir, ne dersem yapıyor” diyormuş…
Bu durumdan hoşnut olmayan bir arkadaşım, “rezalet” diye saçını başını yolarken, “sorun ne?” diye sordum.
“Türklüğümden utanacak hale gelmek üzereyim. Biz muhaliflerin işi de AKP’lilerin işi de Amerikan seçimlerine kaldı.”…
Arkadaşım tam giderken sordu: “Sen bu işlere ne diyorsun, milli gururun zedelenmiyor mu?”
Düşündüm ve bir “Türk” olarak şöyle konuştum:
“Umurumda bile değil. Türkiye’yi NATO’ya ben üye yapmadım. Amerika ile ikili anlaşmaları ben imzalamadım. Türk topraklarına Amerikan üslerini ben getirmedim, nükleer silahları ben depolamadım. NATO Gladiosu’nu ben kurmadım. Türkler ‘küçük Amerika’ olacağız diye NATO sistemine kendileri girdiler. NATO’nun patronu Amerika olduğu için CIA’yı yatak odalarına kendileri davet ettiler. İçine girdikleri sistemin patronu ABD. Erdoğan’ı ister döver, ister sever.”
Durdum, arkadaşım yüzüme şüpheyle bakıyordu.
“Ancak şimdi tuhaf olan bir şeyler var.”
“Neymiş o şimdi tuhaf olan” diye sordu arkadaşım.
“Şeffaflık” dedim. Devamla şunları söyledim:
“Amerikan devleti her zaman Türkiye’nin iç işlerine karışmıştır. Darbelerin altında onun imzası vardır. Ama şimdiye kadar devirecekleri Türk devletine, devirmeden beş dakika öncesine kadar şimdi yaptıkları gibi saygısız, küstah, kaba bir davranış içine girmediler. Muhtemelen Oval Ofis’te baş başayken Türk siyasetçilerine sövdüler, ama bunu asla açıkça yapmadılar.”
Şimdi işler değişti… Şimdi her şey gözler önünde.
Obama, Erdoğan’a politika dikte ederken, elinde beyzbol sopası tutmakla “şeffaf” politikanın önünü açtı. Trump “ahmaklık etme, senin ekonomini fena yaparım” diyerek kamuya açık mektup gönderdi. Biden da seçilirse bunun işini bitireceğini daha şimdiden ilan etti. Biden bunu ilan eder etmez, Trump “O dünya satranç şampiyonudur ve ne dersem yapar” diyerek Erdoğan’a sahip çıktı.
Hiçbir Amerikan başkanı, böyle uluorta ne Menderes’e, ne Bayar’a, ne İnönü’ye, ne Demirel’e, ne Ecevit’e ve hatta ne Erbakan’a bizimkine davrandıkları gibi davranmadı.
Demek ki problem Amerikan başkanlarında değil. Bizimkinde.
Rejimin yolsuzluklarını biliyorlar. 15 Temmuz’dan, son seçim öncesi yaşanan kanlı katliamlardan, Rusya ile girilen kirli ilişkilerden haberleri var. Türk siyaseti şahsiyetini yitirmiş. Tüm kabadayılıklarına rağmen şamar oğlanına dönmüş. Hiçbir devlet başkanının Recep Tayyip Erdoğan’a zerre kadar saygısı yok.
Bütün bunların sorumlusu kim?
Erdoğan.
O halde Biden’ın da, Trump’ın da onun hakkında ettiği laflar beni ilgilendirmiyor. İster küfretsinler, ister methetsinler fark etmiyor.
Ama eğer Türkler “kızacaksa”, Reislerine kızmalıdırlar: Birincisi hala Trump’ın hakaret dolu mektubuna “milli ve yerli bir cevap mektubu” yazmadığı için. İkincisi, Biden şimdi üzerinde tepinilen konuşmayı bundan tam 7 ay önce yaptığı halde, bu mektuba o zaman neden “milli ve yerli bir cevap” konuşması yapmadı diye.
Ve şimdi Amerika’ya atıp tutan Türkler şunu sormalıdırlar: ABD başkanları Erbakan’a bile böylesine saygısızca davranmadı, neden Erdoğan’a böyle saygısızca davranmakta en küçük bir tereddüt duymuyorlar?
Arkadaşım ayrılırken sordu? “Neden tereddüt duymuyorlar?”
“Çünkü dedim, Türk devleti öyle bir açmazda ki, Erdoğan’a tüm ABD hep bir ağızdan küfretse bile, Erdoğan rejimi ABD’den ayrılıp da bir yerlere gidemez. Biden da bunu bilir, Trump da. Ve bir de şu var: Erdoğan öyle bir devrilecek ki, bırak saygıyı, örneğin herkes Erbakan’ı bile siyaset tarihi derslerinde hatırlayacak, onun adını ise kimse anmayacak… Erdoğan hikayesinin sonunu Amerikalılar hepimizden iyi biliyorlar.”
Arkadaşım “Hitler’in sonu gibi mi?” diye sordu. “Ah sevgili dostum, dedim, Hitler’inki trajediydi, bizimkinin sonu traji-komedi olacak”…
Üzgün gözlerle bana veda etti.