Van, Mardin, Diyarbakır’da bir kez daha halkın iradesine karşı faşist bir darbe gerçekleştirildi. Şahsen üzgün değil, öfkeliyim. Üzgün olmak bir bakıma çaresizliktir, öfkeli olmak haksızlığa karşı çıkma cüreti, iradeyi çalanlara “zehir zıkkım olsun” deme korkusuzluğu verir. Halkların örgütlü öfkesi karşısında zorbalar kalmaz gider! Korkunun sofrasında yılgınlık yiyenlerin ruh hali değil, saraylar saltanatlar çöker, kan susar birgün, zulüm biter diyecek kadar, öfkeyi, umutla yoldaş edenlerin inancı lazımdır şimdi bize.
Ahmet Türk “İstanbul seçimleri hesapladıkları gibi sonuçlansaydı kayyum darbesini 1 Nisan’da yapacaklardı” dedi ve bu iddianın resmi belgesi de ortaya çıktı. “Kayyum” mu “kayyım” mı yazılır tartışmasına girmeye hiç gerek yok. Çünkü yapılan şey “kayyum” ya da “kayyım” değil, ayan beyan faşist darbe. Adını net koyalım ki neyle karşı karşıya olduğumuzu bilelim. Bu darbe beklenmedik bir saldırı değildi zaten. 7 Haziran 2015 seçiminden yenilgiyle çıkan AKP’nin ne olursa olsun iktidarda kalma isteğiyle “kan kustur – sustur” taktiğinin doğal sonucu. Ahmet Davutoğlu’nun üstündeki baskıyı azaltmak için söylediği “Terörle mücadele defterleri açılırsa birçok insan, insan yüzüne çıkamaz. Gelin hafızanızı bir yoklayın. İleride T.C. tarihi yazıldığı zaman, eminim en kritik dönemlerden, birkaç aydan biri 7 Haziran ile 1 Kasım arasındaki dönem olarak yazılacaktır.” biçimindeki sözler önemli bir itiraf. Bahsettiği dönem içinde Suruç, Ankara Gar katliamı gibi insanlığa karşı suç niteliği taşıyan büyük kitle katliamları mevcut. Çözüm sürecinin bitirilmesi sonrası vekilleri tutuklama, belediyeleri gasp etme hamlesi çatışma ortamında militarist propagandanın etkisi altındaki kesimler için meşru görülmüştü. AKP ilk kayyum darbesi ardından tam anlamıyla bir çökertme politikası uyguladığını, belediye binaları dahil her türlü taşınır ve taşınmazı haraç mezat sattığını ya da Diyanet ve Emniyet kurumlarına hibe ettiğine tanık olduk. Tüm bu hile ve baskılara rağmen 31 Mart seçimlerinde Kürt halkı AKP’ye boyunun ölçüsünü gösterdi. Bu irade İstanbul, Ankara, Antalya, İzmir ve batı şehirde kendini yenilmez sanan AKP’nin bozguna uğramasında anahtar rol oynadı. İç ve dış politikadaki yenilgiler, ekonomik çöküş Saray erkânını kolay zaferler kazanmaya yöneltti. En kolay zaferin, afyon niyetine halka verilen şovenizm zehriyle kazanılacağını düşünen AKP, 7 Haziran – 1 Kasım arası çokça uygulanan kan boğma ve dikta rejim uygulamalarına yine ihtiyaç duyuyor. Aynı taktik, aynı söylemlerle aynı insanları kandırmakta hiçte başarılı görünmüyorlar. Düzen muhalefeti de, geniş toplumsal çevrelerde yapılanın bir darbe olduğunu açıkça söylemekten geri durmuyor. İradesi gasp edilen insanlar polisin en vahşi saldırgan tavrına rağmen sokakta olmaya devam ediyorlar. Bir milyon insanın iradesini gasp eden kayyumlar iki kişiye teşekkür ediyorlar, çünkü koltuklarını iki kişiye borçlular.
Egemenler “Kürt kardeşlerimiz” ikiyüzlülüğünü de bir kenara bırakıp açıkça “o bölge verilen oyları irade saymamak lazım” diyecek kadar ırkçılığa aleniyet kazandırdılar. Devlet Bahçeli’nin “Diyarbakır, Mardin, Van Büyükşehir Belediye Başkanlıklarının idaresi egemenliğin yegane sahibi Türk milletinin doğrudan kontrolündedir” şeklideki sözleri “bin yıllık kardeşlik” edebiyatını bırakıp, Kürtlerin seçme, seçilme hakkını yok saydığının kanıtı. Eskiden “Cudi’ye bayrak diktik” manşetleri atarken içine düştükleri trajikomik durumu fark etmeyenler, şimdi de belediyeleri polis zoruyla gasp ettikleri için sevinir hale geldiler. Diyarbakır, Mardin, Van’da “Afrin hukuku” işleterek Kürt ve Türk halkları arasında tarihsel bir yarılma yarattıklarının farkında bile değiller. Halkların eşit ve özgür biçimde bir arada yaşama zeminine dinamitler döşemekle meşgul AKP-MHP-Ergenekon koalisyonu. Demokratik çözüm yerine “ez, çöz” heveskârlığına kapılan Saray eşrafına Napolyon Bonaparte’ın “süngüyle her şey yapabilirsiniz ama üstüne oturamazsınız” sözünü hatırlatmakta fayda var.
24 Haziran seçimi öncesi HDP’nin Van mitingine katılmıştım. Polisin engelleme, baskı ve sonunda saldırısına rağmen insanların sel olup meydana aktığına şahit oldum. Bu muazzam kitleyi görünce kürsüden “baskıya, zulme, inkara karşı nasıl ‘one minute’ (Van minut) denir gelin de Van halkı size göstersin” demiştim. Darbe hukukuna, halklar arasındaki dostluk köprülerinin yıkılmasına, inkar ve imhaya hep birlikte yeter artık diyebilmeliyiz. Edî Besê!