Aç bir adam lokantanın önünden geçerken bir afiş görür: “Lokantamızda kim ne yerse yesin, parasını torunu ödeyecek.” Adam lokantaya dalar, adamakıllı karnını doyurur, çıkarken lokanta sahibi yakasına yapışarak hesap ister.
Müşteri, “Arkadaş, ama afişinizde yediğimin parasını torunumun ödeyeceği yazılıydı” deyince, Lokantacı şöyle cevap verir: “İyi ama birader ben senin yediğinin parasını istemiyorum ki, dedenin burada yediğinin parasını istiyorum.”
Bu misal, bugünkü Kürt siyasi hayatına tıpatıp uymaktadır. Örneğin 50 yıldır tüm siyasi davalarımdaki iddianamelerde Şeyh Sait, Seyit Rıza ve hatta Mustafa Barzani bile yer almıştır. Her ne kadar suçsuz olduğumu söylüyor idiysem de savcı ve hakimler adeta hikayedeki lokantacı gibi, “Evet, sen şimdi suçsuz olsan da dedelerinin hesabını vermeye mecbursun” diyorlar.
Ve işte bu mantıkla her Kürt yeni nesil kendinden evvelki atalarından dolayı suçlu ve mahkûm sayılmaktadır.
Ve bundan dolayı da büyük atamız Ehmedê Xanî, bundan 400 yıl önce bu belamızı görmüş ve veciz bir şekilde şöyle ifade etmiştir:
“Ez mam di hikmeta xwedê da, Kurmanc di dewleta dinê da
Aya bi çi hawhi mane mahrum, Bilcumle ji bo çi bûne mahkûm.”
“Ben Allah’ın işini şaşa kaldım. Acaba Kürtler dünya devletinden neden mahrum kalmışlar ve tümü neden mahkûm olmuşlar?”
Aradan 400 yıl geçtiği halde hâlâ Kürtler, Türk, Arap ve Acem lokantalarında dedelerinin parasını ödemektedirler. Peki Kürdün bu borç ödemesi ne zaman bitecek? Kürdün aklı başına ne zaman gelecek?
*Bu yazı 25 Ağustos 1991 tarihinde yayınlanmıştır.