ABD Özel Kuvvetler Komutanlığı’nın gizli bir operasyonuyla Bağdadi’nin öldürülmesi, cihatçı saldırılardan muzdarip olan herkesi bundan sonrası için neler olabileceği üzerine kafa yormaya zorladı. Operasyonun yapılış şekli ve yeri ise, iki konuyu ön plana çıkardı. Birincisi, SDG’nin istihbari bilgileriyle yapılan bir operasyon olması ve bunun Kürtlerin uluslararası arenada prestijini artırmasıdır. İkincisi, operasyonun Türkiye’nin güvenli bölgesi olan İdlip’de, Türkiye sınırına çok yakın mesafedeki bir köyde yapılmış olması ve Türkiye’ye karşı şaibe yaratmasıdır. Bütün dünya bu iki olgu üzerinde tartışırken AKP-MHP koalisyonu sanki böyle bir şey olmamış gibi olayı gündemden düşürmeye, IŞİD’le çok yönlü bağlantılarını gizlemeye ve unutturmaya çalışıyor.
AKP’nin Suriye’de üstlendiği siyasal rol, Türkiye’nin Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) eş başkanlığına getirilmesine kadar uzanıyor. Erdoğan, 4 Mart 2006’da AKP’nin Bayrampaşa İlçe Kongresi’nde, “Türkiye’nin Ortadoğu’da bir görevi var. Biz BOP eş başkanlarından biriyiz. Bu görevi yapıyoruz” diyerek bu role açıklık getirmişti. Ilımlı İslam modeli oluşturmayı amaçlayan bu rol, yapısal bazı değişiklikleri öngörmekte ve Türkiye’yi ABD ve NATO politikalarında daha etkili olmaya zorlamaktaydı. BOP’un mimarı Ronald Asmus, “Amacımız var olan devletlerin bizi, birbirlerini ve yönetici olarak mimledikleri insanları tehdit etmelerini önleyecek bir dönüşüme girmelerine yardımcı olmaktır. İki hedefe odaklanmaktayız: Bu toplumlardaki olumlu değişim güçlerini kuvvetlendirmek ve bu tür değişimi kolaylaştıracak jeopolitik ortamı yaratmak” demişti.
El Kaide’nin Afganistan’ın emperyalist işgaliyle ortaya çıkması gibi IŞİD’de, Irak’ın işgali ve ABD’nin BOP ve “Arap Baharı” politikalarının sonucu olarak ortaya çıktı. İlk dönemde Irak’ta Şiilere karşı toplu katliamlar yapan IŞİD sonraki saldırılarını Kürtlere, Ezidilere, Asurilere, Nusayrilere, Irak ve Suriye’deki Şii yönetimlerine; giderek Türkiye ve Kürdistan’daki devrimci ve demokratik güçlere karşı yoğunlaştırdı. 21.yüzyılın en kanlı, en acımasız ve en geniş coğrafyada faaliyet gösteren bir terör örgütü olan IŞİD saldırılarını, İslam’a karşı “Haçlı Seferi” olarak nitelendirdiği Hıristiyan ülkeler ve halklara yönelttiğini iddia etse de, esas olarak bölgede din ve mezhep savaşı sürdürdü.
2011’de selefi silahlı güçlerin harekete geçirilerek başlatılan Suriye iç savaşının amacı, mevcut rejimi yıkarak işbirlikçi güçlerle yeni bir rejim kurmaktı. Suudi Arabistan, Türkiye ve Katar bu güçleri en çok destekleyen ülkeler oldu. Kendisini Irak Şam İslam Devleti olarak ilan eden IŞİD, Irak ve Suriye topraklarını hızla işgal etmeye başladı. IŞİD’in en önemli kadrolarını, Irak’taki Baas Partisi’nin eski komutanları, Sünni Iraklı ve Suriyeli Arap milisler ile yurtdışından (ABD, Avrupa, Çeçenistan, Orta Asya, Kuzey Afrika ve Ortadoğu) gelen cihatçı militanlar oluşturdu.
Bu süreçte Türkiye toprakları selefi örgütlere açıldı, insan, silah ve malzeme desteğinin önemli bir kısmı Türkiye üzerinden sağlandı. Uzun yıllardan beri tek yanlı olarak Türkiye tarafından korunan Türkiye’nin güney sınırları yolgeçen hanına döndü. Suriye iç savaşında müdahil olan Türkiye, emperyal planlarını da uygulamaya koydu. 5 Eylül 2012’de Erdoğan, “CHP yarın Şam’a gidecek yüz bulamayacak göreceksiniz ama inşallah biz en kısa zamanda Şam’a gidecek, oradaki kardeşlerimizle muhabbetle kucaklaşacağız. O gün de yakın. İnşallah Selahaddin Eyyubi’nin kabri başında Fatiha okuyacak, Emevi Camisi’nde namazımızı da kılacağız” diyordu.
IŞİD’in binlerce üyesi Türkiye üzerinden geçerek IŞİD’e katılırken Adıyaman, Bingöl, Mardin, Diyarbakır, Kırşehir, Konya, Ankara, İstanbul’dan önemli oranda cihatçı katılımlar oldu. Türkiye’de IŞİD katliamları (Reyhanlı, Diyarbakır, Suruç, Ankara, Sabiha Gökçen Havalimanı, Reina) yapıldı. AKP, IŞİD’i terör örgütü olarak tescil etmedi ve onlara “Öfkeli gençler” demeyi sürdürdü. Böylelikle IŞİD, Türkiye’nin 72 ilinde hücre sistemine göre örgütlenerek siyasal ve toplumsal yapının önemli bir bileşeni haline geldi.
Sonuç olarak AKP’nin BOP ve IŞİD politikalarının Türkiye’yi getirdiği aşamayı iki noktada özetleyebiliriz: 1-Devlet ve hükümet politikalarında Türk-İslam milliyetçiliğine dayalı ideolojik ve siyasal çizgi egemen hale gelmiştir. 2-Parlamenter sistemden Türk tipi başkanlık rejimine geçilerek yeni bir dönem başlatılmıştır.