Bugün 1 Mayıs, işçi sınıfının uluslararası birlik ve dayanışma günü. Tarihsel arka planında sekiz saatlik iş günü mücadelesi yatan, bedel ödenerek elde edilmiş bir hakkın kutlandığı evrensel bir bayram. Bir buçuk asır önce elde edilmiş kazanımların teker teker yitirildiği günümüzde bu bayramı kutlamanın anlamı da hızla aşınmakta.
Günümüz İstanbul’u artık her bir banliyösü ilçe olarak tanımlansa dahi, orta ölçekte bir şehir kadar nüfus yoğunluğuna ulaşmışken Maltepe’de 1 Mayıs kutlanmasına itiraz etmek gereksiz. Esas mesele Taksim Meydanı’nın bu kutlamaya yasaklanmasında.
Bu şartlar altında, Osmanlı yönetiminde amele bayramı olarak kutlanan 1 Mayıs’ın, cumhuriyet yönetiminde Bahar Bayramı olarak tanımlanmasını konuşmak, tartışmak gerekir.
Cumhuriyetin kuruluş yıllarında benimsenen ‘muasır medeniyet seviyesi’ tahayyülü Cumhuriyet Baloları ile simgelenen bir yaşam tarzını önermekteydi. Ozan Ahmet Arif’in deyişiyle, bir ayağı atom çağında, bir ayağı ham çarıkta olan bir toplumsal doku aynı yaşam tarzını benimsemeyeceğine göre, çözüm ham çarık giyen ayağı görünmez kılmakta bulundu. O ayak ortaçağ karanlığında kalabilir, yeter ki ülkenin, hele de batıdan görünen vitrinine yaklaşmasın.
Ne var ki muasır medeniyet seviyesi olarak örnek gösterilen batı ülkeleri, sınıf mücadeleleri sonucunda 1 Mayıs’ı işçi bayramı olarak kutlarken, biz kolayca başvurduğumuz inkâr siyaseti sonucu, sınıfsız ve imtiyazsız bir toplum oluşturma faraziyesiyle halkı oyalamaya çalışan iktidarlar tarafından yönetilmekteydik.
O şartlar altında Türkiye işçi sınıfı 1 Mayıs kutlamaları için hem pasif, rejimle başını belaya sokmayacak, hem de keyifli bir yöntem buldu, 1 Mayıs gününü çoluk çocuğu yanına alarak Bomonti Bira Fabrikası bahçesinde piknik yapmak. Ne kadar ilginç, yüz yıl önce fabrika bahçesinde kurulu masalara servis edilen fıçı biralarla kadınlı erkekli eğlenme anlayışından millet bahçesinde yatıp yuvarlanma düzeyine düşmüşüz.
Dönemin sosyalistleri yaşamdan zevk almayı bildiğinden, alkolün kararını tutturmakta zorluk da yaşamazlardı. Nitekim 1 Mayıs günüyle, içkiden sapıtıp ona buna sataşmaktan çıkan olay kaydına pek rastlanmaz o tarihlerde. Bozkırın dini bütün, milliyetçi, mukaddesatçı ve ezik karayağız yiğidolarının içki şişesiyle erkeklik yarışına girmeleri çok daha sonraki yılların zevzekliği, daha doğrusu rezilliğidir.
İnsanların yaşam tarzına müdahale etmek ideolojik bir saplantıdır ve fevkalade zararlıdır. Ne yazık ki bu sapkın siyaset tarihin her döneminde alıcı bulmuştur. İktidarı ele geçirenin, kendi değer yargılarını tüm topluma dayatma yoluna gittiğini anlatan onlarca örnek saymak mümkün.
Ne yazık ki yukarda verdiğim örnek artık işçi sınıfının ulaşamayacağı kadar uzak bir hayale dönüştü. Tekel idaresinin tasfiyesi sonunda Bomonti Bira Fabrikası önce kapatıldı, ardından da bahçenin bulunduğu alan yabancı kahve zincirleri tarafından elitleştirildi.
Alkollü içkiler henüz bu denli şeytanlaştırılmadan önce, içki denen şey, üretim maliyetinin üzerine eklenen makul bir kâr oranıyla sunulurdu tüketiciye. Şimdi ise maliyetinin katbekat üzerinde bir vergi tarifesiyle adeta ulaşılmaz kılınıyor.
Alkol, belli bir oranın üzerinde tüketildiğinde beyin hücrelerini etkileyip insanın özdenetimini yitirmesine sebep olabilir. Bu anlamda da içkiyi fazla kaçıran adam tehlikeli olabilir ve ona uzak durmakta, bulaşmamakta fayda vardır. Ancak kafayı alkolle bozmuş, bunu engellemek için her yola başvuran, keyfiyle bir kadeh içki içeni dahi alkolik olarak tanımlayan adam biraz daha tehlikelidir, zira sabaha ayılma ihtimali de yoktur. Dolayısıyla bu gibilerden daha da uzak durmak toplum güvenliği açısından çok daha önemlidir.
Bugün 1 Mayıs, Bomonti olmasa da şehirde sakin bir bahçe bulmak mümkün. Emeğin bayramı kutlu olsun.