Yanlış kurgulanan Cumhuriyet’in ilanından bu yana Kürt Sorunu, hem devletin hem de hemen hemen her Türk aydının paranoya derecesine varan korkusu olmuştur. Hemen her devirde tek tip Türk yaratma hayali, Kürtlerin inkârına, yok sayılmasına, aşağılanmasına neden olmuş, zaman zaman soykırım sınırlarını zorlayan, etnik temizlik düzeyine varan sürgünlere, beş bine yakın köy ve onlarca şehrin yakılıp yıkılmasına yol açan harekâtlarla sonuçlanmıştır.
Tek parti tekçiliğinden bıkmış olan Kürtler ve Aleviler 1950’de Demokrat Parti’nin özgürlük vaatlerine inanıp iktidara gelmesinde en önemli rolü oynamlarına rağmen 1960’lara doğru onlardan da umut kesmişlerdir. Demokrat Parti, iktidara gelir gelmez önce Alevilerin en temel kaygısı olan laikliği tırpanlamaya başlamışlar, sonra da Kürtler için büyük önem taşıyan ırkçşöven milliyetçelikte eskileri aratmamışlardır.
Nitekim 1958’de giriştikleri bir operasyonla 49 Kürt aydınını tutuklayıp aylarca Harbiye zindanlarında bekletmişlerdir. (Bir çoğu dostum olan 49’ları saygıyla anıyorum) Daha sonra gelen 27 Mayıs darbesi, ilk darbeyi Kürtlere vurmuş, “ağalığa karşı mücale” kisvesi altında 55 Kürt aydın ve kanaat önderini tutuklayıp Sivas’ta uzun süre zindanda tutmuştur. İşte ondan sonra rutine bağlanan darbe ve muhtıra dönemlerinde müdahalenin bahanesi ne olursa olsun ilk tokmak Kürtlerin başına inmiştir.
12 Eylül faşist darbesi ve onun Anayasası ile Kürtlerin dili her alanda yasaklanmış, cezaevlerinde Türkçe bilmeyen annelerin çocuklarıyla konuşması bile engellenmiştir. Artık doksanlı yıllarda faili meçhul ölümler, yargısız infazlar, köy yakmalar, orman yakmalar vukuat-ı adiyeden sayılırcasına demokrat geçinen basın tarafından bile görmezden gelinmiştir. 2011’den itibaren “milliyetçiliği ayakları altına alan” Sayın Erdoğan’ın Kürt oylarını almak için rıza gösterdiği Barış Süreci döneminde doğan umutlar, 7 Haziran seçimlerinde Kürtlerin kimliklerine sahip çıkmalarıyla masa bizzat kendisince devrilmiş ve acılı günler başlamıştır.
Erdoğan, geleceğini bölücü savaşa bağlamış, komşularla sıfır sorun politikasını tüm komşularla düşman olmaya dönüştürmüştür. Rojava’da, Irak Kürdistanı’nda Kürtlerin kazanımlarını hazmedemeyen AKP iktidarı, komşu ülkelere asker gönderme tezkereleri ile TBMM’nin karşısına çıkmış, demokrasi ve özgürlük şampiyonluğu yapan CHP milletvekilleri bile adeta “iki ellerini kaldırarak” evet oyu kullanmışlardır.
Bunların sonuncunda içteki yıkımlarla yetinmeyen iktidar, gerek Güney’de, gerek Rojava’da bombalamalarla, işgallerle Kürtleri yerinden etmekte, yerine cihatçı Arapları yerleştirmektedir. Buna rağmen tarihin gidişini tersine çeviremeyeceklerini görenler de var. Gerek AKP içinde, gerek demokrat Türk aydınlarında bu durumun ilelebet sürdürülemeyeceğini görenler, çözüm önerilerinden söz etmektedirler. Geçenlerde Arslan Bulut’un YeniÇağ gazetesinde çıkan bir yazısından söz etmek istiyorum. Yazar, Serdar Turgut’un yazısından alıntıyla Kemalistler ile Erdoğan’ı sevenlerin el birliğiyle Erdoğan’ın etrafında kümelenmeleri gerektiğini, vatanseverliğin bu olduğunu, aksi takdirde “Bir gün şu ortak hayatımızı paylaştığımız vatanımızı kaybetme riskinin de olabileceğini de artık görmeliyiz” şeklindeki yazısından bir pasaj aktarmaktadır. O “Erdoğan’ın etrafında kümelenme” yi zaten görmekteyiz.
Ulusalcıların ve ulusolcuların Kürt sorunu konusunda Erdoğan’dan farklı düşünmedikleri meydanda. Daha sonra Bahçeli’nin yerel yönetimler seçimleriyle ilgili söylemine değinip AKP’nin tavrına atıfta bulunmaktadır. “Peki AKP ve Erdoğan bu sistemle neyi hedefliyor ve bu hedef, Bahçeli’nin söylediği gibi devletin bekasını sağlamak mıdır yoksa adı bile değişmiş yeni bir devlet kurmak mıdır? sorusuyla Cumhurbaşkanlığı Başdanışmanı Mehmet Uçum’un şu sözlerine yer vermektedir: “Kürt politikası, Türkiye’nin yeni siyasal sistemi içerisinde bir yere sahiptir ve yeni anayasal sistemin bir boyutudur.
Türkiye’ye özgü ‘başkanlık modeli’, üniter yapı içerisinde ‘adem-i merkeziyetçiliğin geliştirileceği’ bir esasa dayandığından ‘Kürtlerin yaşadığı bölgeler’ de dahil olmak üzere tüm Türkiye bakımından ‘yerel-bütünleştiricimerkez yapısı’nı kurmak hedeftir.” Gerek Bahçeli’nin sözleri, gerekse Kürt belediye başkanlarının yerine kayyım atanmaları ve bu politikanın yerel yönetimler seçimlerinden sonra da devam edeceği sinyalleri bu sözlerin inandırıcılığını ortadan kaldırmaktadır.
Yazar, Mehmet Uçum’un “Anayasa değişikliğiyle Türkiye’nin yeni anayasal sistem ihtiyacının tam olarak karşılanmadığını, reformların devam etmesi gerektiğini, yeni Anayasa ihtiyacının daha güçlü hale geleceğini, MHP ile birlikte yürünebileceğini, MHP Türk Milletinden Türkiye Milleti”ne gelmezse başka destekçilerle hedefe yürüyeceklerini” söyldikten sonra sözlerini şöyle bağlıyor: “AKP, her geçen gün Türklükten rahatsız, cumhuriyetten ve laiklikten nefret eden insanlara yetki veriyor. Yani Türkler, AKP iktidarı devam ederse vatanlarını kaybedecek. Bu sebeple yeni bir vatansever kadro ile yola çıkmak gerekir.” İşte Türkiye aydın, demokrat, ulusalcı, ulusolcu, dinci tüm kesimlerindeki ortak paranoya ve bunun sonucunda birleştikleri nokta. “Kürtler statü sahibi olmasın.”