Öncelikli olarak, Türkiye açısından işlerin iyiden iyiye sarpa sardığı Libya’dan başlamak gerekiyor. Zira iki ana düğüm noktasından biri o. Diğerini sona bırakalım. Libya’da haziranın ortasından bu yana işler AKP-MHP’nin istediği gibi gitmiyor. Erdoğan, Suriye’de yaptığı her şeye göz yumulmasının rahatlığıyla ‘Fırsat bu fırsat, Libya’da istediğimi yaparım’ diyerek, askerleri ve kendine bağlı güçlerle Libya’ya müdahil oldu. Birkaç haftalık direnme gücü kalmış ‘Ulusal Mutabakat Hükümeti’ başbakanı Sarrac da hem siyasi yakınlık hem de can havliyle bu müdahaleye çanak tuttu. Türk tankları ve hava desteğiyle ilerlemeye başlayan paralı güçler Sarrac’ın kontrol ettiği alanı biraz genişletmeyi de başardı. Bilinen bu kısımları fazlaca detaylandırmadan haziran itibariyle olup bitenlere kısaca bir göz atalım…
Haziran ortasına doğru Türk medyası Akdeniz’deki Misrata şehrinde (UMK elindeki iki sahil şehrinden biri, diğeri Trablus) kalıcı bir deniz üssü kurulacağını, yine Trablus’tan biraz aşağıdaki Vatiyye üssüne de Türk hava savunma sistemleri ve SİHA’lar yerleştirileceğini yazdı. Özünde haberler doğruydu ve ciddi hazırlıklar başlamıştı, Vatiyye’ye yığınak sürüyordu. Bu arada, Türk askerleri de Sirte’ye doğru ilerlemeye başlamıştı. İşte tam bu noktada Arap dünyasındaki rahatsızlık kendini göstermeye başladı. Libya’nın adeta cetvelle çizilmiş doğu sınırının ardı boydan boya Mısır’dır. 20 Haziran’da Mısır Cumhurbaşkanı Sisi sınırdaki birlikleri ziyaret etti ve ‘Sirte kırmızı çizgimizdir, güvenliğimiz için ne gerekiyorsa yaparız’ dedi, ardından Mısır meclisi ‘savaş tezkeresini’ onayladı. Bu açıklama ve meclisin kararı Türkiye açısından oldukça önemli bir uyarıydı. Zira Mısır, askeri güç açısından ve Arap dünyasındaki etkinliğinden, alabileceği desteklerden dolayı hiç de küçümsenecek bir güç değildi.
Bu tartışmalar ve meydan okumaların üzerinden iki hafta geçmişti ki oldukça enteresan bir olay daha yaşandı. Önce kimliği çokça tartışılan, ‘Rusya’nın gönderdikleridir’ denilen bir grup uçak tarafından, Türkiye’nin de konuşlandığı, üs haline getirdiği bazı kaynaklara göre o gün orada bir genelkurmay heyetinin de olduğu bir sırada Vatiyye üssü vuruldu, gerek sistem gerekse de SİHA’lar imha edildi. ‘Kim yaptı’ tartışmalarına ise Emaret (Birleşik Arap Emirlikleri) prens danışmanı Abdulhalik Al Abdullah noktayı koydu ve şöyle bir açıklama yaptı: ‘Arap halkları adına Erdoğan’a Libya’da gerekli dersi verdik.’ İşte o gün bu gündür Libya’da herkes olduğu yerde durdu. Türk dışişleri bakanlığı ‘BAE de kim oluyor, cürmü kadar yer yakar’ dese de o günden sonra Libya’da pek bir şey olmadı. Araplar bir güç gösterisi yapmış oldu, Erdoğan Suriye’deki gibi avukatsız, sahipsiz bir alanda olmadığını anladı. Bütün bu olup biten yetmiyormuş gibi bir de Yunanistan-Mısır anlaşması çıktı ‘durup dururken.’ Haziran ayında Yunan Dışişleri Bakanı Dendias Mısır’a gitmişti, sonra 6 Temmuz’da bir daha gitti, Mısır Dışişleri Bakanı Samih Şükri ve mevkidaşı Nikos Dendias arasında yapılan görüşmelerin ardından Mısır ve Yunanistan arasında ‘Deniz yetki alanlarının sınırlandırılması’ anlaşmasının yapıldığına dair bir basın açıklaması yapıldı. Dimyat’a pirince giderken evdeki bulguru yitirmeye başlayan AKP-MHP koalisyonu açısından bu anlaşma ortalığı toz duman ediyor ve Akdeniz’deki bütün hesabı bozuyordu. Libya’nın, geleceği meçhul ve ülkenin sadece yüzde yirmisini kontrol edebilen hükümetiyle yapılan anlaşması sonrasında, Dumrul gibi köprü başını kesip gelip geçenlerden baç alacaklardı. Bu hesap da bozuldu. Yazının ilk paragrafında, işlerin sarpa sardığı iki ana düğüm noktası var demiştim, ilki Libya’ydı ve gerçekten yüzlerine gözlerine bulaştı, ne yapacaklarını bilmez haldeler. İkincisi Heftanin ve Güney Kürdistan’daki durum. Geçmiş yıllarda, yanlış hatırlamıyorsam Yaşar Büyükanıt’tı: ‘Yağdan kıl çeker gibi geri çekildik’ demişti. Demişti de pek de öyle olmamıştı. Çokça yoksul aile çocuğu niye savaştığını bilmeden sürüldüğü cephede yaşamını yitirmiş, cenazeleri alınmadan çekilip gidilmişti. Benzer durumlar var. Türk halkından gizlenen çok ciddi kayıplar var. Bölgede ordu açısından ciddi kayıplar, siyaseten de ciddi başarısızlık ve iflas var. Bölge halkında, ‘kazanmaya çalıştıkları Güney halkında’ çok ciddi tepkiler oluşuyor. Zira hava araçları hareket eden her canlıyı vuruyor, vurulanlar arasında çokça sivil, tarım alanlarında çalışan insanlar, çobanlar, hatta KDP peşmergeleri bile var. Şimdi; içeride ekonomi iflasta, döviz rezervi açıklandığı gibi 105 milyar dolar falan değil, swap’lar ve bankalardan çekilen paralar düştüğünde eksi 9.5 milyar dolar. Habire TL basılıyor, yakın gelecekte enflasyon, ardından devalüasyon gibi çöküşler kaçınılmaz. Dış borç taksitleri kapıya dayandı. Milyarlarca dolar lazım ama yok. İçerde oluşmaya başlayan ekonomik çöküntüyle birlikte koalisyon hükümeti çalkalanmalar yaşayacak gibi görünüyor. Akşener’in ayağını yalamalar boşuna değil. Giderek maaş alamamaya başlayacak paralı askerler, İdlib ve Libya’dan geri çekilmek zorunda kalınacak olanların nerede ve nasıl istihdam edileceği iktidarın kafasını allak bullak etmiş durumda. Erdoğan, canlı yayında olduğunu unutur hale geldi. ‘İki yıl daha dayanırlar’ diye düşünüyordum ama zor görünüyor. Çok zor…