Kriz kader değildir ama seçimlerimizin sonucudur.
Bir toplumun zenginliğinin kaynağını ve bu zenginliğin nasıl dağıtıldığını, seçimlerimizle belirleyen biziz.
Bazen bizzat seçerek, bazen gözlerimizi kapatarak yaparız bunu. Zenginliğin kaynağı rantlarsa, rantın kaynağı ve dağıtımı müdahaleci, inşaatçı yeniden imarcı bir siyasi gücün varlığına dayanıyorsa, o ülkede büyüme koftur. Ve kof bir büyümede az sayıda rantiye dışında kimsenin geliri reel olarak artmaz. Ve gücü bir kez ele geçiren siyasi elitler ve servetlerinin muhafazası bu siyasi gücün varlığını sürdürmesine bağlı olan rantiyeler, bu ayrıcalıklarını korumak için demokrasi ve hukuku ortadan kaldıracak politikaları titizlikle uygularlar.
Bir yandan tarafsız ve bağımsız yargı ve adalet gibi kurumları tahrip eder, diğer yandan eğitilmiş ve nitelikli işgücüne ve rekabet gücü yüksek bir üretim alt yapısına ihtiyaç duymayan ekonomik birikim modeli ile geniş kitlelerin yoksulluğunu kalıcılaştırırlar. Ama bunu, “bizi” katmadan yapamazlar. Bazen korkularımızı kamçılayarak, bazen bizi parçalara ayırıp birbirimizden ürker hale getirerek, çoğu kez dış dünyadan soyutlayarak ve kendilerinden başkasının duyulmasını önleyerek yaparlar. Din ve dışlayıcı milliyetçilik, bu yolda en kullanışlı araçlardır.
Toplumun çoğunluğunu değil, ama yüzde 35-40’ını din ve milliyetçilik tutkalıyla irice bir dilim halinde tutabilen popülist tiranlar, sık sık yaptıkları ve giderek eşitsizlik ve adaletsizlik dozu artan seçimlerle kural ve sınır tanımayan rejimlerini muhkem kılarlar. Kuralsız, hiçbir sınırı olmayan ve adaletin kırıntısı dahi bulunmayan, ekonomisi ranta; borçlanma piyasalarına; az sayıda zenginin yatırım ve tüketim iştahına bağımlı olan bir rejim ise sürekli kriz üreterek, ağır toplumsal ve siyasi sorunlarla, genellikle hüsranla sonuçlanır.
Bu kez de öyle oldu. Rantla büyüme tercihi, zengin ve özgür bir toplum yaratmak için çıkılan yolun, itaatı esas alan katı merkeziyetçi ve aşırı kişiselleşmiş yönetim modeline evrilmesiyle sonuçlandı. Çoğulculuk yerini çoğunluğa, liyakat yerini tabi olmaya, verimlilik yerini lütufa, şeffaflık yerini kapalılığa, hesap verme sorumluluğu yerini hesap vermeme keyfiyetine bıraktı. Özellikle son 7-8 yılda ülkenin demokratik kurumları işlevlerini bütünüyle yitirdiler.
Hukuk devleti ve tüm kapsayıcı demokratik kurumlar ağır darbe aldı. Bugün yaratıcı ekonominin ve bilimsel gelişmenin olmazsa olmazı olan düşünce özgürlüğünden, güvenin temeli olan hukuk devleti ve temel haklardan bahsetmek pek mümkün değil. Mülkiyet hakları da buna dahil.
Bugün yaşadığımız ekonomik kriz bu nedenle daha önceki krizlerden hem derinliği hem de süresi bakımından çok farklı. Çünkü bu, sadece bir ekonomik kriz değil, kural ve sınır tanımayan ve tek kişinin iradesinin her şeyden üstün olduğu aşırı kişiselleşmiş bir rejimin krizidir. Dolayısıyla birbirini besleyerek derinleşecektir. Aslında her ekonomik kriz birincil olarak ülkeyi yönetenlerin ya beceriksizliğinin ya da ihtiraslarının sonucudur.
Ama demokrasiler ve otoriter yönetimlerde krizin yayılma hızı ve süresi farklıdır. Kişiselleşmiş tek adam iktidarları, uzun süre ekonomik kriz olduğunu kabule yanaşmayarak ve ekonomik krizi dış mihraklara ya da iç düşmanlara yıkarak gözlerden saklayacaklarını düşünürler. Ve krizin kanserli hücre gibi yayılmasını ve tüm bünyeyi sarmasına sebep olurlar. Çünkü kişiselleşmiş rejimlerde, liderin yüceltilmesi, yanılmazlık görüntüsünün desteklenmesi ve politik kalıcılığı ana hedeftir. Bunun dışındaki her şey detaydır.
Bu nedenle A’dan Z’ye boğuştuğumuz sorunlar tesadüfi ya da rastlantısal değil. Aksine hepsi kişiselleşmiş bir devletin ürettiği sorunlardır…
Ortak akıl devre dışı kaldığı ve biz bunun olmasına izin verdiğimiz için, bu sorunların hepsi saatli bomba gibi zamanı geldiğinde yüzümüze patlıyor. Bu yazı aynı zamanda bir veda yazısı. İlk günden beri bana sayfalarını açan Yeni Yaşam Gazetesi’nin çok değerli yönetim kadrosuna, emekçilerine ve okurlara teşekkür etmeyi bir borç bilirim.
Tek bir kelimeme dokunmadan düşüncelerimi yazmama ve bazen ahkam kesmeme izin verdiler. Ama önümüzdeki altı ay düzenli yazmamı oldukça zorlaştıracak bir tempom olacak. Barışın ve huzurun egemen olduğu daha güzel bir Türkiye’de tekrar buluşmak üzere şimdilik hoşçakalın ve umutlu kalın!