Boğaziçi Üniversitesi’nde, rektörlüğe kayyum atanmasına karşı başlayan direniş, bir yılı geride bıraktı.
Derya Doğan
2021 yılının ilk günlerinde, Melih Bulu’nun Cumhurbaşkanı kararnamesi ile Boğaziçi Üniversitesi rektörü olarak atanması ile başlayan Boğaziçi protestoları, Bulu’nun haziran ayında görevden alınıp yerine Naci İnci’nin atanması ile devam etti. Bu süreçte, demokratik, özerk ve bilimsel üniversite taleplerini yükselten ve atamaları reddeden akademisyenlerden bazılarının derslerine son verildi. Aynı taleplerle ülke çapında yankı uyandıran protestolara başlayan ve AKP’li Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın hedefi haline gelen öğrenciler ise işkence, gözaltı, ev hapsi ve tutuklamalarla karşılaştı. Katıldıkları eylemlerin ardından tutuklanan ve 93 gündür cezaevinde olan öğrencilerden Enis Berke Gök ve Caner Perit Özen’in, tutuksuz yargılanan diğer 12 Boğaziçili ile birlikte yarın duruşması görülecek.
Katıldığı protestolar nedeniyle hakkında ceza istenen öğrencilerden biri de Beliz İnce. Boğaziçi Üniversitesi İktisat Fakültesi 4’üncü sınıf öğrencisi Beliz ile Boğaziçi direnişinin öncesini, sonrasını ve 7 Ocak’ta görülecek duruşmayı konuştuk.
- Boğaziçi Üniversitesi’nde direniş nasıl başladı?
“Boğaziçi nispeten dokunulmamış kalan yerlerden biriydi. Devletin oluşturduğu bir vahaydı da bir yanıyla. 2016 sürecinden de okuyabiliyoruz bunu. (Rektörlük seçimlerinde Prof. Dr. Gülay Barbarosoğlu, oyların yüzde 86’sını alarak üniversite tarihinin rekorunu kırmasına rağmen seçimlerde aday olmayan Prof. Dr. Mehmed Özkan, Erdoğan tarafından rektör olarak atanmıştı.) Üniversitelere çok sert yaptırım ve baskılar uygulanırken, Boğaziçi daha siyasetsiz yürütülmeye çalışılıyordu. Özellikle protestolara çok müdahale edilmiyordu. Ama pandeminin üzerine biraz da ilk atanan kayyumun siyasi mahiyetinden doğru (2002’de AK Parti Sarıyer İlçe Teşkilatı kurucusu olan Melih Bulu, 2015’te de AK Parti İstanbul 1. bölge milletvekili aday adayıydı) öğrencilerde ciddi patlama yaşandı. Burada biraz şunu da öne çıkarmak gerekiyor: İlk gün öğrenciler binler olarak kapının önüne yığıldığında tek mesele kayyum meselesi değildi. Hem pandeminin getirdiği sıkışmışlık, geleceksizlik, eğitim hayatımızın hiçe indirgenmesi, kamerada birer görüntüye indirgenmek hem de sosyallikten uzaklaşmak, en asgari düzeyde yaşamaya itilmemiz… O gün, orada herkesin kendine bir ifade alanı bulmasını sağladı. İlk günkü direnişte de aslında birbirimizden biraz güç alarak, toplumdan gelen destekten güç alarak mücadeleyi sürdürmeye devam ettik. Burada aslında Boğaziçi kitlesi de ciddi anlamda politize oldu.”
- ‘Sorunun ortak olduğunu gördük’
“Bir sürü arkadaş için tartışma aslında şuradan başladı: Meseleye kayyum demeli miyiz? Yoksa atanmış rektör ifadesini mi kullanmalıyız? Bunun dışarıyla bağını kurmanın anlamını görebilmekle direniş, bugün ülkenin her yerindeki, dünyanın her yerindeki muhalefetle, isyanlarla, direnişlerle dayanışan bir yere gelebildi. Bunu ben biraz şuna bağlıyorum: Sorunun ortak olduğunu gördük. Dünyanın her yerindeki direnişlerde, okul içinde sözümüzü işleten bir yerde değildik. Melih Bulu’nun resmen atanması, fiilen hakim olan bir yönetememe durumunu ve yönetimde söz sahibi olmama durumunu öğrenciler açısından görünür kıldı. Diğer bileşenler için de böyle olduğunu düşünüyorum ancak öğrencilerin direnişi, diğer bileşenlerin direnişinin bir adım önünde durmasıyla yol açıcı oldu. İlk sloganını Boğaziçi direnişi sırasında atan arkadaşlarımız var. Eylem öğretti diyelim. Burada hem konunun dışarıyla bağını, hem de bir özne olarak yönetimde kendi üretim alanında, söz sahibi olmanın ne demek olduğunu direnişle bize açılan bu alanda öğrendik Boğaziçi olarak.”
- Boğaziçi’ndeki eylemlerle başlayan 2021 yılı, toplumun diğer kesimlerinin protestolarına da sahne oldu. Ekonomik krizin derinleşmesiyle birlikte ise “Geçinemiyoruz” tepkileri yükselmeye başladı. Bütün bu süreci, 2021’in ilk günlerinden itibaren eylemde olan Boğaziçili öğrenciler olarak nasıl görüyorsunuz?
“2015’teki seçim sürecinden sonra yaşanan ağır devlet baskısı ile beraber devrimci hareket ve öğrenci hareketi ciddi anlamda gerilemişti. Belki büyük bir patlama bekliyordu diyelim. İstanbul Üniversitesi gibi yerlerde artık biraz alışılmıştı ama bunun Boğaziçi’nden patlak vermesi de bir yanıyla insanlarda şöyle bir şey uyandırdı: ‘Boğaziçi bile direniyorsa, daha fazla bir şeyler yapalım.’ İnsanlar hâlâ bir şeylerin yolunda gittiğini, kendileri için de gidebileceğini görmek istiyor ama Boğaziçi’nde bir direnişin başlaması, buranın insanlar nezdindeki yerinden dolayı, insanları gerçek tabloyu görmeye itti diyebiliriz. Bu direniş bir sürü şeyin önünü açtı. Buradan sonrası tekrardan sokak eylemlilikleri oldu. Çünkü pandemi bahanesiyle devlet baskısı had safhaya ulaşmıştı. 1 Mayıs günü bulaşan virüs, aynı zamanda yapılan siyasi parti mitinglerinde bulaşmıyordu. Böyle bir saçmalığa gelmişti pandemi kontrolü. Bütün bunların kırılmasında bir taş oldu diyebiliriz.”
- Protestolar süresince birçok öğrenci gözaltına alındı. 2 arkadaşınız ise cezaevinde. Tutuklamalara giden süreç nasıl ilerledi?
“Arkadaşlarımız Berke ve Perit’in de içlerinde olduğu 14 arkadaşımızın duruşması 7 Ocak Cuma günü Çağlayan’da gerçekleşecek. Aslında Berke ve Perit’in tutuklanmasına sebep olan eyleme de bir ölçüde değinmek gerekiyor. Özellikle Berke’nin eylemi biraz daha cüretkarlığıyla ön açan bir yerde duruyordu. Ayrıca okulun ilk açıldığı gün, hazırlık öğrencilerinin eylemi sırasında gerçekleşti Berke’nin arabanın üzerine çıkması. Bu yüzden aslında kayyum Naci’nin süregelen direnişi bastırma, öğrencileri korkutma yönünde bir hamlesiydi bu tutuklama. Herhangi bir şey olarak almamak gerekir diye düşünüyorum. Herhangi bir öğrenci tutuklandı değil, bu eylemde okul yılının ilk günü yapılan eylemde, cüretkar bir eylem yapan bir öğrenci tutuklandı. Perit de aynı şekilde, direnişte öne çıkan çıkaran bir arkadaşımızdı. Biraz direnenlere korku salmak ve direnişi bastırmaktı orada amaç. Şu an yaklaşık 36 yıl isteniyor bizim hakkımızda.”
- ‘Mücadelemizi sonlandırmak adına yapılmış bir korkutma hamlesi’
Bir de şu var: Berke ve Perit’in tutukluluğu daha önce 11 arkadaşımızın yarattığı toplumsal hareketliliği yaratamadı. Hareket doğal seyrinde biraz yavaşlamıştı onlar içeri alındığında. Direnişimiz sürüyor ve taleplerimizi yükseltmeye devam ediyoruz ama eski kitleselliği olmadığı için bir baskı oluşturamıyoruz devlet üzerinde. Taleplerimiz ilk günden beri net. Berke ve Perit’in durumu da bütün talepleri doğrudan yansıtıyor aslında. Onlar direnişimizin tutukluları ve mücadelemizi sonlandırmak adına yapılmış bir korkutma hamlesi üzerine ödüyorlar bu bedeli. Biz bunun böyle olduğunu biliyoruz, arkadaşlarımızı er ya da geç alacağımızı da biliyoruz. Ancak ilk duruşmada çıkmamaları halinde eylemliliklere bütün gücümüzle devam edeceğiz ve arkadaşlarımızı alacağımızı, Naci’yi göndereceğimizi tekrar tekrar dile getireceğiz.
- Okulda şimdi nasıl bir hava var?
“Bir süredir özellikle kayyumluk binasının bulunduğu Güney kampüsümüzde, öğrenciden fazla sivil polis bulunuyor. Okula artık çevik polis girebiliyor. Yapılan her eylemde tutuklama ve gözaltı riskiyle karşı karşıyayız. Bunun yanında, tıpkı Berke ve Perit’in veya daha öncesinde Doğu ve Selo’nun tutuklanmasında olduğu gibi güvenlikçiler, yalan beyan verdiklerini mahkemelerde itiraf etmiş. Öğrencilere video kayıtlarla kanıtlandığı üzere işkence etmiş güvenlikler çalışmaya devam ediyor. Okulda kayyum terörü tüm gücüyle esmeye devam ediyor ama bir yanıyla direniş de tüm renkliliğiyle hâlâ ayakta. Artık yönetme sorununun ne kadar kitlesel bir sorun olduğunu, diğer konularla ne kadar bağlantılı olduğunun farkında bir yerde direniş.”
- ‘Direniş tüm rengiyle devam ediyor’
“Ulaşabildiğimiz bütün direnişlerle bütün isyanlarla birleşerek dayanışarak hareket ediyoruz. Arkadaşlarımız iki ay önce Yunanistan ile dayanışmaya gitti. Yunanistan öğrenci hareketiyle dayanışmak üzere 1973 yılında cuntaya karşı direnen öğrenci hareketinin yıl dönümünde oradalardı. Aynı şekilde Hindistan’daki direnişlerle bağlantıyı kurmak için belli üniversitelerle iletişim halindeyiz. Bunun dışında taleplerimiz arasında kapatılan BÜLGBTİ+ kulübünün tekrardan açılması ve faaliyetlerinin üzerindeki engellerin kaldırılması da vardı, biz kulüp olarak tanıyoruz ve faaliyetlerini gerçekleştirmeleri için elimizden geleni yapıyoruz. Yine 6284 konusuyla beraber kadın hareketiyle birleşmek için bir gündemimiz oldu. Kadın meclisleriyle beraber eylemliliğimizi sürdürebildik. Aslında dediğim gibi direniş her rengiyle devam ediyor. Biz burada kendi gündemimizden doğru dayanışabildiğimiz herkesle dayanışarak direnmeye devam ediyoruz, edeceğiz.
- 1 hafta kadar önce, Resmi Gazete’de, Erdoğan’ın imzasıyla yayınlanan karara göre, rektörlüğe bağlı olarak Veri Bilimi ve Yapay Zeka Enstitüsü kurulacağı duyuruldu. 5 Şubat 2021’de de yine Erdoğan’ın kararıyla, üniversitede Hukuk Fakültesi ve İletişim Fakültesi kurulmuştu. Protestolar devam ederken alınan bu kararlar, kadrolaşma tartışmalarını da alevlendirdi. Sen bu kararları nasıl değerlendiriyorsun?
“Sadece kadrolaşma üzerinden ele almamak lazım. Bir yanı tabii kadrolaşmadır ama iletişim fakültelerinde onu görmüştük. Ancak açılan kayyum fakülteler ve kayyum enstitülerde şunu da göz önünde bulundurmak gerekiyor: Boğaziçi Üniversitesi’ne gerçekleşen saldırı bir yanıyla da aslında burayı devlete yedekleme çabasıdır. Mesela İstanbul Üniversitesi bir yanıyla aslında devlet kadrosu yetiştirir artık. ODTÜ mühendis yetiştirir, İTÜ mühendis yetiştirir. Boğaziçi’nden hâlâ nispeten devletten bağımsız kadrolar çıkabiliyor. Daha kendi içinde mikro bir iklim yaratabilmiş bir üniversite. Yine devletin aslında yarattığı bir vaha olarak. Şimdi bu vaha yıkılıyor. Devletin savaş endüstrisine yedeklemeye çalıştığı bir konumda duruyor, bu Yapay Zeka ve Veri Bilim Enstitüsü de böyle, Uzay Araştırmaları Enstitüsü de böyle. Bunu da atlamamak gerekiyor.
- Eklemek istediklerin var mı?
“Melihi gönderdik Naci’yi de göndereceğiz, Berke ve Perit’i alacağız!”
- 3 temel talep
“Taleplerimiz ilk günkü gibi net. Birinci talebimiz, başta Naci İnci olmak üzere bütün kayyumların derhal istifası. Üniversitelerde, söz, yetki, kararın, üniversite bileşenlerine bırakılması. İkinci talebimiz, bir darbe kurumu olan ve üniversiteleri siyasileştirmek üzere kurulan YÖK’ün kapatılması. Üçüncü talebimiz de öğrenciler üzerinde yürütülen bütün soruşturmaların derhal sonlandırılması.”