İnsan ismiyle yaşar ve ne yaparsa onunla beraber yapar. İsim bazen yoldur, bazen kazadır, beladır, tesadüftür ama birilerinin verdiğidir. İnsanın kaderi de kederi de ismine benzer ve insan oralardan kaçmak için ya bir son ya da bir başlangıç arıyor. Nihayetinde insan; kendini yaratan insan, kitabı da var.
Yolcu Tiyatro’nun yeni oyunu Muhammed Ali de bir isim ve isim hikayesini dert edinmiş. Aslında dert edindiği çok mesele var ve oyun bunları yavaş yavaş anlatmaya başlıyor. Turgay Korkmaz’ın yazıp yönettiği, Ersin Umut Güler’in Süpervizör olduğu tek kişilik oyunda Erdem Kaynarca ‘bir Muhammed Ali’ rolünde. Evet, her yerin bir Muhammed Alisi vardır.
Muhammed Ali sahnededir, aslında ringdedir. Bir elinde havlusuyla geçmişi ve geleceği ile boks yapıyor. Dövüşüyor çünkü adı bunu gerektiriyor. Dedesi torunu doğduğunda boksör Muhammed Ali gibi güçlü ve kuvvetli olsun diye onun adını veriyor. Sonra kavga başlıyor, aslında boks maçı başlıyor. Erdem Kaynarca gong sesinden sonra sade ve akışkan anlatımıyla bizi fakir bir Muhammed Ali’nin hayatına götürüyor. Hayalleri büyük ama evleri küçük, cepleri daha küçük bir ailede Muhammed Ali olmak kolay değil.
Tek kişilik bir oyun olan Muhammed Ali oyununda Kaynarca’nın performansıyla aile, toplum ve kayıplar gibi dönüşümler irdeleniyor. Bireysel özgürlüğüne dair hayaller, geleceğe dair planlar yaparken fukaralık, geçim derdi, çaresizlik ve yetersizlik kroşeleriyle sersemliyor. Yine de pes etmiyor. Burası dünya değil, bir dövüş alanı, dövüşe dövüşe alınan bir yer.
Kaynarca’nın olayları anlatırken elindeki havluyu havlu dışında birçok işlevde kullanması seyircinin merakını büyütüyor. Muhammed Ali’nin hayatı çünkü bizlerin günlük hayatında karşılaştığımız durumları faş ediyor. Dışlanmalar, yenilgiler, temsiliyetler, kayıplar her biri birer kroşe atıyor insana. Savrulmalar, baştan almalar, vazgeçmeler arasında başlangıç ve son birbirine karışıyor. İlk tanıştığı herkese Ali diyor, sonrasını yani Muhammed’i ve hikayesini ekliyor. Nihayetinde Muhammed Ali olarak yaşamak kolay değil.
Bunca hengamenin arasında insanları da iyi tanıyor Muhammed Ali. Mesela faşistlerin korkaklığını, mültecileri dışlamanın statüsünü, hor görmenin getirisini, devlet ve toplum ilişkisini de. Bazı şeylerin birbirini izlediğini de biliyor; ırkçılık, cinsiyetçilik, düşmanlık ve bitmeyen şiddetin yeniden üretimi. Muhammed Ali hepsini yaşayarak öğreniyor. Hepsinden bir yara alıyor ve taşıyor.
Böcekbilimci Ali
Oyun boyunca akılda ve tarihte kalan boksör Muhammed Ali’nin hayaleti geçip gidiyor ringdeki toz dumanın, gonk sesinin ve yumrukların arasından. Çünkü bu Muhammed Ali’nin hayalleri var, bilim insanı olmak gibi, böcekbilimci olmak gibi, ne de olsa mahallede adı Böcekçi Ali’ye çıkmış. Hayatın gürültüsünden, ailenin sorunlarından yetmezmiş gibi Kafka’ya sığınmış bir de.
Böyle bir Muhammed Ali hayatın ringinde, dünya ile karşı karşıya, hem de modern dünyanın kavgasının içinde. Hiç de hesapta olmayan aksaklıklar, işçi Ali’nin biliminsanı olma rüyası, ailenin bireyi yutması; üstelik dede mirası bir ismin peşinden koşma kaygısı. Elbette tek kişilik bir kavga sanılıyor ama aslında herkesten biraz kavga ve herkesin kavgası.
Kaynarca bu konuda seyirciyi diri tutabiliyor, zamandan mekana geçişleri, elindeki havlu ile söz ve hız arasındaki mesafeyi daraltıyor. Kuşkusuz geçişler zor, başkası adına söz kurmak daha da zor ama bunların hepsini Kaynarca çok iyi dengeliyor. Geçişler çünkü, kırılma anları, kahkahadan gözyaşına bir köprü. Erdem Kaynarca, mimikleri ve rahatlığıyla bir tragedyanın içine girip, bizi peşinden sürüklüyor.
İnsan olmak ve insan olarak bağlandığın değerleri, rüyanın peşinden koşmak gibi dertleri dünya görmüyor ve saklıyor. Sonra insan oyundaki Muhammed Ali’nin sözlerini düşünüyor;
“Ne güzel değil mi sessizlik?
İnsan hiçbir şey yapmayınca ne güzel oluyor…
Her şey susuyor, her şey duruyor…
Ben de bekliyorum…
Kabuk değiştirmeyi, vurmayı!
Gerçek bir Muhammed Ali gibi vurabilmeyi bekliyorum.”
Dönüşüm ve aile
Muhammed Ali de böyle. Fakir fukara bir evde büyümüş bir çocuğun büyüme serüveni, bizlere bir şeyleri çağrıştırıyor. Dönüşüm ile hayat koşulları ve aile ile toplum yaraları. Birbirinden bağımsız değil, isimden hayatlara kadar, coğrafyayı çizecek kadar hayati. Turgay Korkmaz’ın bir büyüme anatomisini ördüğü bu hikaye günümüze bolca atıfta bulunuyor. Bazen insan böyle de büyüyebiliyor, hayata karışabiliyor dedirtiyor.
Geçtiğimiz günlerde erken yaşta geçirdiği beyin kanaması sonucu hayatını kaybeden Peyk’in solisti ve yoldaş insan İrfan Alış’ın ıslığıyla oyun başlıyor. İrfan Alış, Muhammed Ali oyunu için kendisiyle bütünleşen parçalardan ‘Derdini Bul’ şarkısındaki ıslığı hayatını kaybetmeden iki hafta önce kaydedip Yolcu Tiyatro’ya göndermiş. Maalesef oyundaki bu ıslığını duyamadan, oyunu izleyemeden aramızdan ayrıldı. Böyle bir hüzün de var bu oyunda.
Yolcu Tiyatro’nun Muhammed Ali oyununu izleyiniz, hayatın bir başka kavgasına tanık olunuz.
KÜNYE
Yazan-Yöneten: Turgay Korkmaz
Süpervizör: Ersin Umut Güler
Oynayan: Erdem Kaynarca
Dramaturji: Sinan Akcan
Koreografi: Tuğçe Ulugün Tuna
Dekor ve Işık Tasarımı: Yasin Gültepe
Kostüm Tasarımı: Özlem Kaya
Müzik: Peyk, Emre Gülbüz
Yürütücü Yapımcı, Yardımcı Yönetmen: Emre Can Sancar
Danışman: Süreyya Su
Reji Asistanı: Hira Nur Güven
Afiş Tasarımı: Uğurcan Ataoğlu
Oyun Fotoğrafları: Orhan Cem Çetin, Saygın Serdaroğlu
Afiş Fotoğrafı, Teaser: Ulaş Beşoklar