BM’de 200 ülke Biyoçeşitliliği koruma adına 32 yıl önce bir anlaşma yaptı. 15. Toplantıda alınan kararlarla ilgili 170 ülke adım atmazken, zirvelerin temel amacı korumaktan çok biyoçeşitliliğin paylaşımını içermekte
Yusuf Gürsucu / İstanbul
Son yüz yılda canlı türlerin en az yüzde 20’si soykırıma uğrarken, günümüzde ise canlı soykırımı büyüyerek devam ediyor. Birleşmiş Milletler’in (BM), İsrail’in Filistin ve Lübnan’da insan soykırımı sürerken, hiçbir inisiyatif alamamış olması ve soykırımı adeta seyretmesi diğer canlı türlere yönelik çabaların sadece birer günah çıkarma seansları olarak işlev görüyor. Adeta timsah gözyaşlarının dökülerek BM’de kabul edilen ‘Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi Taraflar Konferansı’, 200 ülke tarafından 22 Mayıs 1992 tarihinde imzalandı. BM Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi 15. Taraflar Toplantısı’na (COP15) 2022’de Kanada’nın Montreal kentinde düzenlenmiş ve Türkiye adına Tarım ve Orman Bakanı Vahit Kirişçi toplantıya katılmıştı.
COP16 Kolombiya’da
Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi Taraflar Konferansı (COP16) Bu yıl 21 Ekim-1 Kasım tarihlerinde Kolombiya’da düzenleniyor. Zirvede ülkelerin daha önce bulundukları taahhütlerin ve uygulamaların ele alınacağı belirtildi. Montreal’de düzenlenen COP15 Konferası’nda, Kunming-Montreal Küresel Biyoçeşitlilik Çerçevesi kabul edildi ve biyoçeşitliliğin korunması için 23 hedef belirlendi. Bunların arasında karaların, okyanusların, kıyısal alanların ve iç suların yüzde 30’unun 2030’a kadar korunması hedefi kondu. 30X30 olarak da adlandırılan bu hedefe, koruma programlarının artırılarak, gerekli fonların bulunup, gıda israfının azaltılması planlandı.
‘Genetik kaynaklara ulaşım’
BM’de imzalanan anlaşma sonrası, ilk taraflar konferansı 9 Aralık 1994’te Bahamalar’da gerçekleştirilmişti. İlk zirveden bugüne kadar gelinen süreçte Tarım Biyoçeşitliliği, Kurak ve Yarı Nemli Toprakların Biyoçeşitliliği, Orman Biyoçeşitliliği, Ada Biyoçeşitliliği, Deniz ve Kıyı Biyoçeşitliliği, Dağ Biyoçeşitliliği ve Karasal Biyoçeşitlilik olmak üzere 7 tematik program oluşturulmuştu. Cartagena Biyogüvenlik Protokolü 1999 ve 2000 yıllarında protokolün hazırlanmasıyla birlikte 2000 yılındaki COP5 konferansında imzaya açılan protokol, 11 Eylül 2003’te yürürlüğe girdi. Gerçekleşen toplantılar sonucunda ‘genetik kaynaklara ulaşım ve bunların kullanımlarından elde edilen faydaların adil dağıtılmasını’ içeren Nagoya Protokolü 2010’daki COP10 zirvesinde kabul edilerek 2 Şubat 2011’de imzaya açıldı ve 12 Eylül 2014’te yürürlüğe girdi.
170 ülke kımıldamadı
İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Orman Fakültesi Orman Mühendisliği Bölümü Toprak İlmi ve Ekoloji Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Doğanay Tolunay AA’ya yaptığı açıklamada, “COP16 öncesi ülkelerin ulusal biyoçeşitlilik stratejilerini ve eylem planlarını revize ederek, biyolojik çeşitlilik konusundaki taahhütlerini yayımlamaları gerekiyordu. Ancak aralarında gelişmiş ülkelerin de olduğu 170 kadar ülke eylem planlarını güncellemedi” dedi.
Gen ve tohum şirketlerine hizmet
BM’nin düzenlediği zirvelerde öne çıkan “Genetik kaynaklara ulaşım ve bunların kullanımlarından elde edilen faydaların adil dağıtılması” vurgusunda, amacın korumak değil ‘korunarak’ yağmalanmasının amaçlandığı anlaşılabilmekte. Eski adıyla Orman ve Su İşleri Bakanlığı’na bağlı Doğa Koruma ve Milli Parklar (DKMP) Genel Müdürlüğü tarafından başlatılan ve Tarım ve Orman Bakanlığı tarafından aynı kurum eliyle, ‘biyolojik çeşitliliğin kayıt altına alınarak bu bilgilere erişimin düzenlenmesi’ amacıyla yürütülen çalışma tüm Türkiye coğrafyasında tamamlanırken, BM’de alınan kararla paralellik taşıyordu. Bakanlıkça yürütülen çalışmanın amaçlarından biri olan, ‘uluslararası patent uzmanlarına’ açılması biyoçeşitliliğin gen ve tohum şirketlerinin emrine verileceğini açıkça gösterdi.
Biyoçeşitlilik sermaye eline verildi
Görev yaptığı ilçe ve illerde, özellikle kırsal kalkınma iddiasıyla birçok alt yapı projesini AB fonlarıyla hazırlayan, bugün Kastamonu Vali yardımcısı olan Hakan Kubalı, Samsun’da Vali Yardımcılığı yaptığı günlerde biyolojik çeşitliliğin kayıt altına alınarak bu bilgilere erişimin düzenlenmesine yönelik çalışma için, “Sahip olduğu tabii kaynaklar bakımından oldukça zengin bir ülke olan Türkiye’nin, biyolojik çeşitliliğin ekonomiye kazandırılması ve genetik kaynaklarımıza dayalı sınai mülkiyet haklarından ülkemizin faydalanmasına katkıda bulunulması hedeflenmekte” olduğunu belirtmişti. Bu ifade, Biyoçeşitliliğin tespiti ve kayıt altına alınarak sınai mülkiyete konu edilen bitki ve hayvanların sermaye yağmasına sunulacağının açıkça ifadesiydi.