iktidar bloğu, van’da deneyip başaramadığını bu kez hakkâri’de denedi.
erdoğan’ın normalleşme, yumuşama gibi kelimeler içeren konuşmalarından, rejim dışındaki güçleri ve ezilenleri ilgilendirecek anlamlar çıkartmanın, sonuçlar beklemenin gerçekçi olmadığını en iyimser olanlarımız bile görmüştür sanırım. yani, aslında üzerinde durmaya bile gerek yok bu sözlerin ama günlerdir konuşuluyor ki böyle gündem olabilmek de sayın cumhurbaşkanının ustası olduğu bir alandır.
iktidarın seçmen desteği zayıfladı, ekonomik krizin yükünü halkın sırtına bindiren politikalar bu desteği daha da zayıflatacaktır. baskıcı rejimlerin oy desteğine de ihtiyacı olduğu doğru, hatta faşizme adını veren partinin ve rejimin lideri mussolini, ve avrupa’daki suç ortaklarından adolf hitler iktidarı seçim yoluyla ele geçirmişlerdi ama bu, baskıcı rejimlerin her zaman, her durumda seçmen desteğine ihtiyacı olduğu anlamına gelmiyor. dolayısıyla, erdoğan rejiminin “sıkıştığı” tartışmalı olmakla birlikte, -hadi bunu bir an için kesin sayalım- bu sebeple “yumuşamak” zorunda olacağına dair hiçbir işaret olmadığı gibi, herhangi bir yumuşamanın rejime muhalif güçlere karşı değil, açlık sınırında yaşayanların gelirine yönelik olması daha mantıklı.
çok uzun ve karmaşık bir cümle kurdum, daha sade anlatmak gerekirse; erdoğan rejimi diyelim ki sıkıştı ve yumuşama ihtiyacı içinde, bu, neden seçmeninin çok da dert etmediği demokrasi konusunda olsun, onları yeniden kazanmak gibi bir derdi olsa, örneğin temmuz’da asgari ücrete zam yapmama kararını açıklar mıydı? bu konu yani zam, iktidarın seçmenini demokrasiye dair sıkıntılardan daha fazla etkilemez mi?
hem baskıcı rejimlerin sıkıştıkça baskıyı artırması, böylece karşısında yükselebilecek muhalefete alan tanımaması daha yaygın bir eğilim değil mi? çok sık başvurmak zorunda kaldığım bir ifadeyi bir kere daha kullanacağım; eğer temennilerimizi tahlil saymazsak.
kayyum uygulamasının halkın iradesine el koymak anlamına geldiğini herkes görüyor ve kabul ediyor. bu muhakkak ki siyasi bir darbe ve bunun zemini olarak sunulan hukuki görünümlü gerekçelerin herhangi bir anlamı yok. zaten epeydir hukuktan vazgeçmiş bir iktidar karşısında hukuka dayanan itirazların ne kadar etkili olabildiği de tartışmalı bence.
avrupa’dan, batı demokrasisinden falan hâlâ ümidi olanlar da bir kere daha hayal kırıklığına uğrayabilir; gerçi özellikle israil’in filistin halkına yönelik soykırımı karşısında batıda verilen tepkilerden sonra bu ümitvârlık çok şaşırtıcı ve nasıl bir akıl yürütmeye dayandığını anlamak güç. kaldı ki kayyumla ilgili, antalya’dan, fethiye’den, zonguldak’tan, kocaeli’den yükselen en cılız ses bile, daha değerlidir.
olup bitenin iktidar bloğu içinde bir çatlağa işaret ettiğini yani mhp’nin marifeti olduğunu düşünenler var; kayyum uygulamasını akp’ye neden yakıştırılmadığını anlamak da çok güç. bunun sıkça dillendirilmesinin en belirleyici etkisi kürtler arasında akp/hüdapar’ın elini güçlendirmek olur.
bir de böyle bir şeyin 21. yüzyılda yaşanmasını şaşırtıcı bulanlar var. bu yaklaşımı da şaşırtıcı bulmamak elde değil. ışid’in insanları diri diri yakıp kafa kesmesinin üzerinden on yıl bile geçmedi, ukrayna’da neonaziler kendilerine katılmayanları ağaçlara bağlayıp döverek öldüreli beş yıl olmadı, almanya hanau’da bir ırkçının dokuz göçmeni katletmesinin üzerinden de beş yıl geçmedi ve israil yanı başımızda, her gün bebekleri katlediyor; birçok avrupa ülkesi endişelerini bile ifade etmiyor. dünyanın düzeni bu.
bütün bu gerçekliğin karşısında kürt halkının iradesine sahip çıkma kararlılığı var. ana muhalefet partisinin epeyce kararlı bir biçimde kayyuma karşı çıkmış olması var. kürt halkının sadece partisine değil, o partinin belediyelerde -çok zor koşullara rağmen- gerçekleştirdiği değişime sahip çıkma iradesi var.
burada bir parantez açmak istiyorum: türkiye’nin batısında iktidarın oyunu geriletmek yıllar aldı ve hiç kolay olmadı. oysa erdoğan kürt illerinde hiçbir dönem “iktidar olamadı.” olup bitenin en önemli sebebi bu, bunun bu kadar kolay, itirazsız gerçekleştirilebilmesi ise sömürgeci bir tarihin sonucu. bu iki gerçeği atlayıp işi türkler ve kürtler arasındaki bir gerilimle açıklamak en çok iktidara yarar. iktidarın, “terörle mücadele”yi bir yönetim aracı olarak kullandığını da hesaba katmak gerek. ayrıca kayyum için tercih edilen şehirlerin, ticaret ve militarizm açısından önemli olan sınır illeri olması da tabii ki tesadüf değil.
devam edeyim. “bizim tarafta”, demokrasi ve kürt halkının iradesi hiçbir biçimde önceliği olmasa da, sofrasındaki ekmeğin küçülmesinden iktidarın sorumlu olduğunu bilen ve buna karşı çıkan emekçiler var. hepsini yan yana getirebilsek bence az şey değil.
yine de, bulunduğumuz anda ve noktada, erken seçim vb. hızlı, topyekun çözümlerin gerçekçi olmadığını düşünüyorum. önümüzde eskisinden kısa ama hâlâ uzun bir yol var ve belki yürüyüş esnasında birbirimizi daha iyi tanımanın ve benimsemenin biçimlerini buluruz.