27 Mayıs darbesi, dış ve iç politikada, İnönü ve Bayar çizgisini devam ettirdi. Ne idi bu çizgi, NATO ve CENTO’ya bağlılık, azınlıklara yönelik etnik arındırma politikasının devamı, sosyalizme ve Kürtlere husumet.
Türkiye solu tarihinin Mete Tunçay ile birlikte en uzman tarihçisi olan araştırmacı Erden Akbulut, Toplumsal Tarih dergisinin Eylül 2016 tarihinde çıkan, “Darpsız, Darbesiz Demokrasi” başlıklı sayısında “TKP’nin 27 Mayıs 1960 Değerlendirmesi” başlıklı bir yazı yayınlamıştı. Bu yazı daha sonra Tarih Vakfı Yurt Yayınları için Mehmet Ö. Alkan’ın derlediği “Osmanlı’dan Günümüze Darbeler” adlı kitapta, genişleterek “TKP ve Darbeler” başlıklı bir makaleye dönüşmüştü.
Madem, Yassıada ziyarete açıldı ve darbe tartışması yeniden Türkiye’nin gündemine oturtuldu, biz de Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin CHP’den önce yeralan Halk İştirakuyun Partisi ve yine CHP/DYP’den önce 1920 Eylül’ünde kurulan TKP’den gelen sol gelenek darbeyi nasıl yorumlamıştı?
Erden Akbulut, Bizim Radyo’nun 28 Mayıs 1960 günlü yayınının ve 1960 yılında bu konudaki yorumların derleme bilgilerinin İngilizce çevirisine de ulaşmayı başardı.
ABD’nin soğuk savaş döneminde Türkiye solunun nefes alışını bile yakinen takip ettiği anlaşılıyor. Zaten Bayar uyanığı, 6-7 Eylül pogromunu sosyalistlerin üstüne yıkmaya çalışıp, “bak komünist tehdit ciddi boyutta” deyip Amerikalıları tırtıklamaya kalkışınca, onlar da “hadi yaaa, yemezler” diyeceklerdi. Bu sayede, Aziz Nesin’inden Kemal Tahir’ine, Nihat Sargın’dan Hasan İzzet Dinamo’ya, Asım Bezirci’den (onu katletmeleri 1993 Temmuz’una nasipmiş!) Rahip Tahir’e birçok solcu yazar ve gazeteci, Bayar’ın deyimi ile “sallandırılmaktan” kurtuldu.
Biz de ANT dergisi olarak Kemalizmi, darbeciliği ve kapitalist olmayan yol anlayışını eleştirirken, çok ihtiyaç duyduğumuz bir kaynağı, Robert Kolej Kütüphanesi’nde bulmuştuk. Amerikan kurumlarından birinin Rusçadan İngilizceye tercüme ettirdiği bir kaynaktı bu. Rozaliyev, Sovyet Türkologlarının klasik yorumlarından daha farklı bir görüş getirmekte, Türkiye’de boy tekelci kapitalist gelişmeye çok erken dikkat çekmekteydi.
Dr. Hikmet Kıvılcımlı ise, daha 30’larda Türkiye’de kapitalist gelişmenin tekelci kapitalizme yöneleceğini hissetmişti. Onunla ANT için bir röportaj yaparken, 27 Mayıs’ı eleştiren bir kitap yazmış olduğunu öğrenecek, bu kitabın 1970 yılında ANT’tan çıkmasını sağlayacaktım.
“Kollantay” diye andığımız Ekim Devrimi’nden sonra Türkiye’ye göç eden Rus mültecilerinden birinin kızı, Rusçadan Türkçeye tercümeler yapardı. Bu arada Sovyet Konsolosluğu’na da… O da Konsolosluk kütüphanesinde Snurov’un kitabını bulmaz mı?
Nasırcılığı ve Arap Baas Partileri’ni model alan Doğan Avcıoğlu ve MDD’cilerin görüşlerine karşı, sağlam Marksist analizlerdi bunlar.
Bu arada Mao Zedung’un “Yeni Demokrasi” adlı kitabında, Kemalizmi Çin’deki Gumindang ile karşılaştıran ve eleştiren bir analizini bulmaz mıyız?
Acele tercüme edip teksir ile dağıtacaktık.
Yarım asırdır sol düşünceyi yasaklayan bir ülkede, adeta arkeolojik kazı yapıyorduk, resmi ideoloji ve resmi tarihe karşı.
ANT bir yandan Kürt tabusunu deşerken, bir yandan da Kemalizmi sorgulayan kitaplar ve makaleler yayınlayan ilk kurum oldu. Aynı zamanda ordunun, tekelci kapitalist gelişme ile nasıl organik bağ kurduğunu da ilk saptayan ANT oldu.
Böylece Doğan Avcıoğulları, MDD hayalleri görürken, aslında bu hayallere ilk darbe indiren işçi sınıfının 15-16 Haziran başkaldırısı oldu. MDD asıl o zaman çöktü, devrimci gençlik hareketi içindeki etkisi kırıldı.
Ama TKP de sadece kelimeyi değiştirip, UDD diyebiliyordu yayınladığı broşürde. Neyse ki TKP içinde Rosaliev’in görüşlerini ciddiye alan, tekelci kapitalist gelişmeye dikkat çeken bir takım da vardı.
Bu görüşlerin, Bizim Radyo’nun 27 Mayıs’ı eleştiren yayınlarında etkili olduğunu düşünüyorum.
Bizim Radyo, gerçek demokrasiye geçilecekse TKP’nin yasallaşması gerektiğini belirtecekti. Kürt sorununa özel bir yer ayırıyor, 28 Mayıs günlü yorumda da “bütün millî azınlıklara eşit vatandaşlık hakkı” talebi yükseltiliyordu.
Bayar’dan boşalan boşluğu 61 seçimlerinden sonra dolduran İnönü ise, “nerede kalmıştık” deyip, gizli Azınlıklar Tali Komisyonunu kuruyor ve azınlıkları sıfırlama politikasını çok daha sistematik, hükümetler üstü bir politikaya dönüştürüyordu.
Zaten 1961 Anayasası da kendi katili olacak olan Milli Güvenlik Kurulunu oluşturmuş, fiili olarak ordu kurumunu bir Gölge Hükümet konumuna yükseltmişti.
Ağustos ayında ise, Bizim Radyo, Bayar’ın “polis diktatoryası”nın yerini git gide MBK cuntasının “ordu diktatoryası”nın aldığı belirtecekti.
Amerikalılarca izlenen 32 yorumdan 20’si Gürsel hükümetinin iç politikasından ve faaliyetlerinden memnuniyetsizliği dile getiriyor. (Amerikalı editör şu notu düşüyor: “Bu, genellikle yorumlarında daha hayırhah bir tutum izleyen Moskova Radyosu’na aykırı düşmektedir”.)
Erden Akbulut, Bizim Radyo’nun 19 Aralık tarihli yorumunu ise şöyle yorumluyor: “Yorumdaki vurgular, özellikle Kurucu Meclis’in korporatif esasa dayalı olarak oluşturulmasının faşist diktatörlük olarak değerlendirilmesi ve MBK’nin kurulacak yeni rejimde kendine özel bir yer ayırmasının gerçek demokrasiden uzaklaşma olarak değerlendirilmesi, Millî Güvenlik Kurulu’nun bir kurum olarak yer alacağı 1961 Anayasası’na ilişkin referandumda “Hayır” kampanyası yürütüleceğinin ilk işaretlerini de oluşturuyor.”
Haklı çıkan bu yorum şöyle son buluyor: “Her halükârda MBK Cuntası’nın amacı ülkede gerçek demokrasiyi kurmak değildir; Cumhuriyet Halk Partisi’nin iktidara gelmesini teminat altına almaktır. Cumhuriyet Halk Partisi seçimlerin ardından iktidara geldikten sonra da MBK, Senato’da yerini ve kuracağı üçüncü bir partiyle kontrolü sağlamaya devam edecek. Hükümetteki birkaç bakanın Gürsel’in onayıyla yeni bir parti kurulması için hamle yapması bu planın sonucudur. Bu hamleler ileri bir demokrasiye değil, burjuva diktatoryasına yöneliktir.”
DP oylarını bölmek için Gürsel onaylı kurulan parti YTP, yani Yeni Türkiye Partisi idi.