Usta gazeteci Tuğrul Eryılmaz ile memleketin halini ve basını konuştuk: “Düşünsenize herkes bir Abdülkadir Selvi ya da Ahmet Hakan… Oturup dövünürüz. Bizi Freud bile kurtaramaz. Yani psikiyatrlara taşınırız, bizi bu hale getirmek istiyorlar… Özgürlük sökerek alınır…”
Haber :Elif Aydoğmuş Görüntü: İdris Sayılğan
Dünya aylardır koronavirüs salgını ile boğururken, Türkiye ise baskı politikaları ve hukuk dışılıklarla gündemde. Koronavirüs salgınını adeta fırsata çeviren hükümet infaz indirimiyle uyuşturucu çetelerini, mafya liderlerini cezaevlerinden çıkarırken onlardan boşalan hücreleri kendisine muhalefet edenlerle ve gazetecilik yapanlarla dolduruyor. Bir yandan HDP’li belediyeler kayyumlar aracılığıyla gasp ediliyor diğer yandan barolar başta olmak üzere meslek örgütleri kıskaca alınmaya çalışılıyor. Kamu sorumluluğu olan ve hukuksuzlukları haberleştiren gazeteciler ise iktidarın talebi üzerine tutuklanıyor. Bu gazeteciler arasında Genel Yayın Yönetmenimiz M. Ferhat Çelik, Yazı İşleri Müdürümüz Aydın Keser de var. Yeniçağ gazetesi yazarı Murat Ağırel, Odatv Genel Yayın Yönetmeni Barış Pehlivan, OdaTv Haber Müdürü Barış Terkoğlu ve Odatv muhabiri Hülya Kılınç ile birlikte tutuklanan arkadaşlarımızın “suçu” ise tüm açık platformlarda yer alan Libya’da ölen askerlerin cenaze haberlerini paylaşmış olmaları. Arkadaşlarımızın yargılanma süreçlerindeki hukuk skandalları hukukçular tarafından akıl tutulması olarak değerlendiriliyor. Korsan duruşmadan tutun da, 3 ayrı kararın tek tutanakta yer almasına kadar çok sayıda hukuksuzluğun sergilendiği dava 24 Haziran’da görülecek.
Dünya basın özgürlüğü sıralamasında 154. olan Türkiye’de gazetecilere yönelik artarak devam eden baskıları konuştuğumuz 45 yıllık gazeteci Tuğrul Eryılmaz “Bu ülkede sadece gazeteciler değil demokratik taleplerde bulunan herkes büyük baskı altında. Bu baskı ancak dayanışma ile alt edilir” diyor.
Türkiye’de düşünce ve ifade özgürlüğünün ciddi sorunlarla karşı karşıya olmasının yeni olmadığının altını çiziyor Eryılmaz. Muhabirliğe ilk adımı TRT ile atan Eryılmaz, “Şimdiye kadar ana akımda da kıyı da kenarda da çalıştım” diyor ve ekliyor: “12 Eylül darbe süreçlerinde de gazetecilik yaptım. O dönemde askerlikten soğutmakla suçlanırdık ve mahkemelere çağrılırdık. Ancak klişe gelse de hiçbir dönemde Türkiye’de gazeteciler olarak biz bu kadar baskı yaşamadık. Türkiye’de kimse hiçbir zaman bu kadar hukuka aykırı işlerle karşı karşıya kalmadı. Yahu bir haber yapıyorsunuz ve sadece bu yüzden yargılanıyorsunuz. İddianameleri okuduğumuzda inanamıyoruz. Aynı tutanakta birden fazla karar ıslak imzalı veriliyor. Onlarca gazeteci cezaevinde. Öyle bir hale geldik ki birçoğunun adını bile hatırlamıyoruz. Vahim olan bu.”
‘Bunlar gazeteci ise ben neyim?’
Ferhat Çelik ve Aydın Keser’in de aralarında olduğu 6 gazetecinin iddianamelerini henüz avukatları bile görememişken Sabah gazetesi tarafından kamuoyuna servis edilmesini de Eryılmaz, “Bu gazetecilik faaliyeti değildir” diyerek eleştiriyor. Eryılmaz, şöyle devam ediyor: “Onların adları basın sözcüleri. Bakanların ya da Cumhurbaşkanlarının basın sözcüleri bunlar. Meslektaş dememek lazım. Çünkü hakikaten standart soru bunlar gazeteciyse ben neyim?” Eryılmaz, yaşanan hukuk dışılığın başta gazeteciler olmak üzere hemen herkesin büyük bir güvensizlik içerisinde olduğunun göstergesi olduğunu gösterdiğini ifade ediyor.
‘Tek dertleri 3 kuruş’
Bu tarz basın sözcülerinin tek derdinin iki televizyon programı çekip, bir de köşe yazıp üç kuruş kazanmak olduğunu söyleyen Eryılmaz, “Yahu biz küçük esnaf mıyız? Gazetecilik bir kamu görevidir ve azıcık okumuş etmiş, kafası basan insanların yapacağı iştir. Yani ana temel şudur; vicdanlı insanlar yapar bu işleri” şeklinde konuşuyor.
‘Psikiyatrlara taşınırız!’
“Bir gazeteci yaptığı haberler karşısında yarın başına ne geleceği kaygısını yaşıyorsa o ülkede gazetecilik yapılamıyordur” diyen Eryılmaz, burada asıl kaybı muhalefetinden iktidarına herkesin yaşayacağını söylüyor. Eryılmaz iktidarın sözcülüğünü yapan Abdülkadir Selvi ve Ahmet Hakan gibi isimlerin “gazeteciliğini” hatırlatarak, sözlerini şöyle sürdürüyor: “Düşünsenize herkesin bir Abdülkadir Selvi olduğunu ne kadar korkunç bir şey olurdu. Ya da Ahmet Hakan… Ötekileri hiç saymıyorum. Vazgeçtim özgürlüklerden, demokrasi laflarından, yahu böyle bir ülke olabilir mi? Sıkıntıdan patlarız. Oturup birbirimizi seyredip dövünürüz. Bizi Freud bile kurtaramaz. Yani psikiyatrlara taşınırız, bizi bu hale getirmek istiyorlar. Vazgeçtim çok büyük laflardan ben insan olarak kendi haklarımı savunmak istiyorum.”
Söz konusu iktidarın farklılıkların varlığına tahammül edemediğini söyleyen Eryılmaz, “Ama yani o kadar da kolay değil. Biz sesimizi çıkarmaya devam edeceğiz. Gazeteci olarak ben meslek odalarının sesini duyurabilirim. Zamanında üniversitelere alınmayan türbanlı kadınların sesini duyurabildiğimiz gibi” ifadelerini kullanıyor.
‘Kafaları çalışmıyor’
Eryılmaz, tek manşetle çıkan havuz medyasının yaratıcılıktan tamamen uzak olduğunun altını çiziyor. Eryılmaz, eski meslektaşları ile bir araya geldiklerinde havuz medyasının çalışmalarıyla kafa bulduklarını belirtiyor ve ekliyor: “Bu kadar mı kafaları çalışmıyor insanların. Aynı manşetle çıkar mı 5-6 gazete birden. Bu dünyanın neresinde görülmüş? Yaratıcı olan gerçek gazeteciler darbeci, FETÖ’cü suçlamalarıyla içeri atılıyor. Can Dündar gibi bir gazeteciye FETÖ’cü diyorlar. Bu nasıl bir iştir? Hiç mi insanlarda izan yok yahu siz deli misiniz demiyorlar.”
“Neden herkes kendi işine bakmıyor?” diye soran Eryılmaz, “Beğenmediğimiz kapitalist ülkeleri kıskanır olduk. Liberaller gidiyor solcular geliyor, onlar gidiyor muhafazakarlar geliyor. Hiç duymadım onu bunu hapse attıklarını. Hiç beğenmediğimiz yarım akıllı ABD Başkanı Trump’ın bile karşısında gazeteciler takır takır sorularını soruyor o da kavga ediyor ama daha duymadık birini hapse attığını. Bırak mahkemeye çağrıldığını çünkü sağlam bir anayasaları var” diyor.
‘Kavramlar doğru kullanılmalı’
“Muhalif basın” kavramının da doğru olmadığını özellikle belirten Eryılmaz, yaşananlar karşısında kavramların doğru seçilip kullanılması gerektiğine vurgu yapıyor. Eryılmaz, “muhalif” olarak tanımlanan gazetecilerin gerçek anlamıyla işlerini yapmaya çalışan kişiler olduğunu ifade ederek, “Yahu ne muhalif basını. Eğer ‘a’ şahsı ‘b’ şahsını dövdüyse ben bunun tersini yazamam. Gazetecilik budur” diyor.
‘Gazetecilerin sorumlulukları var’
Gazetecinin kamuoyuna karşı sorumluluğunu unutmaması gerektiğinin altını çizen Eryılmaz, “Muhabir bir konuyu araştırmaya gittiğinde duruma göre dinini, ırkını ve hatta cinsiyetini unutup ona göre araştırmasını yapıp sorularını sormalı. Benden olmayan yansın olur mu? O zaman senin kamu görevin yok zaten. Sen basın sözcüsüsün, kendine gazeteci deyip benim de adımı kirletme” diyerek havuz medyasına tepki gösteriyor.
Gazetecilere yönelik baskının arttığı bu dönemde dayanışmanın önemini de hatırlatan Eryılmaz, “Çünkü yaşamak söz konusu, nefes almak söz konusu. Meslek kuruluşlarını ya da aydınları, gazetecileri de eleştirmek istiyorsun ama eleştiremiyorsun. Çünkü onlar da devlet tarafından baskı altında. İçin el vermese de kendini hiç onaylamadığın ya da kısmen onayladığın biriyle kol kola buluyorsun” diyor.
‘Demokratik derdi olana baskı’
Eryılmaz, söz konusu baskıların gazetecilerle sınırlı olmadığını ve demokratik talepleri olan herkesin bu baskıya maruz kaldığını söylüyor ve ekliyor: “Ben hep gazeteciler diyorum ama bunu aslında bütün meslek kolları içinde konuşabiliriz. Bakın akademi perişan oldu. Adalet barolardan başlayarak altüst ediliyor. HDP’nin eski eşbaşkanları başta olmak üzere 11 bin üyesi tutuklu. Yani kim olduklarının hiçbir önemi yok. Eğer Türkiye’de şuandaki rejimle ilgili bir derdiniz var ise baskı altındasınız demektir. Oysa bunlar son derece demokratik dertler.”
İktidarın, politikalarına tepki gösteren herkesi “darbeci” olarak hedef göstermesinin anlaşılır bir tarafı olmadığını söyleyen Eryılmaz, “Bakın bizim kadar askerden çeken olmamıştır. Öğrenciyken 12 Mart darbesi olur sonrasında 12 Eylül. Bizim askeri darbeyi savunmamız söz konu dahi değil” diyor.
‘Siyasal iklim değişmeli’
Söz konusu siyasal iklimde insanların en demokratik talepler için dahi sokağa çıkmakta kaygı duyduklarını dile getiren Eryılmaz, “Eskiden bir şey olduğunda yollara düşerdik, çok demokratik bir haktır. Şimdi cezaevine atılanı 15 gün sonra unutuyoruz. Vahim olan toplumun baskıya alıştırılıyor olması. Otoriter rejimler bunu ister. Bir ülkede birey korkarsa, örgütlü topluluklar korkarsa ilerde çok daha büyük felaketlerde o ülkede ses çıkaracak insan kalmaz. Ama bu bazı insanların umurunda değil” diyerek siyasal iklimin muhakkak değişmesi gerektiğini belirtiyor.
‘Özgürlük sökerek alınır’
Eryılmaz, otoritenin dünyanın hiçbir yerinde özgürlüğü sevmediğini ve ona karşı özgürlüğün ancak sökerek alınabileceğini ifade ederek, son olarak şunu söylüyor: “Yani zaman zaman babandan dayak yemeyi göze alıp sana 6’da gel demiştir, 8’de gideceğim yahu bugün arkadaşlarla top oynuyoruz dersin. Bu kadar basit.”