Milyonlarca işçi ve emekçi, sabah akşam altı yollarında sadece insanca yaşamak için ömür tüketirken, önce “sosyal medya fenomeni” denilen ve birdenbire zenginleşen, ardından da aralarında bir grup futbolcunun olduğu kişilerin servet ve dolandırıcılık haberleri gündemde tutulmaya devam ediliyor.
İşin magazin kısmı elbette bizi ilgilendirmiyor. Ancak memleket sath-ı mahallinde son haftalarda birbiri ardına yaşanan bu tür vakalarda dillendirilen milyon dolarlar, Türkiye nüfusunun nerdeyse yarısının asgari ücrete mahkum edildiği; açlık ve yoksulluk koşulları içinde yaşamaya mecbur bırakıldığı koşullarda çıplak bir gerçeğe işaret ediyor. Türkiye toplumunda milyonlarca insan, yaşam mücadelesi verirken bir avuç asalak, halktan çaldıklarıyla gününü gün ediyor.
Milyonlarca insan ay sonunu nasıl getireceğini düşünür ve daha maaşını almadan vergisi kesilip ek olarak dolaylı vergilerle soyulurken, her biri topluma birer “rol model” olarak sunulan bir avuç şahsiyetin gündem olması, gelinen aşamada AKP-MHP iktidarının ve dahası Türk devletinin içinde bulunduğu durumdan bağımsız değil.
Türk devletinin üzerinde yükseldiği yağma, talan ve çökme rejiminin gelinen aşamada “geleneksel” komprador burjuvalarının yanında böyle türedi zenginleri de ürettiğine tanık oluyoruz. Uyuşturucu satışından mafya örgütlenmelerine, Suriye’nin yağmalanmasından emekçinin boğazındaki lokmaya çökülmesine kadar uzanan yağma ve gasp düzeninin görünür olan kısımlardır yaşananlar. Buzdağının sadece üst kısmı görünmektedir ve asıl kodamanlar “namuslu girişimci”ler olarak “cemiyet hayatı”nda rol oynamayı sürdürmektedirler.
Halkımız boşuna dememiştir “Çok laf yalansız, çok para haramsız olmaz” diye. En namuslu geçinenin bile servetini nasıl elde ettiği biliniyor. Özel mülkiyet rejimi artı-değer gaspı üzerine inşa edilmiştir. Buna coğrafyamızın kimi “kendine özgü” yağma, talan ve çökme pratiklerini de eklediğimizde ortalarda dolaşan milyon dolarların hikayesi az buçuk kestirilebilir.
Kuşkusuz devlet denilen aygıtın sadece halkı soymak ve zapt-ı rapt altına almak için kullanılmadığı, dahası gerçekleri tersyüz etmek için kullanıldığı biliniyor. Kabul etmek gerekir ki, coğrafyamızda iktidar sahipleri bu pratiklerinde ustalaşmışlardır. Bu ustalık geçmişi ise öyle Osmanlı’ya değil daha öncesine kadar uzanır. Örneğin günümüz devletlülerin öykündükleri Osmanlı devleti kurulurken Doğu Roma İmparatorluğu’nun pek çok uygulamasını birebir almış ve zenginleştirerek sürdürmüştür. Osmanlı, Bizans’ı “fethederken fethedilmiş”, bu kadim sınıflı toplum iktidarının yönetim pratiklerini olduğu gibi devralmıştır.
Günümüz iktidarının Osmanlı hayranlığının ürünü olan ve dahası “kerim devlet” denilerek vakti zamanında “sol” adına da sahiplenilen pek çok politikanın kökü; eşyanın tabiatı gereği, bir önceki sınıflı toplum iktidarlarının deneyimlerine dayalıdır. Osmanlı ve dahası günümüz iktidar sahipleri, yönetme politikalarında binlerce yıldır süzülüp gelen bu sınıflı toplum deneyimlerinden hareket etmişlerdir.
Yoksullara yardım, öyle Müslümanların hayırseverliği filan değil “kahpe Bizans”tan alınmıştır örneğin. Amaç elbette halkın açlıktan isyan etmesini, şehri ve zenginleri yağmalamasını önlemektir. Günümüzün ifadeleriyle bu “sürdürülebilirliğin yönetişim politikası”dır.
Günümüz devletlülerinin Bizans’tan devraldıkları bir “yönetişim politikası” da futboldur. Elbette Bizans’ta futbol yoktu. Ancak Roma İmparatorluğu döneminde halkı meşgul etmenin aracı olarak ele alınan Hipodrom’da gladyatör dövüşlerinin yerini Kostantinapolis’te araba yarışları ve sessiz tiyatro almıştı. Dönemin muktedirleri, “futbol sadece futbol değildir”den yüzlerce yıl önce bu aracı halk üzerindeki iktidarlarını sürdürmek ve dahası güçlendirmek için kullanmışlardı.
Dönemin kaynakları İmparator Iustinianos döneminde Konstantinopolis Hipodromu’nda dört büyük takım arasındaki yarışları aynı anda yaklaşık 100.000 seyircinin izleyebildiğini kaydetmekte ve imparatorların kendi iktidarlarını sürdürmek için bu oyunları ustaca kullandıklarını kaydetmektedir.
Bazen bu politika, “Nika Ayaklanması”nda (Ocak 532) olduğu gibi “yol” kazalarına da uğruyordu. İmparatorun takım taraftarlarından bazılarını idam ettirmesi nedeniyle halk isyan etmiş, insanlar öldürülmüş ve “yeni bir düzen” kurulmuştu. Öyle ki, tıpkı günümüzde her felaket sonrasında iktidar sahiplerinin inşaat faaliyetine girişmesinde olduğu gibi İmparator Iustinianos da ayaklanmayı “Allah’ın bir lütfu” olarak görmüş ve geniş çaplı bir inşaat faaliyetine girişmişti.
Günümüzde futbol, -bu oyunu amatörce oynayan ve geçimini bu işten sağlayan futbol emekçilerini tenzih ederek- iktidarların elinde, tıpkı yüzlerce yıl önce muktedirlerin kendi iktidarlarını sürdürme ve halkı meşgul etmenin aracı olarak kullanılmaktadır. Bilenler bilir, Portekiz’in faşist diktatörü Salazar; Fado, Fatima ve Futbol (3F) üçlemesiyle anılır.
Coğrafyamızda da futbol, faşist iktidarların halkı meşgul etmesinin dahası iktidarlarını sürdürmenin aracı olarak kullanılagelmiştir. Bu kullanışlı işlevin yanında futbol, her türlü gayri meşru işle kazanılan servetin “aklanması” için de kullanılmıştır. Ortalıkta dolaşan milyon dolarlar, bahis ve şans oyunları sadece kitleleri iktidar arkasında yedeklemenin aracı olarak değil aynı zamanda yağma ve gasp üzerine kurulu düzenin dönmesi olarak kullanılmaktadır.
Şimdilerde nam-ı diğer çakma imparator, “Fatih Terim Fonu” ile gündem olan kimi futbolcuların milyon dolarlarla ifade edilen servetleri, bu futbolcuların dönemin iktidarlarına hizmetlerinin karşılığıdır. Başta çakma imparator olmak üzere bahsi geçen futbolculardan bazılarının M. Ağar gibi katillerle onu hapishanede ziyaret edecek kadar yakın samimiyetleri bu ilişki ağını özetlemektedir. Dahası bu futbolcuların, daha fazla para kazanmak uğruna paraya çalım atarken çalım yediklerinde yardım için soluğu R. T. Erdoğan ve S. Soylu’nun yanında almaları bu açıdan anlamlıdır. Bu kişilerin, R. T. Erdoğan’ın faiz düşürme politikasını halka propaganda ederken, kendilerinin ise yüksek faiz peşinde koştukları ve çakma imparator tarafından dolandırıldıkları anlaşılmaktadır.
Sonuçta, “Osmanlı’da oyun çoktur” sözünün “Bizans oyunları”ndan geldiğini kanıtlarcasına “atlar yarışmış ve imparator kazanmış”tır.
Lakin bu hikâyede bir de halkın isyanı vardır. “Bizans oyunları”nda sadece atlar koşmamış ve imparatorlar kazanmamıştır. Halkın mantığı “karışıklık çıkarmak, başarısızlığa uğramak, yeniden karışıklık çıkarmak, yeniden başarısızlığa uğramak…” olarak devreye girmiştir. Tarih bilimi bir kez daha bu Marksist yasayı doğrulamıştır.
Tarih biliminin bize gösterdiği bir diğer gerçek ise şudur: “Bizans oyunları”nda sadece atlar koşmaz, insanlar ölmez, imparatorlar kazanmaz. Aynı zamanda halk da isyan eder. “Saray padişahı”nın karşısına her daim mutlaka bir “meydan padişahı” çıkar.