Yaşadığımız çatışmalı ortam, çatışmalı ortam sonucunda yaşamını kaybeden insanların var olması, en çok eminim ki barış isteyen, çözümsüzlük politikalarının son bulmasını isteyen insanları üzüyor. Gerçekten bu coğrafyada, barış talebinin son derece önemli olduğunu her zaman dile getirdik. Bizler insan hakları savunucuları olarak sürekli bunun için mücadele ettik. Ama maalesef ki devlet aklı buna hiçbir zaman izin vermedi.
Barış süreci adı verilen süreç, gerçekten önemliydi. Sevgili Selahattin Demirtaş, geçtiğimiz hafta yaptığı Kobane davasındaki savunmalarında bu durumu son derece açık bir şekilde dile getirdi. Bu sürecin nasıl devam ettiğini, kimlerin neler yaptığını, eğer bu süreç sorgulanacaksa neden sadece kendilerinin sorgulandığını hatta özgürlüklerinden yoksun bırakıldıklarını çok güzel bir dille anlattı.
Kaldı ki hemen ardından dönemin Adalet Bakanı Sadullah Ergin’de, Selahattin Demirtaş’ın haklı olduğunu, gerçekten de o sürecin çok önemli olduğunu hatta yapılan çalışmalarla, barış girişimleriyle halkın %70’inin bu sürece sahip çıktığını açık bir dille tekrarladı.
Peki o zaman biz neden böyle çatışmalı süreçler yaşıyoruz?
Bu durumu sadece 1984’ten itibaren ele alırsak çok hatalı yaklaşmış oluruz. Çünkü PKK henüz ortada yokken de Türkiye Cumhuriyeti devleti Kürt halkının tüm taleplerini bastırıyordu. Birçok katliam yaşandı. Bunların hiçbiri unutulamaz. O zaman sorun, devlet aklının Kürt sorunu söz konusu olduğunda geliştirdiği çözümsüzlük politikalarında.
Peki bunu tartışabilecek yeterli güç var mı coğrafyamızda?
Maalesef ki yok. Bir kez daha aynı konuya geri dönüyoruz. Coğrafyamızdaki iktidar ve muhalefet aynı kaynaktan beslendiği için aslında çözümsüzlük politikalarının bir nevi iki tarafını oluşturuyorlar. Örneğin ana muhalefet partisi CHP, AKP’nin barış süreci sürdürdüğü dönemi sağdan eleştiriyor. Neden barış süreci yaptın, diyor. Neden görüştün, neden masaya oturdun? Bu tartışmaları özgürce dile getirebiliyor. Oysaki CHP, ‘neden barış sürecini olumlu olarak sonuçlandıramadın?’ sorusunu sorsa arkasında çok fazla destek bulabilir.
Ancak unutulmamalı ki CHP devlet partisi, resmi ideolojinin kurucu partisi. Maalesef ki CHP’nin cumhuriyetin başından itibaren geliştirdiği politikaların da bugün yaşadığımız çözümsüzlükte en büyük paya sahip olduğunu unutmamak gerekiyor.
Son derece tehlikeli bir süreç yaşadığımızı düşünüyorum. 90’ların bütün kirli odakları maalesef ki devrede. Örneğin geçtiğimiz hafta Zafer Partisi yanlısı olan birçok hesap tarafından bir düğmeye basıldı. İnsan Hakları Derneği Irkçılık ve Ayrımcılığa Karşı Komisyon hedef alındı. Her yıl 24 Nisan’la ilgili yaptığımız açıklamalar hedef gösterildi. Aradan uzun bir süre geçmesine rağmen 8 ay sonra bu açıklamaların yapılması belli bir amacı ortaya çıkarıyordu.
Sosyal medya paylaşımlarında o kadar tehlikeli, o kadar tehdit ve şiddet içeren anlayışlar dile getiriliyor ki insan gerçekten şaşırıyor. Şiddetin böylesine özgürce savunulması hatta bir siyasi parti tarafından açıkça savunulması nasıl engellenemiyor?
Evet, ifade özgürlüğü diyoruz, farklı olan her düşünce her zaman tartışılabilmeli diyoruz ama başka insanlara tehdit ve şiddet içeren, şiddet çağrısı içeren bu paylaşımların yapılıyor olması gerçekten çok korkutucu. Özellikle iktidar ortağı olan ve hatta şu an yönetimdeki –bana göre esas söz sahibi olan- MHP başkanının her konuşmasında, toplumun tüm farklı kesimlerini tehdit etmesi, açık şiddet çağrılarında bulunması da son derece tehlikeli bir durum oluşturuyor.
Peki biz ne yapacağız?
Kirli odakların şiddet çağrılarına, iktidar ortağının tehditkâr diline karşı biz ne yapacağız?
İnsan hakları, barış ve demokrasiden yana olan insanlar ne yapacaklar?
90’larda yaptığımızı yapacağız. Hiç geri adım atmadan, tüm tehlikelere karşı, inandığımız fikri savunarak mücadelemize devam edeceğiz.
Savaşı savunmak kolaydır ama barışı savunmak zordur.
Biz zor olanı seçtik.