Ona sahip olmuşlardı. Onlarla pazarlık etmeyi düşünmüştü; ancak çok saf bir anarşistin düşünebileceği bir şeydi bu. Birey Devlet’le pazarlık edemezdi. Devlet güçten başka bir para tanımaz: Üstelik parayı da kendisi basar. (Ursula K. Le Guin, Mülksüzler)
Yunanistan’da 7 Temmuz günü yapılan seçimler, Radikal Sol Koalisyon (Syriza) hükümetinin düşerek iktidarı merkez sağ Yeni Demokrasi Partisi’ne bırakmasıyla sonuçlandı. Syriza’nın iktidara geliş süreci kadar, hükümet olarak geçirdiği dört yıl da ekonomik ve siyasal çalkantılarla dolu.
2010’lu yılların ilk yarısı, Yunan ekonomisinin dış borç batağı içinde iflasına sahne oldu. Uzun süre ülke yönetiminde ya tek parti ya da koalisyon ortağı olarak yer alan merkez-sol PASOK, bu süreçte en ağır faturayı yiyen parti olarak hızla çözülecekti.
Merkez soldaki çözülme, birçok Avrupa ülkesinde milliyetçi ve aşırı sağcı popülist partilerin yükselişi ile eşzamanlılık gösteriyordu. Sağ popülizm, yaşanan krize çözüm olarak, Avrupa Birliği karşıtı “milli egemenlik” ve mülteci düşmanlığı gibi irrasyonel, ilkel kötülükleri tetikleyen sloganlar öne sürerek büyümekte.
Ama küresel sermayenin Avrupa Birliği üzerinden gerçekleştirdiği dayatmalar, kıtanın güneyinde Yunanistan başta olmak üzere bir dizi ülkede, sol eğilimli protesto gösterilerinin yaygınlaşmasına yol açacaktı. Bu protesto eylemleri içinde çoğalan kitle örgütleri, Aleksis Çipras önderliğinde Syriza adlı yeni sol partiyi inşa etti. Syriza, sorunun Yunanistan’ın borçlanmasından değil dünya kapitalizminin 2008’de içine düştüğü büyük depresyondan kaynaklandığını vurgulayarak; iş güvenliği, sağlık ve eğitim gibi temel toplumsal haklara saldırarak çözülemeyeceği argümanıyla hızla popülerleşti ve Ocak 2015 seçimlerini kazandı. Syriza hükümeti öncelikli olarak AB ile dış borçlar üzerine pazarlığa oturdu. Ama IMF ile birlikte çalışan Avrupa Birliği yönetimi ve AB Merkez Bankası (“Troika”), Yunanistan’ın yeni hükümetini dinlemek yerine kendi koşullarını dayatmakta ısrarcıydı.
Syriza 5 Temmuz 2015’te bir referandum yaparak çıkmaza giren pazarlık sürecini aşmaya çalıştı. Yunanistan halkı, AB’nin tasarruf tedbirlerine yüzde 61 oranında ezici bir çoğunlukla “Oxi” (hayır) cevabını verdi ama Brüksel’in tavizsiz duruşu karşısında bu sonucun gereğini yerine getirmek, AB’den kopmaksızın mümkün değildi. Bunun üzerine Çipras, dayatılan ekonomik tedbirlere, parti programında öngörülen biçimde direnmelerinin mümkün olmadığını topluma duyurdu.
Slavoj Zizek’e göre bu durum, sol popülizmin kapitalin gücü ya da kapitalist düzen karşısında düşmesi kaçınılmaz aczin itirafıydı. Bu eleştiri, 25 Syriza milletvekilinin partiden istifasında cisimleşmişti. Bu gelişmeler üzerine zorunlu hale gelen erken seçim 2015 Eylül ayında yapıldı ve Syriza, önemli bir oy kaybına uğramadan ikinci kez halkın onayını almayı başardı.
Syriza’nın o tarihten bugüne icraatı, AB’nin dayattığı tedbirlerin uygulamasında sosyal devlet ilkesinden mümkün olduğunca taviz vermemek olarak özetlenebilir. Sonuçta, Ağustos 2018 itibarıyla AB tedbirlerinin sonlandırıldığı ilan edildi. Ve şimdi, bir yıl sonra, Syriza iktidarı son buluyor.
“Mülksüzler” romanından başlangıçta aktarılan cümlelerle ifade edecek olursak; Syriza, AB’nin dayattığı ekonomik tedbirlerin pençesinde çaresiz kalmış Yunanistan toplumu adına küresel kapitalizm ile pazarlık edebileceğini düşünmüştü. Ama küresel düzen, güçten başka para tanımaz: Üstelik parayı da kendisi basar.
Bu (nihai olmayan) yenilgi, konvansiyonel sol partiler kadar Zizek gibi görmüş geçirmiş yorumcular tarafından da “ben dememiş miydim?” tarzı bir kibirle karşılanıyor olabilir. Ama 2010-2015 yılları arasında, Syntagma’dan Tahrir’e oradan Taksim’e sıçrayarak, Roma, Barselona ve Lizbon’a kadar Akdeniz havzasını sarsan o başkaldırı fırtınasının mahsulü radikal sol kuşağın umutları nezdinde kibirden çok bir iç burukluğu, öfkeden çok hüzün duygusu uyandırıyor olmalı.