Bu hafta, biraz karışık bir hikâye anlatalım isterseniz. İki piyanist, bir belediye başkanı ve çocuklar üzerine…
İki piyanistimiz var. Birisi kadın, uluslararası alanda klasik müziğin en iyilerinden biri… Diğeri erkek, yaşça biraz daha genç ve o da muazzam bir üne sahip, çok iyi bir müzisyen. İnsanı komplekse sokacak kadar erken, biri üç buçuk, diğeri dört yaşında piyanoya başlamış; ikisi de “harika çocuk” olarak yurtdışında eğitim görüp kariyer yapmış… Nereden baksanız muhteşem…
Geçen yılın şubat ayında ikisi bir kapıştılar. Genç olan, kadın olanı, KHK’larla yapılan zulme, genç sanatçıların ihracına ve tutuklanmasına tepki göstermemekle suçladı ve mali durumunu ve kariyerini tehlikeye atmamak için böyle davrandığını ima etti. Diğeri ise, durumun böyle olmadığını, tüm haksızlıklara karşı çıktığını, ayrıca zaten referandumda da “hayır” oyu verdiğini söyledi.
Sonrası ne oldu, bilmiyorum. Muhalifler arası bir tartışma işte…
Ama biraz öncesine gidebiliriz isterseniz: 2013 yılına…
2013 yılında, Akdeniz’in şirin bir beldesinde, bir klasik müzik festivalindeyiz. Kadın olan piyano virtüözümüz, zaten festivalin organizatörü sayılır; açılış konserini de o veriyor. Daha genç ve erkek olan piyanistimiz de o yıl, aynı festivalde genç müzisyenlerle “Masterclass” (seçilmiş bir grupla yapılan çalışma) yapıyor.
Festivalin hamisi, beldenin kibar, müziksever belediye başkanı… Açılış konuşmasını o yapıyor, finalde de plaketleri dağıtıyor. Festivalden önce de zaten kadın piyanistimiz, kendisini makamında ziyaret edip teşekkür ediyor, fotoğraflar çektiriliyor.
Sözünü ettiğimiz belediye başkanı, emekli bir albay. Sarışın, yakışıklı, nazik bir insan… Tek kusuru, coğrafyamızın ta öteki ucundaki bir ilçede jandarma komutanı olduğu sırada 3’ü çocuk, 8 kişinin işkenceyle katledilerek kaybedilmesi suçundan yargılanıyor olması. Halen süren davada, bütün tanıklar, biri 13 yaşında olan kişilere bizzat bu subayın “Filistin askısında” işkence yaptığını ve tümünün onun emriyle katledilerek kireç kuyularına gömüldüğünü belirtiyor. Tecavüz iddialarını ayrı tutuyorum bu arada. Ayrıca, eski bir korucu, gömülmeye bizzat emekli albayımızın nezaret ettiğini ısrarla belirtiyor. Her ne kadar emekli albayımız yok öyle bir şey dese de, bir süre sonra kişilerden en az ikisinin kemikleri, (biri kafası kopuk olarak) sözü edilen kuyularda bulundu ve resmi kayıt altına alındı. O kadarla kalsa iyi! Bütün bu olanlara vicdanı dayanamayıp itiraz eden bir çavuşun da yine emekli albayımızın emriyle karakolun kalorifer kazanında canlı canlı yakılarak katledildiği bir başka vahim iddia…
Şimdi… Bir soluk alıp, arkamıza yaslanıyoruz ve düşünüyoruz…
Yukarıda sözünü ettiğimiz iki değerli piyanistimizin kötü insanlar olduğunu düşünebilir miyiz? Tabii ki hayır! Sanatlarına zaten bir şey diyemeyiz de, insan olarak da kötü olduklarını söylemek zor. İkisi de mesela bir biçimde Gezi sırasında karınca kararınca bir şeyler yapmışlardır. İkisine de mikrofon uzatıp “Cumartesi Anneleri”ni sorsanız misal, bu acının sona ermesi gerektiğini söylemeleri çok muhtemeldir.
Peki, elini sıktıkları adamın kim olduğunu bilmiyorlar mı? Söz konusu haberler, her yerde, ana akım medyanın yanında, “havuz” tabir edilen medyada da kocaman kocaman yayınlandı. Buna rağmen bilmiyor olabilirler mi? Olabilir, çünkü hiç merak etmemişlerdir!
Biz ne yapalım peki şimdi? Bu iki insanın üstünü çizmeyelim, tamam ama Temmuz 2013’te çektirilen o fotoğraftan tam iki ay sonra, Eylül 2013’te kuyudan çıkarılan 13 yaşındaki bir çocuğun kemiklerini ne yapalım? Mavi bir torbadaki o kemikler, yıllarca çocuğunu aradıktan sonra kahrından ölen bir kadının yanı başına gömülürken ne diyelim?
Hayatın soruları bunlar. Gerçek sorular. Herkes herkese akıl verip duruyor, iyi, versin. Kürtler sert, solcular keskin, eyvallah tamam da biz bu işi ne yapacağız? Memleketin “muhalifler” cenahında, o anne de var, sözünü ettiğim iki piyanist de. Yaklaşsınlar birbirlerine! İyi. Yaklaşsınlar. Yaklaşsınlar ama kim kime yaklaşacak? Bir eli bırakmadan ötekini nasıl tutacaksınız? Birinden uzaklaşmadan ötekine nasıl ulaşacaksınız? Birine sırtınızı dönmeden ötekine yüzünüzü nasıl döneceksiniz?
Ben bilemedim şimdi bak. Siz biliyor musunuz?