Distopik bir coğrafyada yaşıyor oluşumuzun bütün acılı sonuçlarını 2023 yılında da maalesef yaşadık.
Yönetenlerin son derece otoriter ve totaliter yaklaşımları, toplumun giderek daha çok devlete benzemesine yol açtı. Gerçekten de 2023 yılı ırkçı milliyetçiliğin son sınırına ulaştığı, acımasızca tüm coğrafyaya tehditler savurduğu bir yıl oldu.
2023 yılının başlangıcında gerçekten çok büyük bir felaketle karşılaştı coğrafya. 6 Şubat’ta birçok ilimizi etkileyen büyük bir deprem meydana geldi ve bu depremin yarattığı sonuçlar o kadar yıkıcıydı ki 50.000 üzerinde insanımızı kaybettik. Kaybettiğimiz insanlar arasında İnsan Hakları Derneği’nin üye ve yöneticileri de vardı. Hepimiz için gerçekten de son derece acılı bir yıl oldu 2023.
İnsan hakları savunucuları olarak bizlerin çok yoğun çalıştığı, her gün yeni ihlal alanlarının ortaya çıktığı bir süreç oldu aynı zamanda. Özellikle de cezaevlerinde yaşanan büyük hak gaspları, işkence ve özellikle hasta mahpusların yaşadığı sorunlar, insan hakları savunucularının en büyük gündemini oluşturdu.
Biz daha önceki dönemlerde Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin uluslararası sözleşmeleri uygulamadığını hep dile getirir ve buna itiraz ederdik. Ancak 2023 yılı Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kendi iç hukukunu da ihlal ettiği bir dönem oldu. Belki birçok dönem bu söz konusuydu iç hukuk dahi uygulanmıyordu ama bu kadar göz göre göre yapılması özellikle yargı kurumları arasında hesaplaşmaya varan tartışmaların yaşanması Türkiye’de hukukun tamamen ılga edildiği sonucunu doğurdu.
1500’den fazla hasta mahpus var cezaevlerinde. Bunların bir bölümü ağır hasta mahpuslar ve maalesef ki Adli Tıp Kurumu tek yetkili bilirkişi olarak kabul ediliyor. Resmi bilirkişilik kurumu olan adli tıbbın maalesef ki tıp etiğinden yoksun ve vicdansız raporları sonucunda birçok hasta mahpus cezaevinde kalmaya bazıları da ölerek cezaevinden çıkmak durumunda kalıyorlar.
İfade özgürlüğü gerçekten akıl almaz boyutlarda ihlal ediliyor. Coğrafyamızda maalesef ki sadece kendilerini ırkçı milliyetçi olarak tanımlayanların ifade özgürlükleri var. Barış isteyenler, demokrasi ve insan hakları isteyen birçok insan cezaevinde kalmaya devam ediyor.
Devlet dili şiddeti ve nefreti örgütlüyor. Özellikle kendi istedikleri aile kavramını kutsallaştırırken, kadınları eve kapatmaya çalışan bir zihniyet söz konusu. Aynı zamanda LGBTİ+’lara yönelik oluşturulan nefret, şiddeti de desteklemekte.
Demokrasi ya da kısmi demokrasi ile yönetilen coğrafyalarda kimselerin anlayamayacağı şeyler yaşanmakta. Örnek vermek gerekirse iktidarın ortağı olan bir partinin bir cinayeti işlettiği bu cinayetin işlenmesinin talimatını verdiği açıkça tartışılıyor. Örneğin öldürülen Ülkü Ocakları Derneği eski yöneticisi Sinan Ateş’in annesi, çocuğunun mezarı başında diyor ki benim oğlumun katili MHP’dedir.
Ama hiçbir şey olmuyor, bu gerçekten akıl dışı bir şey. MHP’nin adının, olayın içine sokulması bizzat iktidar tarafından engelleniyor kaldı ki MHP’nin adı defalarca bu gibi cinayetlere karışmıştı. MHP’nin adının karıştırılmamasına iktidarın özen göstermesinin yanında MHP lideri büyük bir güvenle, coğrafyada yaşayan tüm muhalifleri, siyasi parti liderlerini açıkça tehdit edebiliyor ve söylemlerine devam ediyor.
Kürt sorununda devlet aklı 1990’ların devlet aklıyla aynı. Bazı yöntemler değişmiş olsa da devlet aklının hiç değişmediğini görüyoruz. Gerçekten de aşırı güvenlikçi, şiddeti temel alan, sivil siyaseti tamamen dışlayan bir devlet aklı devrede.
İşte 2024 yılına girerken böylesine güvensiz, öngörüsüz tedirgin bir halde yeni bir yıla başlıyoruz. Ancak her zaman dile getirdiğim gibi bu coğrafyada biatsız bir çoğunluk da var. Belki bu çoğunluk sayısal olarak %15’i biraz geçse de gerçekten kararlılıkları duruşları güvende ve umutlu olmamızı her zaman sağlamaya devam ediyor.
İnsan hakları savunucuları olarak ne yazık ki 2024’e girerken büyük bir acı olay yaşadık. Eski genel başkan yardımcılarımızdan İHD Amed şubemizin başkanlarından ve bizlerin de çok sevgili arkadaşı Selahattin Demirtaş’ın babası yaşamını yitirdi ve Selahattin Demirtaş son derece onurlu bir duruş sergileyerek onlardan hiçbir şey istemeyeceğim diyerek babasının cenazesine katılmadı. Bu coğrafyada birçok sivil siyasetçi annelerinin babalarının kardeşlerinin ölümünü cezaevlerinde yaşadılar.
Örneğin Gültan Kışanak üç yakınını birden cezaevindeyken kaybetti. Bu acıların bu haksızlıkların hesabı nasıl verilecek bilmiyorum ama biz demokrasi, insan hakları ve barış alanındaki çalışmalarımızda son derece kararlıyız.