Reyhan Hacıoğlu
Karşı duvarda onlarca haber; ölüm, kavga… Boydan boya siyah beyaz halden küpürleri. Tek renkli kare ise termik santrale hayır diyen bir çocuğun resmi! Başucumda Abidin Dino’nun mutluyum resmi! Yan duvarda kitaplık. Ne yok ki; kitaplar, kavanozlara konulmuş Amed, Dersim, Kars.. toprakları, İnönü stadından almış bir tutam çimen, mektup sandığı, son oturulan cafeden çalınan masa mumu, Gülhane’den toplanmış kuru yapraklar.. Diğer duvar bomboş ve ben. 9 yıl sonra… Karşı duvarda önceki yıldan kalan elle yapılmış bir takvim, mektuplarla gelen karpostallar, rüzgarın kazayla avluya düşürdüğü yapraklar ve takvime iliştirilmiş zeytinleriyle birlikte bir yaprak! “Zeytin dalı” ne kadar da ironik duruyor. Duruyor bu mekanda. Hemen yanında çiftli ranza ve tekli yatak. Masada okunmamış ve okunacak 6-7 kitap, kalemler, sözlük. 1 komidin, 2 leğen, 1 sandalye, kazak ve eşarptan yapılmış 2 battaniye ve ben ve biz; Deli taylar gibi yanına koşarken ayaklarından vurulup, 7 kapı ardına hapsedilmiş binler…
Tecrit edilmek ne ola ki?
Bir halkın çocukları ne tez tanıştı, bu gerçeklikle. Üniversitede ilk yılımı, İngilizce dersinde bir parçada tecrit kelimesi geçiyor. Biri ne olduğunu soruyor. Hoca cevaba yeltenirken oraya giriyorum: “Tecrit…” hoca sözümü kesip, kesin bir tavırla “Gerek yok, bilen biliyor” diyor. Ve konu kapanıyor. Evet, 30 kişilik sınıfta ortalama 10 kişi biliyor olmalıydı ne anlama geldiğini…
12 cm karelik bir odada insan nasıl yaşar tek başına? Tecrit ne ola ki? Onca yıl!!! Daracık bir oda ve yoldaş olamamanın hüznü tüm duvarlarda… Köyden taşınıp “bina sakinleri” arasına karışınca, annem içine çekildi. Herkesin herkesi tanıdığı köyünde kimsenin “nasılsın” dahi demediği kent kültürü bir hayli zor gelmişti. Oysa şehirde bile değildik. Bir beldedeydik ve hala koyunlar vardı ve ben annemi bir sabah koyun sesinin peşinden giderken yakaladım! “Çıkma avdan buralar tehlikeli” ve bir daha çıkmadı annem! Kendi gibi onlarca kadınla eve kapatıldı. Tecrit en ağır kadın doğasına işliyor. Topraklardan, insandan, özgürlükten kopma… Tecrit ne ola ki? Bir kadın 130 gündür ölüme yatırsın kendini… Ne talihsiz dünyanın bütün kadınları. Bir halkın kaderini yazıyor hepsi. Çok bilmişler dünyasında bize yer yok sanki. “Burası bizim değil, bizi öldürmek isteyenlerin dünyası” diyordu. “Ölü” bir kadın zihinleri körelmiş “Erkekler”, “Egemen” devletler. “Köleci” sistem, erk, erkeklik iktidar, güç… ne kudretli! kelimeler, kavramlar ve acı ile tecrübe edilmiş gerçeklikler. Hepsinin ortak noktası bir “öteki” üzerine demekmiş olması. Ve garip olan tüm ötekilerin ötekisi. Biz kadınlar olmamız…
“Fikri hür, bedeni hür” olamadık ne yerde ne gökte! Gökte “Huri” yerde “eksik akıl” toka, pembe, etek deyince biz geldik akla ve dahi kız gibi” dendi biri aşağılanacaksa. Biz çok, ‘ne çektin be’ kadın arabeski olduk. “Kocadan, babadan, kardeşten, sevgiliden ve nihayet erkek dünyadan.” 365 gün içinde bir gün! Bayram desen değil, yas desen hiç değil. Bunun için bile 129 kadın yakıldı. Sırf bizim de bir günümüz olsun diye!… Tecrit ne ola ki? Bu kadar kadının iliklerine işlesin… tecriti en iyi kadın bilir. Yıllarını, gençliğini, gözyaşlarını ve çocuklarını vermiştir bu uğurda… Bir kadından bir orduya kolay gelinmedi elbet. Binlerce kadının bedeninden yükseldi. “Özgür kadın” ve benim için ve senin için ve annem için ve tüm kadınlar için… kirpiğin düşmesin diye, hewalim yaprağına vurulup yol arkasında kalmasın diye, kapatıp kapıları seni kilitlemesinler diye ve dilinden ve toprağından olma diye oldu olanlar. Bu direnişler… inan tecridi en iyi kadınlar bilir.
Ondan ölüme yatıp yoldaşları için yetmedi mi? Bunca yıl deyişleri. Evet bütün kadınlar bilir tecridi. Köleliğin kimi farkında değildir, yaşadığı özgürlüğünün değil oraya çizilen olduğunu yakın bir günde toplanacak bütün kadınlar öldürülen yakılan, tecavüz edilen direnen ve kuşkusuz önlerde olacak Leyla. İşte o gün sadece bir güne sığdırılan kadınlarımız haykıracak. Biz biliriz tecridi kırmasını da…