Anayasa Mahkemesi’nin hak ihlali kararı ile bir kez daha gündeme gelen Barış Akademisyenleri’ne dair okurlarımız için bir yazı dizisi hazırladık. Yazı dizimizin ilk bölümünde, ne dediler de bu kadar yoğun baskıya maruz kaldılar ve yaşadıkları hukuksal süreci özetledik. Yazı dizimizin devamında ise Barış Akademisyenleri’nin kendi anlatımları, hikayeleri, kayıpları, zorlukları, dayanışmaları yer alacak. Kendi kalemleriyle hikayelerini yazacaklar. Son olarak Türkiye’nin toplumsal bilincine her alanda katkı sunan bu zihinlerin makalelerine yer veriyoruz. Uzmanlık alanları üzerinden ülkenin içinde bulunduğu durumu yorumladılar, analiz ettiler. Yani kendilerini ve ülkenin halini anlattılar.
Yrd. Doç. Dr. Meral Camcı, ‘Bu suça ortak olmayacağız’ başlıklı bildiriye imza attığı için İngilizce Mütercim Tercümanlık Bölümü’nde görev yaptığı İstanbul Yeni Yüzyıl Üniversitesi’ndeki görevine son verildi. Bir yıl sonra Şubat 2017 de 686 nolu KHK ile kamu hizmetinden de men edildi.
Biz, akademi, deneyimin bilgisi ve dayanışmanın zarafeti
Meral Camcı
11 Ocak 2016’dan bugüne dek “Bu suça ortak olmayacağız” başlıklı metnin imzacısı olan akademisyenler (Barış İçin Akademisyenler) olarak içinden geçtiğimiz süreç, Türkiye ve dünya tarihinde eşi benzeri görülmemiş bir deneyime yol açtı. Bu sürecin kendisi elbette Türkiye’de gitgide otoriterleşen, baskıcı, sansürcü, muhalif duruş ve görüşlere ve inançlara topyekün saldıran, tektip bir zihniyeti talep eden ve dayatan devlet politikalarından nasibini alan kadınların, LGBTİ’lerin, işçilerinemekçilerin, prekerleşen beyaz yakalıların, emek, hak ve hukuk savunucularının, çocukların, hayvanların ve doğanın, kırların, ormanların ve kentlerin içinden geçtiği diğer zor süreçlerden azade değil. Baskı mekanizması topyekün işliyor. Doğanın talanını, kentlerin rant uğruna soylulaştırılması adı altında betonla, plastikle ve alüminyumla kaplanmasını, eğitimin ve pek çok kamu hizmetinin özelleştirilmesini ve niteliksel kaybını, kamusal kaynakların hoyratça yok edilmesini, emeğin güvencesizleştirilmesini, taşeronlaştırılmasını, değersizleştirilmesini; keza barış isteyenlerin, kimliklere, kültürlere, dillere, seçimlere saygılı ortak bir bilincin ve bir aradalığın imkânını arayanların cezalandırılmasını, hiç birini diğerinden, hepsini de bir bütünden ayrı değerlendiremeyiz.
Devam ettik, ediyoruz
Barış Akademisyenleri’nin üniversitelerden atılmasını, KHK’lerle ihraç edilmesini, yurtdışı çıkış yasaklarıyla, pasaport tahditleriyle, kamusal hizmetten men edilmekle bir gecede söz söyleme ve yazma imkânlarının verili üniversitede, yaşama imkânlarının verili toplumsal yapıda sınırlandırılmasını da öyle. Topyekün saldırıya maruz kalan onca toplumsal kesimden sadece biriyiz Barış Akademisyenleri olarak. Ve belli ki, bu saldırıya karşı topyekün örülecek bir toplumsal mücadelenin de bir bileşeniyiz. Bu sürecin kurbanı olmamızı istediler. Ama değiliz. Şu son üç buçuk yılın gösterdiği odur ki, kurban rolünü hiç kabul etmedik. Kendimizi öyle görmedik, tanımlamadık. Mücadeleye devam ettik. Direnmeye devam ettik. Üretmeye devam ettik. Verili üniversite yapısını içindeyken olduğumuz gibi dışındayken de sorgulamaya ve değiştirme çabamıza devam ettik. Dışarıyı da içerisi gibi yapılandırmaya gayret ettik. Ediyoruz. Belki bu kez yeniden ve yeniden yapılandırmakla değil, sıfırdan, yoktan var etmekle uğraşıyoruz. Yeni bir yol değil aradığımız, yeni bir yolu yapmanın yöntemini ve bilgisini tartışmak, araçlarını oluşturmak. İşte sözünü ettiğim o eşi benzeri görülmemiş “deneyimin bilgisi” böylelikle oluşuyor. Hem de sürecin kendisini hem de ortaya çıkan bilgi ve deneyim yığınını biricik kılıyor. Bu ne yöntemini bildiğimiz ne de araç gereçlerini bildiğimiz “deneyim” içinden geçerken yapılanıyor. Çokça konuşarak, tartışarak ve biraz da el yordamıyla.
Böyle bir deneyim yok
Biz, “biz” olduk. Bizi bir araya getiren imzanın arkasında durduğumuz o süreç nitelik bakımından biricik. Akademi içinde ne Türkiye’de ne de bilebildiğimiz bir başka coğrafyada ve tarih kesitinde akademiden, verili üniversiteden bunca rengi, bunca çeşitliliği barındıran bu kadar kendi doğallığında ilerleyen ve kolektif ilerleyen başka bir deneyim yok. Mersin’de göç çalışanla, İstanbul’da çevirinin toplumsal süreçlerini irdeleyeni; kalp ve damar cerrahı tıp akademisyeniyle, ekolojik ve organik tarım modellemesi tasarlayan endüstri mühendisini; Mardin’de Kürtçe edebiyat çalışan filologla, İzmir’deki şehir ve bölge planlamacısını; Samsun’da emek çalışan iktisatçıyla, Antalya’daki kimyacıyı; Van’daki felsefeciyle Eskişehir’deki dilbilimciyi aynı masaya oturtan başka bir akademik deneyim yok.
Yeniyi kurmanın heyecanı
Kompartmanlaşmış, birbirinden ve gerçeklerden ve dolayısıyla toplumdan kopmuş, yalnızlaşmış bilimsel bilgi ve ilgi alanları birbiriyle söyleşmeye başladı. Sinema kuramı toplumsal cinsiyet çalışmalarıyla, emek-sınıf çalışmaları mühendislikle, tıp felsefeyle, sanat ve tasarım iktisatla ve tarihle buluşuyor; edebiyat matematikle, sosyolojiyle; hukuk ve siyaset hepsiyle buluşuyor bu biricik deneyimde. Kampüssüzler’den, KODA’ya, Birarada’dan, ADA’ya, Kültürhane’den Uçurtma Kafe’ye, Eskişehir Okulu’ndan TİHV Akademi’ye dek bu söyleşme, bir yandan verili akademide çokça mekanik görülen ve işletilen disiplinlerarasılığı ete kemiğe büründürürken, bir yandan dayanışmanın zarafetini örüp, dayanışmanın ekonomisini kuruyor. Zarafetle korunup kollanan bir paylaşım ekonomisi. Deneyimin bilgisi ve ekonomisinin birbirini besleyen birlikteliği. Elbette tekinsiz bir alan. Daha önceden denenmemiş bütün yollar gibi, tekinsiz. Ama bu sefer ürkütücü bir tekinsizlik değil bu. Yeniyi kurmanın heyecanını taşıyan bir belirsizlik ve tekinsizlik. Ucunun iyiye çıkacağı umudu yüksek. Bilinen tüm yollar ve araç gereçlerden sıyrılmış olmanın özgürleştirici esrikliği. Bu yol kendi kavramlarını oluşturup, içini dolduruyor. Başka bir mecrada bilimsel çalışma yapmanın yolu, yöntemi ve araçları aranıyor. Bilimsel bilgi zenginliği ve çeşitliliği fazlasıyla mevcut. Bize gereken yöntem ve araçlar.
Ezilenlerin inceliği
Elbette, hiç kolay değil. Aksine çok zor. Ancak bu işte biricik sürecin parçası olmak bile tek başına, yaşanan maddi ve manevi onca sıkıntıya, kırgınlığa, öfkeye, yorgunluğa, kayba değiyor, değdi. “Dayanışma ezilenlerin inceliğidir” değil mi? Katıksız ve saf bir dayanışma ancak, yan yana üretmekten başka hemen hemen tüm yollar yüzlerine tek tek kapatılmış olanların, dayanışmanın “olmaz olmaz” niteliğini bizzat yaşayıp görenlerin yılmadan mücadele etmesinde vücut buluyor. Tuna Altınel hocamızın dediği gibi, “Dayanışma yaşatır”, yaşatıyor.
Doç. Dr. Mustafa Oğuz Sinemillioğlu, Barış bildirisine imza attığı için Dicle Üniversitesi’ndeki görevinde 689 sayılı KHK ile 29 Nisan 2017’de ihraç edildi.
M. Oğuz Sinemillioğlu
Tanklar geçebilsin diye tarihe kıymak
Bu suça ortak olmayacağız” bildirisine attığımız imzanın arka plandaki nedenleri “Kent Hukuku” ve “Kentsel Koruma” açısından ele almak istiyorum.
O dönemde bölgede yaşananlara bakıldığında bir çok anlamda “Kent Suçu” işlendiğini söylemek mümkün. Biliyorsunuz, insanların şehirlerde yaşamayı tercih etmelerinin nedenleri vardır ve bu nedenler bazı beklentileri de beraberinde getirir. Örneğin, bir ulaşım sistemi vardır, kaldırımları vardır, altyapısı vardır, her evde su sistemi vardır. Buna bağlı olarak bazı beklentiler ve zorunluluklar vardır. Örneğin, elektrik ve suyun kesilmesi, çağdaş şehirlerde pek olmaz ve/ya toplu taşıma iki dk gecikince bile itiraz edilir, nedeni sorgulanır. Keza, yangın veya kalp krizi söz konusu olduğunda servis sağlayıcıların anlık denebilecek zaman diliminde sorunlu alana ulaşması beklenir.
Fotoğraf 1. Cizre / Cizre Kent Merkezi, 2016
Bu fotoğrafta, ön planda birçok yapının temeli ile birlikte kaldırıldığı görülmektedir ve planlı bir işlemden çok acil bir müdahale olduğu anlaşılmaktadır. Arka planda görülen harap olmuş yapılar yapılan düzenlemede şahıs ve/ya kamusal varlıklara pek özen gösterilmediği söylenebilir.
Bölgede yaşadığım için zaman çıplak gözlerle gördüğümüz alanlarda en çok göz ardı edilen şey, çağdaş kentlerde olmaz ise olmaz olan “güven duygusu”, kentte bulunduğunu hissetme duygusu, aktivite yapma isteği; bir başka deyişler, kentlilerin; “hadi, şu parka gidip yeşillerin arasında biraz oturalım, dinlenelim”, veya “hadi bir cafe’ye gidelim de bir kahve içelim” diyebilecekleri hiçbir mekan kalmamıştır.
Fotoğraf. 2. Cizre/ Cizre Kent Merkezi, 2016
Özellikle 2. Fotoğrafta birçok detay daha belirgindir. Öndeki yapının kısmen yıkılması, odalarda hala mobilyaların bulunması, ön cepheden sarkan elbiseler olması, konunun üzerinde kent-sosyolojisi detayında çalışmalar yapılmasını zorunlu kılacak cinstendir.
Öndeki bordo binanın arkasında kalan beyaz bina ise başka emareler sunmaktadır. Orta katlardan çok üst kat ve çatıda yıkılmış duvarlar olması o noktaya uzaktan yıkım derecesi yüksek atışların yapıldığının göstergesi olarak değerlendirilebilir. Bu fotoğrafta, uzunca bir cadde görülmektedir. Biliyorsunuz “Cadde” deyim kentsel bir kavramdır. İçerisinde aktivite barındırır. Arabalar vardır, yayalar vardır, alış veriş yapan insanlar vardır, dükkanlar, mağazalar vardır, mağaza önüne arabasını park etmeye çalışan insan insanlar ve onların başında park ücreti almayı bekleyen belediye görevlileri vardır. Bu caddede hiç birisi yok ve daha da kötüsü belki uzunca bir süre olamayacak.
Fotoğraf. 3. Suriçi-Diyarbakır/ 2017
Biraz da Diyarbakır. 3. Fotoğrafta, UNESCO tarafından Dünya mirası listesine alınmış olan Diyarbakır Suriçi’nin bir bölümü görülmektedir. Bildiğiniz üzere, Suriçi bir bütün olarak Dünya Kültür Mirası listesine alınmıştır ve alınma gerekçelerinden birisi de yüzyılların birikimi ile oluşan bir çok medeniyetin bıraktığı izlerdir, bir başka deyişle “Hafızasını Koruyan Bir Kent” olmasıdır. Fotoğrafta ön cephede görülen minare bir kiliseye aittir, hemen karşıda tarihi bir hamam (kalıntıları) ve ortada görünen büyük boşlukta ise tescilli (yıkılmamış bölümlerden tarihi evlerin izlerini sürmek mümkün) Diyarbakır evleri bulunmaktaydı.
Fotoğraf 4 ve 5 arasında tam 18 sene var. Her iki fotoğrafı da ben çektim. İlk fotoğraf 1999 yılında Dicle üniversitesine ilk gittiğim yıllarda Suriçi’nde fotoğraf amaçlı dolaştığım bir gezi sırasında çektim. 5 nolu fotoğraf ise müzakere süreci diye tanımlanan dönemde çekildi. 4. fotoğraf yalın, sakin, bakımsız ama özelliklerini koruyan tarihi kent formuna çok güzel bir örnek teşkil ederken, 5. Fotoğraf ise canlanmaya başlayan hayatın duvarlara yansıması idi. Suriçi’nde bir ‘Cafe’den çekildi. Şuan ne durumda olduğunu tam bilmiyorum ama harap olmuş olma ihtimali çok yüksek çünkü 6. Fotoğrafta üst tarafı görünen ‘Dört Ayaklı Minare’nin arkasındaki sokakta kalmaktadır ve henüz giriş izni verilmemektedir.
- fotoğraf 3. Fotoğrafın devamını göstermektedir. Önde görülen minare Dört Ayaklı Minare’dir. Ortada, tarihi bir Diyarbakır evi, arkada Diyarbakır surları ve bir Burç, en arkada ise Hevsel bahçeleri görülmektedir.
3 ve 6. Fotoğraflar arka arkaya izlendiğinde kentteki yıkım daha net olarak göze çarpmaktadır. Yıkımın boyutunu, daha anlaşılabilir kılmak için birkaç cümle daha söylemeliyim. Fotoğrafta görülen 4 Ayaklı Minare’nin dibinden araç ve yayalar yan yana geçemezdi. Aslında, Suriçi Koruma Amaçlı Uygulama İmar Planına göre orası zaten bir yaya yoluydu, sadece sokağın darlığı nedeniyle yaya yolu olarak planlanmamıştı, araç geçişleri yapılara zarar verir, yapıların (ki yapı derken, Tarihi Cami, Kilise, Hamam, Diyarbakır evleri gibi Suriçi’nin Dünya Kültür Mirası Listesi’ne alınmasına temel teşkil eden yapılardan bahsediyorum) korunması amacıyla bu karar alınmıştı. Şimdi, tarihi Suriçi kentinde değil araç geçişinin zararı, tanklar geçebilsin diye plan değişikliği yapılıyor. Bir başka deyişle “Suriçi’nin hafızası” siliniyor.
Batı’da yaşayan bir çok vatandaşın, “Tanklar geçmesin mi” diye itiraz edeceğini duyar gibiyim ve cevabım şu; eğer güvenlik için Ayasofya’yı, Sultanahmet’i yıkacaksanız, güvenlik politikanızda bir sorun var derim. Kentler yıkılmadan güvenlik mümkündür!. Bu imzayı biraz da bu amaçla attım!…
Yarın BAK Dava Dayanışma
https://yeniyasamgazetesi6.com/barisin-onurlu-insanlari/
https://yeniyasamgazetesi6.com/baris-adalet-ve-demokrasiye-giden-yol-gulcan-dereli/
https://yeniyasamgazetesi6.com/gucleniyoruz-umutlaniyoruz-cogaliyoruz/
https://yeniyasamgazetesi6.com/ayrildigim-gunu-unutamam-gulcan-dereli/
https://yeniyasamgazetesi6.com/yas-icinde-bir-baris-akademisyeni-ve-agac-koku-recelleri/
https://yeniyasamgazetesi6.com/universitelerimizden-tasfiyeler-ve-sonuc-geri-donecegiz/
https://yeniyasamgazetesi6.com/suca-ortak-olmayanlarin-hakikati/
https://yeniyasamgazetesi6.com/cizre-lyon-londra-ucgeninde-bir-gerceklik-oykusu/
https://yeniyasamgazetesi6.com/yeniden-insa-imkani-kapida/
https://yeniyasamgazetesi6.com/toplumsal-kentsel-hareketler-icin-daha-siki-orgutlenmeliyiz/
https://yeniyasamgazetesi6.com/akp-somurunun-yerli-milli-markasi/
https://yeniyasamgazetesi6.com/turkiyede-universite-cikmak-mi-zor-kalmak-mi/