Sıkıntılı ve zor bir dönemden daha geçiyoruz. Hep böyle olmuştur, devletin daha doğrusu sermaye devletlerinin her başı sıkıştığında başvurduğu yöntem olan halkları birbirine düşman etmenin bir yolu hep bulunmuştur. Bu durum kendi durduğumuz yeri bilememenin getirdiği bir sonuç aslında. Halklarda korku yaratmak ve bu korkunun üzerine her türden baskı eşliğinde halkları ve doğayı sınırsızca sömürüye tabi tutma süreci taçlandırılma aşamasında.
Mevcut iktidar hızla kan kaybederken sermaye çıkarlarını sınırsızca uygulama olanakları da zayıflıyor. Pandemi süreci halkın yönetenlere bakışını biçimlendirmeye başlaması sonucu, bu durum yönetenler için büyük bir sorun olarak değerlendiriliyor. Sorunların demokratik bir yönetimle aşılması yani halkın ve doğanın çıkarlarının öncelenmesi mümkün. Ancak sermayeye dayanan bir iktidarın bu yolu izlemesi olanaksız.
Bu nedenle ikinci yolu yani baskıları arttırarak halkları ve doğayı cendere altına almaya girişmiş durumdalar. Sevgili Gergerlioğlu basında yer alan bir haberi sosyal medyada paylaşması gerekçe yapılıp cezalandırılırken, aynı anda milletvekilliğinin düşürülmüş olması ve ardından HDP’ye kapatma davası ile birlikte yüzlerce insana siyaset yasağı getirilmek istenmesi adeta bir turnusol kâğıdı işlevi görüyor.
Tüm bunlar yaşanırken diğer yandan sermayeye alan açmaya ve sık sık parmak sallanan ABD’nin sacayaklarından biri olan dünya tarım tekellerinden Cargill, GDO’lu yemlik mısır ihalesinde kendini gösterdi. Diğer yandan 651 maden sahası daha ihaleye çıkarılıyor. Ekonomi reformu adı altında esnek ve güvencesiz çalışma koşullarıyla birlikte kıdem tazminatlarını ortadan kaldırma adımları atılırken çalışanlar için emeklilik hayal haline getirilerek büyük bir kölelik sistemi inşa edilmeye çalışılıyor.
Hiçbir şey göründüğü gibi değil. İçeride milliyetçilik üzerinden iktidar ve ortakları türlü nedenlerle kendilerini destekleyenlerin dağılmasını önlemek amacıyla hiç vazgeçmedikleri Kürt fobisini alevlendirip iktidara tutunmanın yollarını örmeye çalışıyor. Sermaye kesimlerine aktarılan paranın büyük çoğunluğunun dış borçlar üzerinden elde edilmiş olması ve kısa vadeli (1 yıl içinde ödenmesi gereken) borçların 140 milyar doları geçmiş olması nedeniyle halkların baskı altına alınarak sömürüyü katmerlemeleri gerekiyor. Bunu yaparken de yeni dış krediler bulma zorunluluğu uluslararası sermayeye alan açmayı gerektiriyor.
İktidar da bunu yapıyor ve bu nedenle baskıyı artırırken sermayeye geniş alanlar açma çalışmalarını hızlandırıyor. İlk olarak 25.10.2010 tarihinde ve ardından 2 kez daha Meclis’e getirilen Biyoçeşitlilik Yasası, 4. kez Meclis’e gelirken bu kez Meclis gündeminde görüşülüp kabul edilmesi muhtemel. Neden derseniz çünkü yukarıda belirttiğimiz gerçekler buna işaret ediyor. Biyoçeşitliliği koruma adı altında hazırlanan yasa taslağına yeni eklenen bir madde ‘tek kişi’ uygulamasının burada da geçerli olacağını gösteriyor.
Tasarıda biyoçeşitlilik veya habitat koruma alanlarındaki faaliyetler için “Ekolojik Etki Değerlendirmesi” getirileceği belirtilirken, “Milli güvenlik, doğal afet ve genel sağlık açısından zaruri faaliyetlere, ekolojik etki değerlendirmesi yapılmaksızın Cumhurbaşkanı tarafından izin verilebilir” maddesi eklenmiş. Yaşamımızın her alanı, her noktası bir kişinin iki dudağı arasına alınmış olması hepimize inanılmaz gelebilir ancak baskıcı iktidarların tamamının aynı yolu izlemiş olması bu durumu anlamamızı kolaylaştırıyor.
Yaşamın ve yaşam alanlarının sermaye birikimine sokulması, şirketlerin kendi krizlerinden çıkışları için fütursuzca yöneldikleri bir yoldur. Siyasi iktidar sermayenin bu hedefine ulaşmasında, yaptığı düzenlemelerle var olan doğal ve tarihi sit alanları ile tüm koruma kararlarının tamamını sermaye çıkarına göre düzenlemektedir. Yasa tasarısı Meclis gündemine getirilmeye hazırlanılırken, bugüne kadar bu yasaya ihtiyaç duymadan tüm koruma alanları için var olan birçok yasa ve yönetmeliklerde değişiklikler yapılarak ‘kamu yararı’ adı altında talana uğratıldı ve uğratılmaya devam ediliyor.
Bu yasa tasarısı ile tamamen güdükleşmiş olan koruma uygulamalarının sermaye talepleri üzerinden Cumhurbaşkanı’nın iki dudağı arasına verilerek talanın ve yağmanın genişletileceğini söylemek gerekiyor. Kriz üstüne kriz yaşayan kapitalist sistem, pandeminin sonuçları üzerinden tüm dünyada emeğin ve doğanın üzerinde çok boyutlu bir baskıyı organize etmeye çalışırken, Türkiye’deki iktidar ise çok daha ileriden bu durumu pratiğe indirgemiş durumda.