Meclis gündemine gelmesi beklenen biyoçeşitlilik yasasıyla ilgili ihracatçılardan görüş isteyen iktidarın amacı, canlı tüm türleri sermaye yararına yağmaya açmak…
Yusuf Gürsucu
‘Biyolojik Çeşitliliği Koruma’ adı altında hazırlanan kanun tasarısı 4. kez Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne getiriliyor. AKP’nin iktidara geldiği yıl olan 2002’den bu yana gündemde tutulan tasarı ilk olarak 2010 yılında Meclis’e geldikten sonra 2012 ve 2017 yıllarında toplam 3 kez Meclis gündemine gelmişti. Bugünlerde 4. kez Meclis gündemine alınması beklenen yasa hazırlığında ‘İhracatçılar Birlikleri’nden görüş alınması yasanın ana fikrini açıkça gösterir nitelikte. Ticaret Bakanlığı İhracat Genel Müdürlüğü tarafından, İhracatçılar Birlikleri’ne gönderilen yasa taslağı için, birliklerin 17 Mart tarihine kadar görüş bildirmeleri istenmişti. Birliklerin nasıl bir görüş bildirdiklerini bilmesek de böyle ciddi bir konunun ihracatçılara gönderilip görüş istenmiş olması biyoçeşitliliğin korunmasını değil, ticarileştirilerek metalaştırılmak istendiğini açıkça ortaya koymaktadır.
Taslağın amacı ticaret
Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanunu Teklif Taslağı’nın amacı şöyle açıklanıyor: “Ülkemize ait biyolojik zenginliklerin korunması, geliştirilmesi ve bunlardan sürdürülebilir şekilde yararlanılmasını sağlamaktır. Bu Kanun, ülkemizin biyolojik çeşitliliğinin korunmasına, sürdürülebilir yönetimine, genetik kaynaklara erişime ve genetik kaynakların kullanımından doğan faydaların paylaşımına ilişkin usul ve esasları kapsar.” Daha önce 3 kez Meclis’e getirilen ve ortaya çıkan tepkiler sonucu geri çekilen tasarıya karşı oluşan tepki tam da yasanın amacına yönelik ortaya konmuştu. 4. kez Meclis gündemine Cumhurbaşkanlığı kararı olarak getirilecek olması bu bağlamda kararlılıklarını ortaya koyarken, tasarı daha önceki tasarıları içeren biçimde 22 madde ve 1 geçici maddeden oluşuyor.
Tek merci Cumhurbaşkanı
Daha önce Meclis’e getirilen tasarının başlığında ‘tabiatı’ koruma vurgusunun çıkartılmış olması ise dikkat çekiyor. Önceki tasarılarda yer alan ‘Ekolojik Etki Değerlendirme’ (EED) maddesi keyfiyete çevrilirken biyoçeşitliliğin yağmalanma sürecinde EED’nin uygulanması Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın iki dudağı arasına bırakılıyor. Tasarıda EED, “Ekolojik etki değerlendirmesi; her türlü plan, proje ve faaliyetin ekosistemlere olabilecek etkilerinin belirlenmesini veya bu ekosistemlere ya da işleyişine zarar vermeyecek ölçüde en aza indirilmesi için alınacak önleyici ve telafi edici tedbirlerin tespit edilmesini kapsar. Tür veya habitat koruma alanlarında milli güvenlik, doğal afet ve genel sağlık açısından zaruri faaliyetlere ekolojik etki değerlendirmesi yapılmaksızın Cumhurbaşkanı tarafından izin verilebilir” ibaresi amacın yağmalamanın önündeki engelleri kaldırmak olduğuna işaret ediyor.
Kamu yararı yalanı
Tasarının 4. maddesinde Tarım ve Orman Bakanlığı tarafından bilimsel çalışmalar ve kriterler dikkate alınarak korunması gereken habitatlar listesi, yaşam alanı ile birlikte korunması gereken türler listesi, sıkı korunacak türler listesi, ‘toplanması’, ‘yakalanması’ ve ‘kullanımı’ kurallara bağlı türler listesinin belirleneceği ifade edilirken, Türkiye coğrafyasının tamamında yıllardır sürdürülen ‘biyoçeşitliliğin tespiti’ çalışmasının bu yasayla taçlandırılacağını gösteriyor. Meclis gündemine gelecek olan yasaya ihtiyaç duymadan doğal alanlar ve koruma alanları, Yenilenebilir Enerji Kanunu (YEK) ve benzer birçok yasa ve yönetmelik değişiklikleri ile ‘kamu yararı’ yalanıyla talana uğratılıyor.
Canlı türler kayıtlandı
Yıllardır geçirilmeye çalışılan bu yasanın amacının yağmalama olduğunu daha önce yazmıştık. Meclis’te yıllardır bekleyen yasa tasarısında var olan koruma alanlarının yeniden belirlenmesi maddesi yasa Meclis’ten geçmeden çok önce uygulamaya konuldu. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı doğal sit, milli park, sulak alan, tabiat anıtları ve tabiat koruma alanları gibi birçok koruma bölgesi olarak işaretlenerek kararlara geçirilmiş olan bölgeler için bu kararların kaldırılması veya daraltılıp statülerinin değiştirilmesi yönünde birçok uygulama hayata geçirildi. Biyoçeşitliliği Koruma adı altında, tüm koruma alanları üstündeki koruma statülerinin kaldırılıp değiştirilmesi ile birlikte biyoçeşitliliğin kayıt altına alınıp ticarileştirme süreci 3 yılın sonunda tamamlandı.
Bütün hazırlıklar tamam
Orman ve Su İşleri Bakanlığı Doğa Koruma ve Milli Parklar (DKMP) Genel Müdürlüğü tarafından başlatılan ve Tarım ve Orman Bakanlığı tarafından sürdürülen ‘biyolojik çeşitliliğin kayıt altına alınarak bu bilgilere erişimin düzenlenmesi’ amacıyla yürütülen çalışma tüm Türkiye coğrafyasında tamamlanırken çıkarılmak istenen yasa ile ortaya çıkacak olan yağmanın altyapı çalışması yürütüldü. Yürütülen çalışmanın, ‘uluslararası patent uzmanlarına’ açılacak olmasıyla biyoçeşitliliğin gen ve tohum şirketlerinin emrine verilmesine yönelik tüm hazırlıklar bitmiş durumda. 2006’da çıkarılan tohum yasası ve 2007 UPOV sözleşmesi ile biyoçeşitliliğin kayıt altına alınması sağlandı.
UPOV sözleşmesi
2006’da çıkarılan Tohumculuk Kanunu sonrası, 2007’de UPOV sözleşmesinin imzalanması ile tohum tamamen uluslararası sermayenin boyunduruğuna terk edildi. Açılımı ‘International Union for the Protection of New Varieties of Plants’ olan UPOV sözleşmesinin Türkçe karşılığı ise ‘Yeni Bitki Çeşitlerinin Korunması Uluslararası Birliği’dir. AB’nin fikri mülkiyet hakları bağlamında sürdürdüğü ve bu yolla tüm canlı varlıkların patenlenme sürecinin bir parçasıdır. Prof. Dr. Tayfun Özkaya, UPOV sözleşmesini şöyle tanımlamıştı: “Bu sözleşmelerin uygulandığı yaklaşık 30 yılda gelişmiş ülkelerde bitki çeşitlerinin çoğu kayboldu. FAO (Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü) dünya biyoçeşitliliğindeki kaybı yüzde 75 olarak açıklamıştır. Kısacası gelişmiş ülkelerde çiftçi tohum firmalarının hegemonyasına girerken tüketiciler besin değeri düşük, ancak tarım ilaçları ve kimyasal gübrelerle yetiştirilebilen tatsız ürünleri yemek zorunda bırakıldılar” sözleriyle yaşanan süreci özetlemektedir.
Yaşam paraya endeksli
Meclis Tıbbi Aromatik Bitkiler Komisyonu Başkanı AKP’li İbrahim Aydın, Ekim 2019’da Hatay’da yaptığı açıklamada, dünya ekonomisinde tıbbı ve aromatik bitki hacminin 115 milyar dolar olduğunu belirterek, “Bizim ülkemizde ise 500-600 milyon dolardan bahsediliyor. Biz diyoruz ki; bunları iyi bir şekilde değerlendirirsek 2023 yılında, buradan 5 milyar dolar gelirimizin olması gerekiyor” diye konuştu. Tıbbi ve aromatik bitkilerin ihracatı konusunda kurumlara tavsiyelerde bulunacaklarını da belirten Aydın, “Biz bunları ilaç yaparak, yağını çıkararak ihraç eder duruma getirmemiz gerekiyor veya ilaç sanayinde kullanmamız gerekiyor, yoksa buradan dağdan topladığımızla beraber onu ihraç etmek değil. Hatta endemik türlerin korunmasını sağlayarak tarımını yapmamız ve sanayileştirerek ülke dışına ihracatını yapmamız gerekiyor” dedi.
Canlılar sermaye hizmetine
DKMP tarafından sürdürülen biyolojik çeşitliliğin kayıt altına alınarak bu bilgilere erişimin düzenlenmesine yönelik bir çalışma tüm il coğrafyalarında tamamlandı. Görev yaptığı ilçe ve illerde, özellikle kırsal kalkınmaya yönelik birçok altyapı projesini AB fonlarıyla hazırlayan, bugün Isparta Vali Yardımcısı olan Hakan Kubalı, Samsun’da vali yardımcılığı yaptığı günlerde, “Sahip olduğu tabii kaynaklar bakımından oldukça zengin bir ülke olan Türkiye’nin, biyolojik çeşitliliğin ekonomiye kazandırılması ve genetik kaynaklarımıza dayalı sınai mülkiyet haklarından ülkemizin faydalanmasına katkıda bulunulması hedeflenmekte” olduğunu belirtmişti. Biyoçeşitliliğin tespiti ve kayıt altına alınması, bitki ve hayvanların sermaye yağmasına sunulacağını açık göstergesiydi.
Veri ticari amaçlı!
Sydney Üniversitesi’nden Dr. Ayesha Tulloch ve Queensland Üniversitesi’nden oluşan uluslararası bilim insanı grubu, veri yayıncılığının birçok türe yardımcı olmak için önemli olduğunu ancak birçok tehlike barındırdığını açıklamıştı. Dr. Tulloch’un, “Buradaki zorluk, yerel türlerin sömürülmesine yol açacak biçimde verileri paylaşmaktır. Bazı durumlarda yaban hayatı ticareti amacına hizmet için bu verileri kullandıkları inkâr edilemez” sözleri biyoçeşitlilik verilerinin paylaşılıyor olmasının, ticarileştirmeye hizmet edeceğini açıkça gösteriyor. Birçok bilim insanı tarafından, türlerin korunmasına yardımcı olmak için doğa fotoğraflarında konum verilerini gizlemek gerektiğinin belirtilmesi ise doğal yaşamın yağmalanmasına yol açılacağının görülüyor olmasıyla ilgili.
Miras şirketlere geçti
Bundan yaklaşık 10 bin yıl önce tarımın ortaya çıkışıyla birlikte bugün kullandığımız kültür bitkileri, çiftçiler ve özellikle kadınlar tarafından geliştirilerek insanlığa miras bırakılmışlardır. Ancak son 50 yılda tohum şirketleri tohumları patentlemeye başladılar. Günümüzde ise patentsiz tohumun kullanımını yasaklatmayı başardılar. Tohum ve gen şirketlerinin bütün dünya üzerinde genişleyerek hakimiyet kurmalarıyla birlikte biyoçeşitlilik büyük bir darbe aldı. FAO’nun da belirttiği gibi dünya üzerindeki biyoçeşitliliğin yaklaşık yüzde 75’i kapitalist yaratımlarla yok edildi. Diğer yandan tohumun patentlenmesiyle birlikte mono kültürel üretimler biyoçeşitliliğin de yok olmasıyla birlikte tek üretim biçimi haline getirildi. 1971 yılında Dünya Bankası ve FAO tarafından Rockefeller ve Ford vakıflarının desteği ile kısa adı CGIAR olan Uluslararası Tarım Araştırmaları Danışma Grubu adıyla bir kuruluş oluşturulmuştu. CGIAR’ın görevi ise bütün dünyadan canlı genleri toplamak ve ‘insanlık’ adına saklamak iddiasıyla şirketlerin hizmetine sunuldu.
Frankenstein tohumlar
2010 yılına kadar toplanan genlerin yüzde 91’i Asya, Afrika ve Latin Amerika’dan sağlandı. Bu gen örneklerinin yüzde 85’i kuzey ülkelerindeki araştırma enstitülerine veya doğrudan kuzey ülkelerine dağıtıldı. Toplanan tüm örneklerin yüzde 25’i ise ABD’ye geçti. Homo Sapiens’in yazarı olan bilim insanı Prof. Yuval Noah Harari, 2018 yılı Davos zirve toplantılarının birinde bir soruya şu cevabı veriyordu: “Gelecek, biyoteknolojiyi ve dijital teknolojiyi bilen ulusların olacak” ifadesiyle dünya sermayesinin ilgi odağıydı. Tarım ve gen tekelleri bu yolda oldukça mesafe kat ederlerken, kapitalizm Endüstri 4.0’ı tartışıyordu. Biyoteknoloji konusunda ileri olan çok uluslu tarım ve kimya şirketleri, toplanan tohumların genlerini kullanarak frankenstein tohumlar geliştirip patentlediler ve bu süreç kesintisiz olarak sürdürülüyor. Türkiye’de gerçekleştirilen biyoçeşitliliğin tespit edilerek kayıt altına alınma sürecini dört gözle izlemiş olan gen şirketleri, yeni Frankenstein tohumlar üretip, patentleyerek insanlara bu tohumlardan üretilen yiyecekleri pazarlıyorlar ve pazarlamayı sürdürecekler.