Açlık grevlerini bitiren çağrıyı yapan PKK Lideri Abdullah Öcalan, iktidara da sorunların çözümünü küçük hesaplara kurban etmemesi telkininde bulundu. Bu çağrıları İstanbul seçimlerine indirgeyen sığ tartışmalara son verilirse siyasi, toplumsal ve ekonomik sorunlar çözülebilir
PKK Lideri Abdullah Öcalan’dan gelen mesaj üzerine açlık grevleri son buldu. Tecrit hem Türkiye Anayasası’na hem üye olmak istenen Avrupa Birliği hem de uluslararası hukuka aykırıdır. AKP-MHP iktidarının ulusal ve uluslararası hukuku ihlal etmesinin önüne geçmesi için insanlar aylarca açlık grevi ve ölüm orucuna girdi. İktidarın hukuk ihlali arzusunun nüksedip etmeyeceği bilinmez. Geçmiş pratiğine bakınca hiç güven vermediği açık. Zaten tecridin kırılması için direnenler de iktidarın teminatından çok direniş güçlerine güveniyor.
Açlık grevleri sadece tecrit olgusuyla ilgili bir konu değil. Tecridi de üreten Kürt inkarı üzerinde devlet ile Kürt halkı arasında süren mücadelenin bir merhalesi. Devletin inkar zihniyeti değişmedikçe kalıcı bir çözüme ulaşmak mümkün değil. Aslında inkar siyasetinin Türkiye halklarına hiçbir şey kazandırmadığı ortada. Hatta kazandırmak bir yana büyük kaybettirdiği aklıselim herkesin gördüğü bariz bir gerçek. Türkiye’de demokrasi kültürü, kurumları ve işleyişinin gelişmemesinin temel nedeni Kürt inkarına dayalı geliştirilen milliyetçilik ve buna bina edilen resmi ideolojidir.
Hedefleri inkar siyaseti
Cumhuriyet tarihi boyunca gerek içerde gerek dışarda ülkenin kaynaklarının büyük çoğunluğu bu inkarın sürdürülmesi uğruna harcandı, harcanıyor. Buna rağmen yüzyıl önceyle bugün arasında Kürt inkarında yarattığı toplumsal ve ekonomik tahribatların dışında bir arpa boyu yol alamadı. İnkar politikası gereği gerçekleştirilen her katliam, sürgün, baskı meseleyi büyütmekten başka sonuç vermedi. Bundan sonra Kürt inkarını başarıya götürmesi ise külliyen imkansız. Zaman zaman gelişen diyalog ve ateşkes süreçlerinin devlet tarafından inkar siyasetinin hedefe ulaşması için oyalama amaçlı kullanılması da buna dahildir.
Öcalan’ın çözüm çabası
PKK Lideri Öcalan, 93 yılından itibaren sorunun çözümü için diyalog ve müzakereyi temel strateji olarak seçti. Bu bağlamda şimdiye kadar defalarca tek taraflı ateşkesler ilan etti. Askeri çözüm koşulları için sunulabilecek en makul önerileri ve çözüm önerilerini sundu. Bunların önemli bir kısmı da AKP iktidarı döneminde yapıldı. 2006 yılında gerçekleştirilen görüşmeler, 2009 yılındaki Oslo görüşmeleri ve son olarak 2013 yılında başlayan Çözüm Süreci. Varoluşunu Kürtlerin yok oluşu üzerine kuran resmi ideolojinin yarattığı milliyetçi hatta ırkçı iklimi de gözeten Öcalan, çözüm uğruna her türlü hassasiyeti gösterdi ve üstüne düşeni yaptı.
Çözüm neden gelmedi?
Öcalan’ın 93 yılında başlayan sorunu diyalog ve müzakereyle çözme stratejisi İmralı süreciyle daha da derinleşerek Kürt meselesi ve olgusunu da aşan etnik, kültürel, toplumsal ve sınıfsal sorunların çözümünü esas alan bir paradigma olarak sunuldu. Çözüm modelinin temeline de demokrasiyi oturttu. Demokratik bir çözümü için ne kadar çözümleyici, kolaylaştırıcı ve hassas davrandıysa demokrasi dışı çözümlere de o düzeyde net ve mesafeli hatta karşı durdu. Çözümün gelişmemesinin temel nedenlerini sıralayacak olursak:
I. Kürt inkarına dayalı resmi ideolojinin sorunu üreten parametrelerinden vazgeçmemesi ve ilan edilen ateşkesleri, çözüm önerilerini zaman kazanmak, oyalama amaçlı kullanması.
II. AKP iktidarı döneminde ise birinci nedenle birlikte Erdoğan’ın bu fırsatları kişisel iktidarını tahkim etmek için kullanması.
III. Kürtlerin yaşadığı diğer devletlerle birlikte Kürt inkarı üzerinden bölgesel bir statükonun oluşturulması.
IV. Devletin soğuk savaş döneminden kalma dengelerden faydalanarak özellikle ABD, AB, NATO ve İsrail başta olmak üzere bir bütün olarak dışardan gerekli desteği almasıdır.
Kürtler ivme kazandı
Gelinen aşamada yukarıda belirtilen katı inkar politikası, bölgesel ve uluslararası desteğe rağmen Kürt meselesinin önü alınamamış hatta kaçırılan her fırsat sonrası daha da büyümüştür. Dörtlü bölgesel statüko kevgire dönmüş, yeni dengelerin oluştuğu uluslararası alanda Kürt inkarına eskisi gibi destek alınmamaktadır. Devletin tüm olanaklarının seferber edilmesine rağmen Ortadoğu gibi bir zeminde Kürt siyasal hareketi 40 yılı aşkın bir mücadele sürekliliği yakalamış, demokratik ulus bilincine dayalı bir halk gerçekliği yaratılmış, Federe Kürdistan ve Kuzey Suriye’de ciddi ivme kazanmıştır.
Türkiye ve İran’ın durumu
Özcesi devletin Kürt meselesi gibi uzun bir arka plana dayalı ulusal taleplerinin resmi ideolojinin inkar politikasına uygun, nihai olarak asimilasyonu ya da daha uzun vadeli hali olan entegrasyonu hedefleyen göstermelik birkaç kültürel adımla çarşı pazarda haraç mezat pahasına kapatma politikası iflas etmiştir. Kürt halkının iradi ve örgütsel gücü artık bölgesel statükocu ulus devletlerin inkar politikasıyla görünmez kılacağı boyutları çoktan aşmış, uluslararası bir karakter kazanmıştır. Irak ve Suriye’de olduğu gibi bundan kelli Türkiye ve İran’ın da kendi inisiyatifiyle geliştireceği süreçlerle çözme fırsatı ve gücü kalmamıştır.
Zamanın ruhuyla çözülebilir
Türkiye açısından belki de son fırsat 2013 yılında Öcalan’ın yayınladığı Newroz manifestosuyla başlatılan Çözüm Süreci’ydi. Maalesef bu şans inkara dayalı resmi ideolojinin kendinde ısrar etmesi ve Erdoğan’ın böylesi tarihsel bir sorunu kendi iktidar tahkimi için kullanma arzusuna kurban edildi. Bu saatten sonra faz atlatan meseleyi, eski resmi ideolojik bagajdan sıyrılarak zamanın ruhuna uygun çözmekten başka çare kalmamıştır.
Öcalan’ın hayati çağrısı
Öcalan’ın son görüşmede söylediği, “2013 Newroz’da başlayan sürecin derinleştirilmesi ve netleştirilmesi” çağrısı bu bağlamda büyük önem taşıyor. Derinleştirilmesi ve netleştirilmesi ifadesiyle Öcalan, özellikle iktidarın Kürt meselesi gibi bölgesel, küresel ve tarihsel bağlamı olan bir konunun küçük hesaplar eşliğinde düşünülmemesi ve olası fırsatların harcanmaması gerekliliğine dikkat çekiyor. Sadece Türkiye ve Kürt meselesinde değil bölgede sorunların demokrasiyle çözümü çağrısı yapılmaktadır Öcalan tarafından. Zira yukarıda da belirtildiği gibi Kürt meselesi artık uluslararası boyutu olan bir mevzudur ve Öcalan burada temel aktörlerden biridir.
Seçimle ilişkilendirme sığlığı
Gerek geçmiş diyalog süreçlerinde, gerek ürettiği yazılı çözüm külliyatında gerekse son açıklamalarda Öcalan, Kürt meselesini Ortadoğu’nun demokratikleştirilmesi ve tüm sorunlarının diyalog, müzakere ve barışçıl yollarla çözülmesini esas alıyor. Maalesef bugün Öcalan’ın bu feraseti muhataplarınca ne yeterince kavranabiliyor ne de bir fırsat olarak kıymetlendirilebiliyor. Öcalan’ın bu vizyon ve perspektifi karşısında 8 yıldır ihlal edilen anayasal bir hak olan görüşmelerin gerçekleştirilmesi iktidarı, muhalefeti, aydını, yazarı tarafından İstanbul seçimiyle ilişkilendirilme gibi bir sığlık ve basiretsizlik yapılabiliyor.
Oysa Öcalan böyle basit hesapların içine girseydi ya da bu hesaplar için kullanılabilseydi ne 40 yılı aşkın Ortadoğu gibi bir alanda mücadele yürütebilirdi ne uğruna bu kadar insan kendini ölüme atardı ne de Çözüm Süreci biterdi. Öcalan’ın Çözüm Süreci’nde gerçekleştirdiği görüşmelerde yaptığı değerlendirmelere bakan herkes bu gerçeği çok net görür. Öcalan, 93 yılından beri ilan ettiği tüm ateşkesleri, diyalog süreçlerini Türkiye’nin demokratikleştirilmesi ve Kürt meselesinin adil çözümü için çaba sarf etmiştir. Demokratikleşmeye hizmet etmeyen hiçbir adımın sorunların çözümüne hizmet etmeyeceğini ifade etmiş ve defalarca görüşmeyi devleti demokratik çözüme çekme süreci olarak değerlendirdiğini ifade etmiştir. Bu Öcalan’da ilke kabilinde bir çizgidir. AKP, süreci iktidarını tahkim etmek için bir manivela olarak kullanmak istemişse de 28 Şubat Dolmabahçe Sarayı’nda okunan mutabakatla sonuçlanmıştır. O mutabakat da Türkiye’nin demokratikleştirilmesi belgesidir. Evet Öcalan’a ‘başkanlık’ dayatması da yapılmıştır. Buna karşı da Öcalan ancak ve ancak demokrasiyi ileri taşıyacak ve halklara hizmet edecek bir sistemde ısrar etmiştir.
Öcalan’ın siyasi tutumunun basit bir iktidar tahkim aracı olarak kullanılmayacağı anlaşıldığı için Dolmabahçe Sarayı’nda okunan mutabakat yok sayılmış ve masaya tekme atılmıştır. Sonrası ise AKP’nin MHP ile yeni rejimi oluşturma süreci ve ülkenin siyasi, ekonomik ve toplumsal krize sürükleme süreci olmuştur. Bu süreç Türkiye’de yaşayan halklar açısında tam bir yıkıma dönüşmüş. Kürtlere karşı topyekün bir savaş başlatılmış, devletin tüm kaynakları 90’lı yıllarda olduğu gibi bunun için seferber edilmiş, dış destek için ülkenin kalan zenginlikleri Rusya gibi ülkelere ipotek edilmiş, içerde toplumu zehirleyen ve sosyolojik bir krize dönüşen milliyetçi ve güvenlikçi dil geçer akçe haline gelmiştir. 2015 yılında başlatılan savaş Kürt meselesini büyütmekten başka bir işe yaramamıştır. İçerde siyasi, ekonomik ve toplumsal bir krize dönüşmüş, dış politikada ise bir kıskaç halini almıştır. Tüm bunlar Öcalan’a uygulanan tecridin ülke sathına yayılmasıyla başlamıştır.
Dokuz maddede eylemin öğrettikleri
Açlık grevi ve ölüm orucunun ifade ettiği sürece de ayrı bir parantez açmak gerekir. Bunları madde madde sıralayacak olursak:
Bir: Öcalan ile görüşmenin yapılması, Kürt halkının, anaların, tutukluların ve demokrasi cephesinin ölümüne direnişi ile Kürtlere karşı savaşın içerde ve dışarda yarattığı sıkışmanın sonucu olmuştur.
İki: Görüşmelerin sürüp sürmeyeceği öncelikle demokrasi, özgürlük, hak ve adaletten yana olan tüm kesimlerin vereceği mücadeleye ve sonrasında Erdoğan’ın demokrasiye dönüp dönmeyeceğine bağlıdır.
Üç: Açlık grevleri ve ölüm oruçları Türkiye’de kendini demokrasi cephesinde gören tüm kesimlerin AKP-MHP iktidarına karşı verdiği demokrasi mücadelesinin bir parçası ve merhalesi olarak gelişmiş ve böyle ele alınmalıdır. Dolayısıyla demokrasi mücadelesinin bir başarısıdır.
Dört: Grevler bitmiş olabilir ama ivme kazandığı demokrasi mücadelesi her alanda farklı yöntemlerle sürdürülmek zorundadır.
Beş: Bu sürecin gösterdiği temel hususlardan biri baskıya, adaletsizliğe ve istibdat rejimine karşı ancak direnişle sonuç alınabileceğidir.
Altı: Öcalan’ın Kürt siyasal hareketi ve aynı anlama gelmek üzere Kürt halkı ile demokratik kesimler nezdindeki konumu, söylemi ve etkisi tekrar teyit olmuştur.
Yedi: Kuzey ve Doğu Suriye yönetimine ilişkin açıklamalarına Suriye ve Türkiye’deki yansımalarıyla Ortadoğu çapında önemli bir aktör ve nüfuz sahibi bir muhatap olduğu görülmüştür.
Sekiz: Yıllarca süren mutlak tecride rağmen kısa bir mesajıyla birlikte kitleleri seferber eden ve halklarda demokrasi ve özgürlük umudunu yeşerten nüfuzunun arttığı ve yegane çözüm muhatabı olduğu anlaşılmıştır.
Dokuz: Öcalan’ın tecrit edilerek yarattığı hareket ile Kürt halkından koparılamayacağı ve etkisinin zayıflatılamayacağı dünyanın dört bir yanında gelişen demokratik eylemler açığa çıkmış. Yine Öcalan’a bu süre zarfından dünyaca ünlü filozof, aydın, sanatçı ve akademisyenler başta olmak üzere dünya entelektüel havzasında önemli bir etkisi, yeri ve desteği olduğunun işareti olmuştur.
30-40 gün sonra neyi göreceğiz?
Öcalan’ın mesajlarının, barış ve demokrasi için yarattığı fırsatın iktidar çevrelerince ne kadar değerlendirilip değerlendirilmeyeceğini önümüzdeki dönemde göreceğiz. Öcalan’ın 30-40 gün sonra görürüz demesi bu anlamda iktidarların bazı tartışmalar yürüttüğünü gösteriyor. Ayrıca bu söylem aynı zamanda Türkiye’de bazı çevrelerce görüşmelerin çok sığ ve basit bir şekilde İstanbul seçimleriyle ilişkilendirilmesinin anlamsızlığını da ortaya koyuyor. Aynı şekilde AKP iktidarının da görüşmelere bu bağlamda yaklaşmamış olabileceğinin işareti de sayılır. Öcalan’ın mesajında geçen süre gözetildiğinde iktidarın kendi içinde bu aralıkta bazı hesapları olduğuna yorumlanabilir. Bu da ABD ve Rusya denkleminde yürütülen tartışmaların sonuçlarının görülmesinin beklendiği intibaını oluşturuyor. Ya da İstanbul seçimlerinin atlatılması.
Ne olursa olsun Öcalan’ın yarattığı fırsatın iktidar tarafından bu sefer samimi olarak değerlendirilmesi hem Türkiye’nin kısa süreli siyasi, ekonomik ve toplumsal krizinin aşılması hem de uzun vadeli Türkiye’nin demokrasi, özgürlükler, ekonomik ve sosyolojik sorunlarının çözümünün yegane yoludur. Hakeza Türkiye’nin Irak ve Suriye başta olmak üzere dış politikada içine girdiği kıskaçtan çıkmanın da en iyi yoludur. Fırsatı değerlendirmemesi ise Türkiye başta olmak üzere Ortadoğu’da Türkler, Kürtler ve daha birçok halkın daha fazla acı çekmesidir.