Kürt sokak müzisyeni, Halkların Demokratik Partisi gönüllüsü Cihan Aymaz “Ölürüm Türkiyem” şarkısını söylemediği gerekçesiyle kalbinden bıçaklanarak ırkçı bir cinayetle katledildi. Bu cinayeti protesto eden Yeşil Sol Parti İstanbul Gençlik Meclisi üyesi iki genç polis tarafından darp edilip “Türkün gücünü göreceksiniz” denilerek tehdit edildi.
Irkçılık son zamanlarda daha fazla gündemimize girmeye başladı. Kürtler değersizleştirildikçe, kendi kimliğinin değerinin göreceli olarak arttığını düşünen Türkler var bu ülkede. Irkçılık öncelikle AKP ve MHP’nin söylemleriyle bilinçli bir şekilde inşa ediliyor. Yandaş medya bu söylemleri sürekli işleyerek ırkçılığın toplum nezdinde kabul edilmesini sağlıyor.
AKP ve MHP’li muktedirlerin neden olduğu ırkçılık günümüzde sadece Türkler ve Kürtler arasında eşitsizlik üretmiyor. Ayrımcılık, düşmanlık gibi olumsuz duyguları ve söylemleri üreterek Cihan Aymaz’ın katledilmesi gibi telafisi mümkün olmayan birçok acının yaşanmasına sebep oluyor.
“Ben ırkçı değilim; ama bu Kürtler de…” şeklinde cümle kuranlar ırkçılığın limanına demir attıklarının farkında değil mi sizce? “Kürtler teröristtir, şiddet eğilimlidir, dinsizdir…” diyenler, Aleviliği “tür” olarak görenler, Kürtçe konuşanlara saldıranlar, Kürtçe konserleri yasaklayanlar, Kürtçeye “bilinmeyen dil” diyenler, Amedspor’a gece gündüz saldıranlar, bir ilkokulun merdivenlerine “Türkçe konuş ya da sus”, “Türkçe’nin bir eksiği yok ya sizin?” yazıları yazanlar ırkçı değil midir? Soruyorum size, Türkiye’de giderek artan Kürt düşmanlığı ırkçılık değilse nedir?
Kürtlerin uğradığı ırkçı saldırılarını empati yoksunu kişilerin anlamalarını sağlamak elbette kolay değil ama bundan 55 yıl önce ABD vatandaşı bir öğretmenin “Mavi Gözler/Kahverengi Gözler” isimli sosyal psikoloji deneyini hatırlatmakta fayda var.
Irkçılığın hız kazandığı bir dönemde ilkokul öğretmenliği yapan Jane Elliot; öğrencileri üzerinde bir deney yapmaya karar verip sınıfındaki çocukları göz renklerine göre iki gruba ayırarak mavi gözlülerin koluna bir bant takıyor. Sonra göz rengini oluşturan pigment hücrelerinin zekâyı etkilediğini; mavi gözlülerin beyinlerinin kahverengi gözlülere göre daha küçük olduğunu sözde bilimsel veriler eşliğinde açıklayarak kahverengi gözlü insanların mavi gözlü insanlardan daha akıllı ve daha iyi olduğunu söylüyor.
Elliott, kahverengi gözlü grubun öğle yemeğine gitmesine ve daha uzun bir teneffüsün keyfini çıkarmasına izin vererek kahverengi gözlü çocukları çalışkan, düşünceli, güvenilir ve dürüst olarak tanımlayıp sırtlarını sıvazlayarak grubu kayırmaya birçok biçimde devam ediyor.
O devam ettikçe, kahverengi gözlü çocuklar daha özgüvenli ve mavi gözlü çocuklara karşı daha küçümseyici olmaya, hatta hakaret etmeye başlıyorlar. Mavi gözlü çocuklar ise daha çok hata yapıp, çekingen ve depresifleşiyorlar. İki grup birbirleriyle oynamayı bırakıyor. Öğretmen çocukların bu kadar kısa zamanda böyle ileri gittiklerini şaşkınlıkla izliyor.
Öğrencilerde yaşanan değişim şaşırtıcıydı. Zeki bir mavi gözlü kız, daha önce çarpım tablosunu su gibi bildiği halde, bir sürü hata yaparken, kahverengi gözlülerin ise okuma zorluğu çeken en yavaş öğreneni bile yüzünde kocaman bir gülümseme ile hiç teklemeden okumaya başlamıştı.
Deneyin ikinci aşamasında Jane Elliott çocuklara, verdiği bilgilerde bir hata yaptığını, aslında mavi gözlü öğrencilerin daha üstün olduğunu “bilimsel” olarak anlatıp kol bantlarını değiştiriyor. Ancak bu sefer bir fark ortaya çıkıyor. Üstünlüğü ele geçiren mavi gözlüler arkadaşlarına fazla kötü davranmıyorlar. Bir yerde kendi yaşadıklarını onlara yaşatmak istemiyorlar.
Jane sonunda çocuklara yaptıklarının amacını açıklayıp tüm olayın bir kurgu olduğunu, ırkçılığı nasıl hissedildiğini anlamaları için bu dersi hazırladığını anlatarak deneyi sonlandırıyor.
Böylelikle ayrımcılığın kendiliğinden var olmadığını, insanları ayrıştırmak ve bölmek için yine bir insan tarafından üretilip satıldığını, ötekileştirilmiş olmanın acısını anlayıp empati yapmayı öğreniyor çocuklar.
Elliott 55 yıl önce, bu deneyle üçüncü sınıf öğrencilerine ayrımcılığı anlatarak öğretmeyi değil, öğrencilerin deneyimleyerek öğrenmelerini sağlamaya çalışmış. Öğrencilerin yaşadıkları ve hissettikleri doğrultusunda Elliott; ötekileştirilmiş grup olmanın acısını ve izolasyonunu deneyimlemelerini, empati yapabilmelerini ve durumun ne kadar “kötü” olduğunu görebilmelerini sağlamış.