Şiddet dolu bir toplum inşa ettik. Hele de erkek egemen zihniyetin kadına yönelik şiddeti yaşamın her alanında giderek artan vahşetiyle hız kesmeden devam ediyor.
Geçenlerde 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Dayanışma ve Mücadele Günü dolayısıyla ‘şiddet kadınların kaderi olamaz’ diyen kadınlar, ‘kadına yönelik şiddet insanlık suçudur’ diyerek konuya ilişkin birçok etkinlik düzenledi ve konunun vahametine dikkat çekildi.
25 Kasım gün olarak bir yüzleşme günü olarak son derece önemli ama olay sadece belli bir güne ya da haftaya sığmayacak, her dem güncelliğini koruması gereken boyutta ve öncelikte.
***
Dünya Ekonomik Forumu’nun son Küresel Cinsiyet Uçurumu Raporu’na göre cinsiyet eşitliği sıralamasında Türkiye, 144 ülkenin bulunduğu listede 130. sırada yer alıyor. Türkiye’de her yıl yüzlerce kadın, kadına yönelik şiddet eylemleri neticesinde hayatlarını kaybediyor. Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu Derneği’nin verilerine göre 2018 yılı Kasım ayına kadar 363 kadın, erkekler tarafından öldürüldü. Türkiye’de yaşayan en az her üç kadından birinin, fiziksel, cinsel, psikolojik, ekonomik şiddete maruz kaldığı araştırma sonuçlarıyla ortaya çıkmış durumda.
Yaşanan bu vahşete karşı yeterli caydırıcı önlemler alınmıyor. Erkekler için bu kadar kolay uygulanan haksız tahrik indirimleri kadınlar için uygulanmıyor. Bakanlık nezdinde bile yapılan açıklamalar; kadın cinayetlerinin 2002’den günümüze kadar yüzde 1400 oranında arttığını söylüyor. Bunlar resmi rakamlar. Kayıtlara geçmemiş, bu kategoriden sayılmamış birçok cinayet var.
Her şey cinsiyetçi algıdan kaynaklanıyor. Kadının giydiği – giymediği, konuştuğu – konuşmadığı, sustuğu – susmadığı, evet dediği – hayır dediği, seviştiği – sevişmediği… Her şey haksız tahrik indiriminin mezesi haline geliyor.
Her kadın katliamı erkeğin ve erkek devletinin izleriyle dolu. Şiddetin dini, ırkı ülkesi yoktur, bölge ya da şehir çok fark etmiyor. Her yerde ve her birimde erkek erki ve vahşeti aynı.
Birleşmiş Milletler Kadınlara Yönelik Şiddetin Önlenmesi Bildirgesi’nin 1. maddesi kadınlara yönelik şiddeti; “İster kamusal isterse özel yaşamda meydana gelsin, kadınlara fiziksel, cinsel veya psikolojik acı veya ıstırap veren veya verebilecek olan cinsiyete dayanan bir eylem veya bu tür eylemlerle tehdit etme, zorlama veya keyfi olarak özgürlükten yoksun bırakma” şeklinde tanımlamaktadır. Bu tanımın son yorumlamalarına “kadını ekonomik ihtiyaçlardan yoksun bırakmak” da dahil edilmiştir. Kadına yönelik şiddet deyince çoğumuzun aklına esas olarak, kaba dayak ve cinsel şiddet gelir. Oysa konu sadece fiziksel şiddetle sınırlı değildir.
Dünya Sağlık Örgütü ise şiddeti; yakın bir ilişkide fiziksel, psikolojik ya da cinsel hasara yol açan her tür davranış olarak tanımlamıştır. Bunların İçinde: Tokat atma, vurma, tekmeleme ve dövme gibi fiziksel saldırı fiilleri. Sindirme, sürekli küçük düşürme ve aşağılama gibi psikolojik taciz. Cinsel ilişkiye zorlama ve öteki cinsel zor kullanma biçimleri, bir kimseyi ailesinden ve arkadaşlarından uzaklaştırma, hareketlerini gözleme ve bilgi ya da yardıma ulaşmasını kısıtlama gibi çeşitli kontrol edici davranışlar da sayılmaktadır. Ancak ne yazık ki şiddet deyince sadece fiziksel saldırı fiilleri olarak algılanmaktadır.
Kadına yönelik şiddet ve cinayetler ne erkeğin ne de kadın sorunu sadece… Bir bütün olarak insanlığın sorunu… Toplum psikolojisini alt üst eden kadına yönelik vahşi cinayetlere dur demek için herkes ve her kesimi kadın sorunlarına karşı dayanışma ve duyarlı olmak zorundadır..
Kadın mücadelesini ciddiye alanlar binlerce yıllık erkek egemen kültürün tüm kurumları ve değer yargılarıyla cebelleşmek ve hesaplaşmak zorundadır.
Kim olursak olalım. Bu vahşete karşı durmuyor, üç maymunu oynuyorsak hepimiz aynı vahşetin failleriyiz bir bakıma. O tokatta ya da o tetikte bizim de parmak izimiz var demektir.